Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Bleach_Kurosaki Ailesi'nin Geçmişi...

Anime&Manga ile ilgili yazdıgınız hikayeleri, yazıları burada paylaşabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
AleXiel
Mesajlar: 735
Kayıt: 26 Ara 2012 10:50
Cinsiyet: Kadın
Favori Manga: Bleach,Naruto,One piece,Deadman Wonderland,Mirai Nikki,Berserk
Favori Anime: Bleach,Naruto,ergo proxy,hellsing,death note,gintama,dragon ball,pokemon,tsubasa,lovely complex,another,swort art online, one piece,shingeki no kyojin,mirai nikki

Efsane der ki:

“Tutsak edilmiş kral bir gün intikamı için geri gelecek. Ve o gün bahşedilen kan, intikam için kurban isteyecek. Kanı kirletenler, kandan gölgenin altında kalacak. Ve böylece kan temizlenecek. Benim kanım benim hem giyotinim hem de gücümdür. Onu koru! Onu yücelt! …Çünkü bizler Kanın Köleleriyiz. Kan ile doğanlar, kan ile ölmeye mahkumdur. Asilliğimiz bizim ölüm fermanımızdır.”
BİRİNCİ KISIM


“Yağmurun Altında Duran”
Kara bulutlar, bir yandan gökyüzünü bir kubbe gibi kaplarken bir yandan da karanlık geceye şiddetli bir yağmur bırakıyordu. Her yağmur tanesi gökyüzünden yere düştükçe yerdeki metalik kokuyu daha da keskinleştiriyordu. Çünkü katliam daha yeni bitmişti ve bütün diyar tek renge boyanmıştı……


“Kan Kırmızı,” Ve bu sulanmış kan gölünün tam ortasında genç bir kişi, acı çektirerek parçaladığı avına ayaklarının üstünden soğuk soğuk bakıyordu. Onu da öldürecekti ancak yerde yatan, ağzı kan dolmasına ve zar zor nefes almasına rağmen konuşmaya çalıştığı için başında bekleyip söyleyeceklerini dinlemeyi tercih etmişti. Söyleyeceği her ne ise onun çok da umurunda değildi ama yine de ona bu hakkı vermeyi uygun bulmuştu.
Ama yine de……….

“BBBeni öldürmmek ya da yok etmek sana hiçbir şey kkazandırmayacak. İnsanları korumakmış, onurunu kkkorumakmış peh!!! Kabul et artık sen de bir kölesin. Zamanı gelince sende benim gibi öldürüleceksin. ÖÖÖzgürlük diye bir şey yok! Ne bu dünyada ne de başka bir yerde….o zaman söyle bana benim ölümüm sana ne kazandıracak! Onur mu ! güldürme beni….”

Yüzünün yarısı parçalanmış olmasına rağmen hala konuşmaya çalışıyordu. Söylediği her şeyin doğru olmasından nefret ediyordum ama yine de umursamaz davrandım. Bir hollowa değer verecek değildim. Hepsi kokuşmuş iğrenç varlıklardı. Kanımızı kirleten varlıklar. Hepsinden nefret ediyordum. Ölüm fermanımın bunların elinde olması düşüncesine bir türlü katlanamıyordum.

Bir hollowa bağlı kalmaktan nefret ediyordum. Eğer var olmasalardı o zaman doyasıya yaşardık. Ama yine de bu köle olduğumuz gerçeğini değiştirmiyordu. Hayatımız için başka hayatları alıyorduk. Hem de 1000 yıldır…. “insanları korumakmış…” ,“onurumuzu korumakmış” …. Hepsi bir yalandan ibaretti. Hepimizin amacı bu sefil hayatlarımızı devam ettirmek içindi. Kendi bencil doğamız içindi… Kabul etmeyi reddetsek de bu gerçekti.
Yine de başında durduğum hollowa bileklerimden çıkarttığım Quincy okumu doğrulttum, bu sefer oyun oynamayacaktım. Tam kafasının ortasından vuracaktım. Zaten bedenini de kullanabilecek durumda değildi. Kendi çaresizliğimin acısını ondan çoktan çıkarmıştım. O yüzden bu sözleri rahatlıkla söyleyebiliyordu. Çünkü Hollowların doğasında rakibin çaresizliğini hissetmek ve ondan beslenmek vardı. Ama yine de her ne kadar söyledikleri doğru olsa da okumu doğrulttum ve,

“Senin ölümün benim gücümün kölesi olacak. Ve bunun için de başka bir nedene ihtiyacım yok Hollow.” Dedim.

Ama o bu sözlerime kahkaha attı.
“ SANA BENİ GÜLDÜRME DEDİM! GÜÇ İÇİNMİŞ HAHAHA BİR KÖLE ASLA GÜ….”

Cümlesini tamamlamasına izin vermeden oku kafasının ortasına atmıştım. Pislik..! benim cümlemin üstüne daha fazla konuşma hakkını nerden buluyordu.
Yine de ellerim titriyordu. Bugüne kadar sorguladığım her şeyi bir hollowdan duymak…. Ah gerçekten iğrenç bir şey…. Kahretsin! …. Aslında…. hiçbiri var olmamalıydı.

Kafam bu düşüncelerle boğuşurken birden yüzüme bir serinliğin değdiğini hissettim. Hemen elimi yanağıma götürdüm ve buna neyin sebep olduğunu anlamak için serinliğin olduğu yeri silip elime baktım. Ha!!…. Şaşırmıştım. Hollow ile dövüşmeye o kadar konsantre olmuştum ki yağmurun ne kadar süredir yağdığını bile fark etmemiştim. Bu huyumdan her zaman nefret ediyordum. Bir şeyler benim için önemli olduğunda diğer tüm şeyleri unutabiliyordum.

“Michiko-samaaa!... efendimmm…. Michiko-samaaa!...”

Yağmur şiddetini daha da arttırdığı sırada birinin arkamdan ismimi söyleyerek koşturduğunu duydum ve hemen arkamı dönüp kim olduğuna baktım. Hah… bana seslenen siyahlardan Yukiydi. Bir Quincy, olurda saflığını kaybederse bağlı olduğu asil aile tarafından damgalanırdı. Ve bu damga ise “siyah giyinme” oluyordu. Kanı lekelemenin bedeli sonsuza kadar karanlığa bürünmekti. Bu yüzden de aile içinde bir değerleri kalmamakla beraber bir de asil aileye hayatları boyunca hizmet etmek zorunda kalıyorlardı. Bizim hayatımız onların hayatından daha değerliydi çünkü. Hah!!… sanki bizlerin onlardan bir farklı varmış gibi. Ne kadar da gülünç!!… aslında bizler de bir gün öldürülmek amacıyla hazırda bekleyen koyunlardık. Ama kimse korkularından bunu dile getirmiyordu. Üstünü hep yalanlarla, kandırmacalarla kapatıyorduk. Her ne kadar bunu sorgulasam da bende o korkaklardan biriydim.

“Michiko-samaaaa!....ahh…” yuki sonunda yanıma gelebilmişti. Koştuğu için nefes nefese kalmıştı. Biraz soluklanması için bekledikten sonra,

“efendim yuki… bir sorun mu var?”

“ahh hayır efendim bir sorun yok.. emrettiğiniz gibi tüm hollowları yokettik ancak size bakmak için döndüğümde hollowun size bir şey yapmaya çalıştığını sandım ve …..”

“ hımm anladım. Beni kurtarmaya geliyordun öyle mi?..” bunu biraz komik bulmuştum. İstemeden de olsa acı acı güldüm.
“Biliyorsun benim buna ihtiyacım yok. Sadece o Hollow yok edilmeden önce haddini aştı ve bende haddini bildirdim o kadar. “

“ahh.. peki efendim. Öyle düşündüğüm için sizden özür dilerim. Güçlü olduğunuzu biliyorum efendim. Bir anlık boş bulundum lütfen lütfen beni bağışlayın. Gücünüzün saflığına inanıyorum efendim. Lütfen…” hemen paniklemişti. Çünkü biliyordu. Biliyordu ki eğer benim yerimde bir başkası olsaydı bu tavrı yüzünden öldürebileceğini. İşte siyah ile beyaz arasındaki fark bu denli fazla bu denli kimsenin anlayamayacağı kadar derin uçurumlarla doluydu. Onların hayatı bu kadar değersizdi.

“özür dilenecek bir şey yok Yuki bu yüzden affedilecek bir şey de yok. Hadi toparlanda artık gidelim burdan. Bu arada son durum nedir? yaralı var mı?”

Benim tavrım Yukiyi rahatlatmıştı.Tekrar soğukkanlı haline geri dönüp ciddi bir şekilde,
“Hayır efendim. Sayenizde hiçbir asker yara almadı. Oklarımız sizin gücünüzle daha da keskinleşti efendim…”

“Anladım. Peki yok edilen hollow sayısı sınırı geçti mi?”

“Evet efendim. Oklarımızın ucunda yok olan hollow sayısı 100.000 ni geçmiş bulunmakta. Bu sayı bizim gurur tablomuzdur efendim.”

“Anladım. Peki askerlere söyle boyut kapısını açmak için hazırlansınlar. Eve dönüyoruz. Bugün yeterince birilerini kızdırdık. Daha fazlasına gerek yok. Kesinlikle bizi fark edecekler bundan eminim ancak yerini bilmediğin şeyin peşinden de gidemezsin değil mi?”

“Evet efendim.”

Bu doğruydu. Shinigamiler tarafından 200 yıl önce tüm Quincyler katledilmişlerdi. Ve o günden bugüne ise elde kalan bir avuç asil aile dünyanın dört bir yanında dağılmış bir vaziyette gizli kapaklı yaşıyordu. Bu aileler içinde sadece biz soylu “Kurosaki Ailesi” bu savaşı devam ettiriyorduk. Hollowları yokederek onların o sürekli dillerinden düşürmedikleri sözde dengelerini bozuyorduk. Bugün yapılan savaşta yine bunun içindi ve bu seferki sayımız öncekilere nazaran daha fazlaydı.

100.000…..

Bu sayı bizim yok olmadığımızın kanıtı, kendilerini bir şey sanan Shinigamilere bir hediyemizdi. Kanlı cellatlar….
Aslında yapılan bu savaşların hepsinde her zaman gerçek niyetlerin üstünü örtme cabası vardı. Yalanlarla kendilerini kandıran insanlar topluluğu. Bu duruma ne kadar kızsam da yine de nefretimi yenemiyordum. Shinigamilerden hollowlara nefret ettiğimden daha fazla nefret ediyordum. İşte bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecekti. Onları ortadan kaldırmak için gerekirse kanın kölesi olurum daha iyi.

“Komutan Kurosaki Michiko, boyut kapısı için her şey tamam. Lütfen önden buyurunuz.”

“Hah.. hemen geliyorum.”

Ordunun bulunduğu alana doğru gidince herkesin hazır vaziyette beni beklediğini gördüm. Hepsi sıraya dizilmiş, gururla beni selamlıyorlardı. Tüm ordu askerleri siyahlardan seçilirdi. Çünkü bir asilin hayatı 1000 melezin hayatından çok daha değerliydi. Siyahların yeri doldurulabilirdi ancak bir asilin yeri asla doldurulamazdı. Bütün bu ordunun içinde bir tek ben ordu komutanı olarak beyazdım. Ancak benim üzerimde her ne kadar beyaz askeri üniforma olsa da omuzlarımda her zaman siyah bir pelerin bulundururdum. Babam buna her zaman karşı çıkardı ancak ben ordumun beni her gördüklerinde kendilerini değersiz hissetmelerinden nefret ederdim.
Kimse yara almamıştı. Buna çok sevindim. İkinci defa kirlenmelerine tahammülüm yoktu ve bugüne kadar da ordumda hiçbir askerin ölmesine izin vermemiştim.

Herkesi selamladıktan sonra da ordudan bağımsız duran 5 kişilik grubun yanına gittim. Her biri aralarında 2m bırakacak şekilde beşgen şeklini almış ellerinde mühür çubuklarını toprağa batırmış bir şekilde, beni bekliyorlardı. Safkan olanlar normalde mühür çubuklarına gereksinim olmadan boyut kapısını açabilirlerdi ancak bir melez bunu yapamazdı. Onların boyut kapısı açabilmeleri için mühür çubuklarına ihtiyaç duyarlardı hem de bir değil beş taneye ihtiyaçları vardı. Çünkü bizim gücümüz beş köşeli yıldızdı. Beş köşenin beşide farklı yöne bakan bir yıldız. Beş mühür çubuğu kullanılarak oluşturulan yıldız melez kanının anca harekete geçmesini sağlıyordu. Yani saf olmayan kanın harekete geçmesi anca bu şekilde uzun prosedürler uygulanarak sağlanabiliyordu. Bu da onlar için çok ağır bir dezavantaj sağlıyordu. Çünkü yapılan her teknik bu yüzden uzun zaman alıyor ve bu da onları çok kolay bir şekilde yem haline getiriyordu. Ancak saf kan da böyle engeller mevcut değildi. Her Quincy tekniğini rahatlıkla kullanabiliyorduk. Ne bir sınır ya da ne bir engel vardı. Boyut kapısı açmak içinde ihtiyacımız olan tek şeyde sadece “kendi saf kanımızdı.” O kadar.

Yavaşça yıldızın ortasına doğru yürüdüm. Sol elimi pelerinden dışarı çıkarıp hızla yere koydum ve toprağa iyice bastırdım. Bastırdıkça kolumdaki damarların daha da belirginleşip, kanımın aşağıya doğru aktığını hissedebiliyordum. Kanım beş parmağımdan toprağa doğru hareket edip yıldızın beş farklı köşesine doğru giderek orda birikmeye başladı. Mühür için gerekli miktar birikince kolumu hemen çekip “açıl” dedim. Kandan gölge yavaşça açıldı ve içine yüzlerce siyah Quincyi çekip tekrar kapandı.
Böylece bir aya yakın süren Hueco Mundo yolculuğumuz kan gölgenin kapanmasıyla son buldu.


İKİNCİ KISIM


“Eve Dönüş”
“hey duydun mu Yohiko! Michiko-sama komutasındaki ordu bu sefer 10.000 hollowu yok etmiş ve hiçbir asker dahi yara almamış. Vay canına 10.000 hollow ve hiç yara almayan askerler inanılacak gibi değil. Michiko-sama gerçekten çok güçlü.”

“evet duydum. Gerçekten süper. Ve birazdan saraya geçiş yapacaklarmış. Kesinlikle onu görmek istiyorum. Hadi sarayın girişine gidelim.”

“hadi gidelim. Bende çok merak ediyorum.”

“Oi! Nereye gidiyorsunuz? Yohiko! Yuna!”
“Michiko-samayı görmeye.”

“Ehhh …Bugün mü gelecekti ki?”

“Evet. Hadi çabuk olalım. Sende geliyor musun Mami?”

“Tabiki de! Hadi gidelim….”


Ordum ve ben gölgenin kapanmasıyla birlikte Kurosaki Malikanesinin ilk girişine geçiş yaptık. O esnada, İşlemeli demir kapı yavaşça önümüzde açılmaya başlamıştı bile. Bende bu fırsattan yararlanarak orduya doğru dönüp,

“Ordu! !! Karşılama yürüyüşü pozisyonunu alın!” dedim.

Bu cümle ağzımdan çıkar çıkmaz tüm askerler bir anda iki kişilik selamla pozisyonuna geçti ve en önde ben olmak koşuluyla saraya doğru yürümeye başladık. Bütün saray ve onun etrafında yaşayan insanlar bizim geleceğimizi duymuş ve karşılamaya gelmişti. Aralarındaki meraklı konuşmaları dahi duyabiliyordum.

“ Hangisi Michiko-sama acaba?”

“Salak görmedin mi? Tabiki de en öndeki beyaz üniformalı olan. Nasıl fark edemedin inanamıyorum sana.”

“Aaaa o mu? Ama o bir k…”

“Şiittt sus bak bu tarafa bakıyor. Ölmek mi istiyorsun yoksa?”

“ Ah doğru söylüyorsun yalnız çok gençmiş.”

Konuşulanlar tabi ki bunlardan ibaret değildi. Kimisi şaşırıyor kimisi hayranlıkla bakıyordu. Ancak benim için bunların hiç de önemi yoktu. Yine de tezahüratlar eşliğinde Malikanenin kapısına kadar yürümeye devam ettik. Ordumda ki çoğu asker de bu ilgiden gayet memnun olmuştu. Gülen ve gururlanan suratlarını görebiliyordum.
Malikanenin kapıları açıldığında orduma dönüp,

“Herkes dağılabilir. Şimdilik bu kadar seramoni yeter!” dedim.
Ve Ordu da hep bir ağızdan,

“Emredersiniz Michiko-sama!” dedikten sonra hepsi dağılıp ailelerinin yanına gitti. O kadar uzun ayrı kaldıktan sonra özlemiş olmaları çok normaldi.
Ve bende aile lideri olan babamın yani “Kurosaki Ryoichi” nin yanına doğru gitmek üzere koridora doğru adım attım.
Koridora adımı atar atmaz hemen yanıma aile uşağımız Ryu geldi.

“Ooo hoşgeldiniz Michiko-chan! Babanız sizi bekliyor. Lütfen pelerininizi almama izin verin. Biliyorsunuz Ryoichi-sama bu durumdan pek hoşlanmıyor.”

Ah.. evet biliyordum. Bende diretmedim. Çünkü diretirsem bu durumdan zararlı çıkacak olan kişi Ryu olacaktı. Hemen çıkarıp ona doğru uzattım. Yaşlı Ryu buna sevinmişti.

“Hoşbulduk Yaşlı Ryu. Babam nerede?”

“Büyük salonda sizin gelmenizi bekliyor Küçükhanım.”

“Anladım. Teşekkür ederim Yaşlı Ryu.” Ryu pelerini alıp giderken ona gülümsedim. Oda bana gülümseyip göz kırptı. Annem ve kardeşimden bu yana Ryu bana hep yardım etmiştir. He zaman beni korumuş hep benim yanımda olmuştur. İkinci babam gibide denilebilir. O yüzden babamın olmadığı zamanlarda bana hep –chan diye hitap eder bende ona Yaşlı Ryu diye. Bu bizim aramızdaki gizli sırrımızdı. Hatta yaşlı Ryu bunun için ben daha küçücük bir çocukken “sevgiyi açığa çıkaran güç” derdi. Şimdi düşününce ne kadar komik geliyor değil mi? …. Ancak ne kadar komik gelse de, o zamanlar gerçekten sihir yaptığımı düşünürdüm. Eğer yeteri kadar sevgi açığa çıkartırsam daha da çok güçlenip sevdiklerimi koruyabilirdim.

Yaşlı Ryu gittikten sonra büyük salonun kapısında bir süre bekledim. Sonra derin bir nefes aldım ve çift kanatlı kapıları sonuna açtım. İçeriye bir adım attıktan sonra da geriye dönüp kapıyı arkamdan kapattım. Victorian tarzında olan bu salon, malikânenin en büyük ve tavanı en yüksek olan odasıydı. Öyle ki sadece kuzeye ve güneye bakan duvarlarının her birinde, yerden tavana kadar uzanan ve her birinin aralarında bir metre olacak şekilde tam tamına on pencere mevcut olmakla beraber, doğu ve batı duvarlarının kuzey ve güney duvarlarına olan mesafesi ise 45 metre idi.
Her yeri işleme ve tablo olan bu salonun tam ortasında ise 100 kişilik dev bir yemek masası, tavandan sarkan altın ve yakut işlemeli büyük avize vardı.
Salona girip, şöyle bir etrafıma baktığımda babamı, büyük salonun güneye bakan uzun ve büyük pencerelerinden birinin yanında durmuş, dışarıda batmakta olan güneşi seyrederken buldum. Hemen babamın bulunduğu yöne doğru hızlı adımlarla ilerledim. Aramızda iki metre mesafe kalana kadar yanına gittikten sonra, sağ dizimi yere koyup, sağ elimi de kalbime doğru götürerek,

“Bir aydan biraz daha fazla süren Hueco Mundo savaşımız hiçbir kayıp vermeden başarılı bir şekilde tamamlanmıştır efendim.” Dedim. Ve babam bir şey diyene kadar da başımı kaldırmadım.

Kısa bir sessizlikten sonra, babamın iç çekerek “ayağa kalkabilirsin Michiko.” Dediğini duydum.

Ayağa kalktığımda babamın pencereden biraz uzaklaşıp, gözünün ucuyla bana baktığını gördüm. Biraz önce yaptığım harekete kızdığı belliydi. Çünkü babam güneşin batışını izlerken asla ve asla rahatsız edilmek istemezdi ve bende bunu biliyordum. Ama yine de babam güneşin batışını izlerken onun yanına gelmiş ve selamımı vermiştim. Hoş zaten beni yine de bekletmiş yaptığım davranışa böylece tepki vermişti ama….

“Bazen benimle inatlaştığını hissediyorum Michiko. Acaba hislerimde yanılıyor muyum?”
Yanılmıyordu tabi. Ama yine de ben,
“Yanılıyorsunuz Babacım. Sizinle inatlaşmak asla benim amacım olamaz.”

Gerçi babam bu sözlerime rağmen pek ikna olmuşa benzemiyordu. Ama yine de diretmedi. Bunun yerine tekrar iç çekerek,
“Peki sen öyle diyorsan, bende öyle kabul edeceğim.” Dedi ve beni omuzlarımdan tutarak kendine çekip sarıldı. "Güneşin batışını her seyrettiğimde annenin ve kardeşinin sıcaklığını hissettiğimi biliyorsun. Her ne kadar beni affetmesen de, aldığım kararları mükemmel bir şekilde yerine getirdiğin ve benimle kaldığın için teşekkür ederim Michiko!”
Ahhh… babamın her seferinde aynı konuşmayı yapmasından nefret ediyordum. Aslında o da bunu biliyordu ancak yine de günah çıkarmaya devam ediyordu. Her ne kadar bu şekilde konuşsa da bunların hiç biri benim için önemli değildi. Sonuçta geçmişi değiştiremezdik. Ve ben, hayal kurmayı uzun zaman önce bırakmıştım. Bu yüzden de affetmenin ya da af dilemenin benim hayatımda bir anlamı yoktu. Hata yaptığınızda bunun telafisi olur ancak yapılan hatalara göz yumduğunuzda işte bunun asla telafisi olmazdı. Bunu acı deneyimler yaşayarak öğrenmiştim ben. Ve bir daha asla böyle bir deneyim yaşamayacaktım. Çünkü güçlüydüm artık. Aciz değildim… olmayacaktım da. Değer verdiğim herkesi her ne olursa olsun koruyabilecektim.

“Biliyorum baba… biliyorum. Aldığın kararları ve onların sonuçlarını da biliyorum. Ama emin ol bu kararlarının içinde hollowla veya Shinigamiler olmasaydı sana asla yardım etmezdim.”

Babam affedilmeyi umduğu için benim bu sözlerim onu yine şaşırtsa da hemen kendini topladı ve ellerini omuzlarımdan çekti. Ve tekrar ciddi haline geri döndü.

“Aldığım kararların hepsini ne için aldığımı gayet iyi biliyorsun. Sonuçları ağır olabilir ancak öncelikli hedefimiz “asil kanı” korumaktır Michiko… ailemizi değil.”

“O zaman geçmişten af dilemenin hiçbir anlamı yok BABA!!” son sözümü istemeden yüksek sesle söylemiştim. Ama ben yine de kendimi durduramıyordum. Tek bildiği şey buydu işte.

“Geçmişi düşünüp, sonra da yalandan güneşin batışını izleyerek annemi ve kardeşimi anmanın hiçbir mantığı YOK! BİR DE BENİM SENİ AFFETMEMİ BEKLİYORSUN! “

“Yeter! Michiko sus artık!” Babam bana arkasını dönmüş ileriye doğru yürüyordu. Ancak onun sakinliğine karşı ben sakin kalamıyordum.

“SUSAYIM MI? BENDEN HER SEFERİNDE AF DİLİYORSUN BABA! ANNEM VE KARDEŞİM SENİN İÇİN BU KADAR ÖNEMLİ OLSAYDI ONLARI KORURDUN. AMA DEĞİLDİ DEĞİL Mİ?”

“Öyle olmadığını biliyorsun.”

“BİLİYOR MUYUM? HER ŞEYDE ŞUNU BİLİYORUM BUNU BİLİYORUM. HAYIR BABA BEN HİÇBİR ŞEY BİLMİYORUM. BİLMEYECEĞİM DE. BENİMLE DALGA GEÇMEYİ NE ZAMAN KESECEKSİN.”

“Yeter artık sus diyorum sana. Senin hiçbir şeyden anladığın yok!”

“HİÇBİR ŞEYDEN ANLADIĞIM YOK MU? ASIL SENİN HİÇBİR ŞEYDEN ANLADIĞIN YOK. YÜZYILLARDIR TUTTURDUĞUNUZ TEK ŞEY –ASİL KAN- DEĞİL Mİ? AİLELERİMİZDEN, SEVDİKLERİMİZDEN ÜSTÜN OLAN TEK ŞEY BU DEĞİL Mİ? PEKİ NE İÇİN BABA? NE İÇİN?”

“Ne için mi? Bu yüzden hiçbir şeyden anladığın yok senin.”

“YETER ARTIK BABA!”

“Daha fazla konuşma Michiko!”

“BABAAAA!!!!” Artık gözlerimden yaş gelmeye başlamıştı. Sinirden titriyordum. Bu kadar umursamaz biri olduğu için, hala aynı şeyleri söylediği için …..hala asil olmanın üstünlüğüne sahip çıktığı için. Lanet olsun…. Lanet olsun….

“BİLİYOR MUSUN BABA! BU ASİL KAN DİYE KAFAYI BOZMUŞ OLANLARIN HEPSİ HEPSİ BİRER KATİLDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL.”

İşte bu sözüm babamı sinirlendirmeye yetmişti. Hemen arkasını döndü ve hızlı adımlarla yanıma gelerek elini kaldırdı. Gözleri sinirden kıpkırmızı olmuş nefesleri düzensizdi. Ancak yine de bana vurmamıştı. Gözlerini kapayıp birkaç kere derin derin nefes alıp verdikten sonra, gözlerini tekrar açıp bana baktı. Hava da kalan elini de benim hizama getirdi ve işaret parmağını bana doğru sallayarak,

“SANA YETER DEDİM MİCHİKO! HADDİNİ AŞIYORSUN.
ANLAMADIĞIN,BİLMEDİĞİN KONULAR HAKKINDA ATIP TUTUYORSUN.”

“BİLMEDİĞİM KONULAR MI BABA! PEKİ SÖYLE BAKALIM O ZAMAN NEYMİŞ BENİM BİLMEDİĞİM KONULAR.”

“KAPA ÇENENİ! DAHA FAZLA BU ŞEKİLDE KONUŞMANI YASAKLIYORUM. DERHAL ODANA GİT!”

“HAH! İŞTE SENDEN DE BU BEKLENİRDİ. GEÇMİŞİ YÜZÜNE VURUNCA HEMEN YASAK KOYUYORSUN DEĞİL Mİ? O ZAMAN BEN SÖYLİYİM SANA. O YANA YAKILA BİLMEDİĞİM KONU “KAİSER GESANG” İSE BOŞUNA NEFESİNİ TÜKETME BEN ONU ÇOKTAN BİLİYORUM.”

Bu sözlerim babamda şok etkisi yaratmıştı. Ancak orda durup, babamın cevap vermesini beklemeye hiç niyetim yoktu. Hemen arkamı dönüp, odadan çıkmaya niyetliyken babamın kolumu tuttuğu gördüm. Sinirle babama doğru döndüğümde, babamın acıyla bana baktığını gördüm. Biraz önceki sinirinden hiç eser kalmamıştı. Sanki biraz daha üstüne gidilse ağlayacakmış gibi.
Konuşmaya tekrar başladığında sesinde isyan eden birinin tonu vardı.

“O zaman söylesene he Michiko… Gerçekten….. gerçekten…. katil ben miyim?”

Babamın bu isyanı karşısında şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. Haklıydı aslında. Gerçekten katil babam mıydı yoksa kurallar mıydı? Bende bilmiyordum. Ama yine de …. Ama yine de….

“Ama yine de bu mücadele etmediğin gerçeğini değiştirmiyor Baba! Sonuçta her şeye rağmen ben yine annemsiz ben yine kardeşsiz kaldım değil mi?”

Babam o kadar acı ile dolmuştu ki yapabildiği tek şey kolumu daha da sıkı tutmak oluyordu.

“MMichiko…. MMichiko… yalvarırım….”

Ancak ben o kadar yorulmuştum ki cevap verecek gücü kendimde bulamamıştım. Sadece kolumu babamdan kurtarıp, bir an önce odadan çıktım. Arkama bile bakmadan….
ÜÇÜNCÜ KISIM



“Korumak İstediğim…”

Odadan dışarı çıkmama rağmen kalbim hala deli gibi çarpıyordu. Her zaman sert ve ciddi biri olarak gördüğüm babamın bu denli aciz ve üzüntülü görmek tüm duygularımı alt üst etmişti. Sakinleşmek için hemen bir duvarın kenarına oturup, kalp atışlarımın düzensiz ritminin normal hale gelmesini bekledim. Babamla ben annemle kardeşimi kaybettikten sonra her zaman tartışırdık ancak hiç bu kadar uzun ve geçmişe yönelik tartışmamıştık. Ve o zamanların aksine babamı hiç böylesi bir biçimde görmemiştim.

Ancak yine de bu geçmişi değiştirmiyordu. Babamın o gün ki soğuk ve katı duruşunu asla unutmayacaktım. Gözleri bir canavarın gözleri gibi kıpkırmızıydı. Doğruca anneme bakıyordu. Annemse sürekli yalvarmıştı.

“lütfen… Ryoichi… lütfen…yalvarırım….”

Annemin onca yalvarmalarına rağmen, babam yine de o kan tutkusuyla yanıp tutuşmuş gözleriyle anneme bakıp,

“Quincy Prosedürü Uygulansın!” demişti.

Hala o karardan sonra attığım çığlıkların haddi hesabı yoktu. Sesim kısılana.. hayır.. kısıldıktan sonra bile bağırmıştım. Gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya deli gibi akmıştı. Ancak o gün beni annemden sonra en çok üzen şey ise yüzünü bile göremediğim kardeşim olmuştu.
Evet … annem prosedür uygulandığında 6 aylık halimeydi. Hiç suçu günahı olmayan zavallı kardeşimde annem ile birlikte öldürülmüştü.
Benim kaybettiklerimle ailem temizlenmiş miydi? Lanet olası moruklar….

Ailemizde anneme yapılan gibi prosedür uygulanan binlerce kişi vardı. Geçmişten bugüne sözde asil kanlarını korumak adına bir sürü analarımızı, bacılarımızı, dedelerimizi ve daha nicelerini kurban edilmişti. Buna en yakın tarihteki kişiler de annem ve Ronin amcamdı. Tabi herkese prosedür uygulanmıyordu. Sadece önemli aile üyeleri yani asil kanı taşıyan kişilere uygulanıyordu. Çünkü onlar diğer neslin devamını getirebilirdi. Diğerleri ise asıl aileye hizmetçi oluyordu. Peki neden asil kan taşıyanlar da hizmetçi olmuyordu değil mi?

Bir asil üyenin saflığı gittiğinde o kişi “kısır” olarak adlandırılıyordu. Yani ondan olacak çocuklar saf olamayacağı için yaşamasının da pek bir anlamı yoktu. Ne yani bir liderin karısı hizmetçi mi olacaktı. Yaşamasın daha iyi. Bu durum erkekler için de geçerliydi. Ancak asil ailenin dışında kalanların zaten kanları bozuk olduğu için öldürülmeleri gerekmiyordu. Onlar zaten doğuştan köleydiler. Ağır kurallar sonradan kirlenenler içindi. Kanlarının kutsallığını koruyamayanlar düşmüş bir melekten daha düşüklerdi.
Evet annemi ve ronin amcamı işte bu çarpık ,içi kokuşmuş kurallar öldürmüştü. Geçmiş zamanı tekrar düşündüğümde, içimde bir yerlerde içi doldurulamayacak olan o boşluk yeniden canlanıyordu. Gözyaşlarım kuruyana kadar sessiz sessiz ağladım. Kalbim biraz öncekinden daha sakin atmaya başladığı vakitte ise yavaş yavaş ayağa kalkarak koridor boyunca yürüdüm. Koridorun sonundaki merdivenlerden aşağıya inip, ikinci resimli koridordan sola saptım. Bir an önce odama gidip üzerimi değiştirmek istiyordum.

Ancak tam odamın kapısını açacakken yan koridordan Yaşlı Ryunun ve sabırsız bir veledin sesleri geliyordu. Bu sabırsız veledin sesini duymayalı sanki bir ömür olmuştu. Gülümsedim.

“Yaaaa …. Bbırakkk beni yaşlı bunnnakkkk. Onu görmeye giidicemmm yaaa… bıraksana”

“Ama küçükhanım. Michiko-sama çok yorgun döndü. Bırakın biraz dinlensin. Evet evet dinlensin he olmaz mı hem yarın bol bol konuşursunuz

“Hadi ordan yaşlı bunak. Benim Michikom asla yorulmaz. Hem Ryoichi amcamın odasından çıktığını duydum. Büyük bir ihtimal şu an odasına doğru gidiyordur.”

“Ahhh küçükhanım ben sizinle napacağım. Ama Michiko-samayı rahatsız etmenize izin veremem.”

“Heh… yakalada görelim…”

“Duuurun …. Küçükhanım …. Hay allahım ne hızlı çocuk bu….heyyy”

Küçük adımların birden hızlandığını ve bana doğru yaklaştığını duyabiliyordum. Köşeyi dönmesine az kalmış olmalıydı. Gülümseyerek arkamı döndüğümde bana doğru heyecanla ve sevinçle deli gibi koşan küçük bir kız gördüm. Ve tabiki Yaşlı Ryuda nefes nefese kalmış bir şekilde arkasından koşuyordu. İster istemez kahkaha attım. Hemen kollarımı açıp bana gelmesini bekledim. Küçük kızda bunu görünce oda kollarını açtı ve daha hızlı koşmaya başladı.

“Michikoooooo- neesannnnnn!!!!!!.....hahahaha"

Hızlıca koşup boynuma sarıldı. Bende ona sıkıca sarıldım. Ahh.. tanrım! ne kadar da özlemişim.

“hoş geldin! Nee-san … hoş geldin. Seni o kadar çok özledim ki tahmin bile edemezsin. Senin yokluğunda bu yaşlı bunakla takılmak zorunda kaldım. İnan bana hiç eğlenceli değildi.”

“hahaha… hoşbulduk Masaki-chan… hoşbulduk… hımmm demek Yaşlı Ryu hiç eğlenceli değil ha”

Yaşlı Ryu da daha yeni yanımıza gelmişti. Hemen ellerini dizlerinin üzerine koyup, ağır ağır nefes almaya başladı.

“ahh tanrım! ….Masaki-chan…. beni …..bir gün …..öldürecek.”

Küçük Masaki de Yaşlı Ryuya doğru dönüp,
“Sana bir şey olmaz Yaşlı Ryu! Hem gerçekten de eğlenceli değilsin.”

“Yaa …. Öyle mi Masaki-chan… hımmm… O zaman size bir daha o çok sevdiğiniz keklerden yapmayacağım….”

Masaki bunun üzerine hemen Yaşlı Ryunun boynuna sarılıp,
“Ama eğlenceli olmadığın, güzel kekler yapamadığın anlamına gelmiyor ki. Masaki, Yaşlı Ryunun keklerini çok seviyor. Çünkü Masaki o kekleri yiyince çok mutlu oluyor. He yapacaksın değil mi?”

Bunun üzerine Yaşlı Ryuda Masakiye sarılarak,
“Ah… Masaki-chan mutlu olduğu sürece Ryu ona kekleri yapmaya devam edecek. Seni deli kız, nasıl da beni kendine bağlıyor…” sonra da üçümüzde gülmeye başladık. Bu halimiz inanın bana her şeye değerdi. Biraz zaman geçirdikten sonra Ryu,

“Hah!... beni iyi lafa tuttunuz sizi cadılar. Yapılacak tonlarca işim var benim. Akşam yemeği için sizi tekrar çağırmaya gelirim. Size iyi vakitler hanımefendiler.”

Ryu odadan çıkmak üzereyken Masaki ile ben aynı anda,
“Görüşüz Yaşlı Ryu!”

Ryu, bize gülerek veda ettikten sonra odadan çıktı. Masaki ile ben de başbaşa kalmıştık. Bir aydır odamda yatmamıştım. Ancak yatağıma hemen yatmadan önce Masakiye dönüp,

“Benim ilk önce bir duş almam lazım küçük cadı. O zamana kadar buralarda oyalan tamam mı?”

Masaki de hemen kaşlarını çatıp,
“heee! … ama daha seninle hiç konuşmadık…”

“Tamam işte. Sen beni burada bekle zaten. Ben hemen geliyorum.”
“Olmaz Michiko –neesan! Benimde banyo yapmam lazım. Bende geleceğim.”

“Ahhh… tamam öyleyse hadi birlikte banyo yapalım o zaman. Tıpkı eski günlerdeki gibi oldu mu?”

Bu cümlem Masakinin çok hoşuna gitmiş olacaktı ki hemen o çok sevdiğim sıcak gülüşünü yüzüne yerleştirip,
“Aynen!.. tıpkı eski günlerde ki gibi” dedi ve hemen üstünü çıkarmaya başladı. Buna gülmemek elde değildi. Ona her baktığımda aklıma her zaman Ronin amcam gelirdi. Çünkü…

Masaki, bana Ronin amcamdan kalan tek hatıraydı. Bu yüzden de onu her zaman koruyup kollardım. Ronin amcam ve annem infaz edildiğinde, ben 14 Masaki ise daha 2 yaşındaydı. O günden beride Masakiyi yanımdan hiç ayırmamıştım. Onu doğmamış kardeşimin yerine çoktan koymuştum. Ronin amcam yaşasaydı eminim oda bunu isterdi.
Yukiko yengem ilk çocuğu olan Masakiyi dünyaya getirdiğinde o cılız ve narin sesiyle bana doğru güçlükle dönüp,

“Michiko, bundan sonra kızım… sana emanet…. Ne ….olursa….olsun….onu ….tüm gücünle….koru….kolla… benim… bunu…yapacak…zamanım….maalesef… kalmadı…. Michiko…lütfen…” demişti.

Tabi o zamanlar küçük bir kız olduğum için Yukiko yengemin ne demek istediğini anlamamıştım. Çünkü o an tek düşündüğüm şey, artık yeni bir kardeşimin olduğuydu. Yukiko yengemin o sözleri ölmek üzere olduğu için söylediğini ben nereden bilebilirdim ki. O an sadece uyuduğunu düşünmüştüm.

Ama yine de o an Yukiko yengemin söylediklerini anlamama rağmen, Masakiye hep ben bakmıştım. Ronin amcam öldüğünde bile bu durum hiç değişmemişti. Değişmeyecekti de. Şimdi düşünüyorum da belki de Ronin amcam o yüzden öldüğünde bile gülümsüyordu. Çünkü o da biliyordu ki biricik kızı artık emin ellerde olacaktı. Evet …şimdi artık böyle olduğuna bende inanıyordum. Bu yüzden korumak istediğim ve korumak istediklerim her şey için çok daha güçlü olmak zorundaydım. Daha da güçlü olacaktım. Bir daha kimseyi kaybetmeyene kadar….


DÖRDÜNCÜ KISIM



“Senin Gibi Olsun.”

Banyoya ilk ben koşmuştum. Çünkü fazla heyecanlı biriydim. Yerimde asla duramazdım. Bu yüzden de sevindiğim zamanlarda ya da sevindiğim şeylerde yerimde duramaz hemen olaylara dâhil olmaya çalışırdım. Hatta bu huyum yüzümden Yaşlı Ryu az çekmemişti elimden.
Ve yine aynı şeyi yapmış, heyecandan üstümdekileri bir çırpıda çıkarmış, banyoya son sürat koşup, küveti doldurmaya başlamıştım. Arkamdan gelen ablamın kahkahalarla karışık sesini duyabiliyordum.

“ahh .. Masaki …seninle ne yapacağız biz? Eminim evlendiğinde de böyle olursun sen. Şimdiden acıyorum gerçekten müstakbel eşine. Sana ayak uydurmakta güçlük çekeceğine eminim.”

Ablamın bu sözleri üzerine, kaşlarımı çatıp,
“hiç de bile. Eminim oda benim gibi enerjik olacaktır. Hatta biraz daha fazla olabilir. Sonuçta sürekli ciddi olan bir adam beni boğar.”
Bu sözlerim üzerine ablam önce şaşırıp, sonra biraz öncekinden daha fazla gülmeye başladı.

“Hahaha!... deli bu kız aman Tanrım! Büyümüşte bir de evleneceği adamı tasvir ediyor. Hele senin evlenmene daha çok var. O zamana kadar fikrin çok değişir.” Dedi ve küvete girdi.

“Hıh! … bence hiçbir zaman değişmeyecek. Bak görürsün neesan birgün kesinlikle neşeli biri ile evleneceğim. Ve biz sonsuza kadar mutlu ve mesut olacağız.” Dedim ve bende küvete girdim. Saçlarıma şampuan sürdüğüm sırada ise ablam da bana doğru dönüp,

“Eh… sen bu kadar çok istiyorsan, Tanrı seni asla kırmaz Masaki. Umarım çok mutlu olursun. Sonsuza kadar….” Dedi ve elleriyle saçlarımı köpürtmeye başladı. Çünkü bu kadar uzun saçlarımı köpürtürken ablamın aksine çok yoruluyordum. Bu yüzden de saçlarımı her zaman ablam yıkar ve tarardı.

“Sahi neesan. Peki sen nasıl bir insanla evlenmek isterdin söylesene?” dedim.

Bu sözüm üzerine biraz duraksadı ancak yine de cevap verdi.
“hımm… bir düşünelim o halde….. bilmem ki… ben hiç bu durumu düşünmemiştim desem yeridir. Ama …sanırım … normal biri olsun isterdim. Her şeyden uzak biri mesela.”

“He!... her şeyden uzak biri mi? Nasıl yani?”

“Şöyle yani. Mesela Quincy ile alakası olmayan biri gibi.”

Ablamın bu sözlerine çok şaşırmıştım. Çünkü hayalinin gerçekleşme ihtimali hiç yoktu.
“Quincy olmayan biri mi? Biliyorsun bunun olması imkânsız. Zamanı geldiğinde hepimiz kendi ailemizden olan saf Quincylerle evlenmek zorundayız. Sonuçta korumamız gereken asil kanı…”

“MASAKİ!”

Ablamın benim sözlerime sinirlendiğini ve bu yüzden sözümü kestiğini anlamıştım. İlk defa ablam bu kadar sinirlenmişti. Bu yüzden şaşkınlıkla ona baktığımda, yüzünün hemen yumuşadığını ve tekrar konuşmaya başladığında ise sesinin tonunun eskiye oranla daha yumuşak olduğunu fark ettim.

“Masaki! Bu şekilde konuşmamalısın. Bizim geleceğimiz kimsenin elinde değil biliyorsun. Geleceğini ve evleneceğin adamı kendin belirlemelisin. Koruman gereken şey kanın değil, hayattır. Lütfen önceliklerini belirlerken hayatını düşün. Ve bir daha bu şekilde konuşma lütfen.”

“Ama nee…”

“Lütfen Masaki!”

O zaman ablamın ne demeye çalıştığını anlamama rağmen ona “Tamam” demiştim.
Bundan bir ay önce yani ablam yolculuğa yeni gittiği zaman, Ryoichi amcam beni odasına çağırmış ve bana Quincy tarihinden ve Quincy kanının öneminden bahsetmişti.

“Ve bu yüzden Masaki…” demişti. “İşte bu yüzden Quincy kanının asilliği kendi hayatlarımızdan bile önemli. Onu ne kadar korur ve yüceltirsek, sevdiklerimizi de daha kolay koruyabiliriz. Sevdiklerini korumak istemez misin Masaki?”

“evet isterim Ryoichi amca.”

“İşte bu yüzden kanını kendi hayatın için değil, ailemiz için korumak zorundasın. Bir gün bu yüzden ödüllendirilebilirsin unutma!”

“Ödüllendirilmek mi? Nasıl?”

Bu sözümden sonra amcam biraz afalladı ancak hemen toparlayıp,
“Bilirsin işte .. ehem…yani.. sevdiklerimizi korumak için daha fazla güç gibi. Hem böylece ablanı da koruyabilirsin.”

“Ablamı korumak mı? …hımm.. o zaman işler değişir tabi. Abla mı korumak için öncelikle kanımı korumam gerek öyle değil mi? Basitmiş..” demiş ve hemen odadan çıkmaya çalışmıştım. Tam kapının ağzına geldiğimde ise amcam bana doğru seslenmiş, yüzündeki garip ifadeyle,

“Basitmiş değil mi Masaki!” demişti.

O zaman sadece kafamla onaylayıp, biran önce dışarı çıkmak istemiştim. Ama ablamın verdiği tepkiyi görünce, bir yer de yanlış olan şeylerin olduğunu anladım. Acaba ablam onu korumamı istemiyor muydu?

“Nee… baksana Neesan…. Şey … acaba sen, seni korumamı istemiyor musun?”

Ablamın vereceği tepkiden çekindiğim için, gözümün ucuyla bakmakla yetindim. Ancak ablam da ne bir sinir vardı ne de bir öfke. Sadece şaşırmıştı.

“He!... oda nerden çıktı Masaki? Neden beni koruyasın ki?”

“şey…. Ama sen istemesen de ben seni koruyorum ki. Çünkü Ryoichi Amcam…ba..”

“RYOİCHİ AMCAN SANA NE DEDİ MASAKİ!”

Ablam yeniden sinirlenmişti. Acaba yanlış bir şeyler mi demiştim yine. Neden ablamı sinirlendirip duruyordum. Gözlerim dolmuştu. Neredeyse ağlayacaktım. Alt dudağımın titrediğini görünce ablam hemen yumuşadı ve,

“Babam sana ne anlattı Masaki…lütfen söyle bana.”
Bende burnumu çeke çeke,

“Şeyyyy…. Bbbanna ssadecce kkanıımıı kkorummmam gerekttiğinni… bbböylece ssevdiklerimmi kkoruyyabilecceeğimi ssöyledi….bbu yyüzden bbende sseni kkoruyabileceğimmi ddüşündüm nnneesann!”
Bunun üzerine ablam bana sarıldı ve,

“Sana bağırdığım için senden özür dilerim Masaki ancak bir daha babamın sana anlattıklarını dinleme oldu mu? Kanımızı korumakla sevdiklerimizi koruyamayız. Bu bir saçmalık. Hem ben seni korurum. Senin beni koruman gerekmiyor. Asla gerekmeyecekte. Bunu sana anlattığı için babamla konuşmam gerekecek. Masaki Quincy tarihine bu kadar inanma sana anlatılmayan şeyler de var ve ben sana bunu anlatacağım. O zaman kendi doğrularını ve inançlarını oluşturulabilirsin tamam mı?”

“Tamam ablaaa! Bundan sonra hep seni dinleyeceğim söz..” bu sözlerimin üzerine ablam bana güldü ve beni alnımdan öptü.

“Tamam küçük cadı… eee hadi o zaman çıkalım banyodan ve akşam yemeğine kadar biraz uyuyalım he ne dersin?”

Bende gözlerimi silip tekrar gülerek, “Pekala..” dedim ve ikimizde banyodan çıktık.
Yatağa yattığımızda, ben hemen ablama sarıldım ve,

“He… biliyor musun neesan. Büyüdüğümde senin gibi bir kızım olsun istiyorum. Senin gibi turuncu saçları olan ve senin gibi sıcacık kahve gözleri olan. O da sevdiklerini hep korusun. Bana ve sevdiklerine karşı hep nazik ve kibar olsun.”

Bu sözlerimin ablamı güldürdüğünü görünce ona daha sıkı sarıldım. O kadar güzel kokuyordu ki. Sonsuza kadar bu şekilde kalabilirdim.
“hahaha…. Demek benim gibi bir kızın olsun istiyorsun öyle mi?... ama senin gözlerinin rengi de aynı kahveye sahip değil mi? Hem seninkiler daha güzel Masaki. Hayat dolu ve hep neşeyle bakıyor. Hem bana benzeyen bir kızın olursa garip bir damak zevki de olmaz mı?. hehe.. o zaman napacaksın? Bu çok acımasızca olmaz mıydı?”

Evet, sahiden ablamın çok garip bir damak zevki vardı. İlginç tatlar yaratmayı severdi. Mesela en sevdiği yemek, barbunya ezmesiydi. He bir de tatlı patatesin üzerine tereyağı koymayı çok seviyordu. Hiç yeme cesareti gösterememiştim ama bir gün kesinlikle deneyecektim. Ablam sevdiğine göre bende sevebilirdim değil mi?

“Hayır acımasızca olmazdı tabi. Hem sıradan olmaktan iyidir.” Deyip güldüm. “hem ben senin gözlerinin ve saçlarının rengini istiyorum. Sen dememiş miydin, Tanrı isteklerimizi anlar diye. Benim isteklerim de bu o zaman.”

Ablam bana daha da sıkı sarıldı.
“Teşekkür ederim Masaki.” Duygulanmıştı. “o zaman bende senin gibi bir kızım olsun istiyorum. Senin gibi akıllı, deli dolu, nazik, güneş gibi parlayan, sürekli gülen, bir yumruğuyla kolumu çürütebilecek kapasitede tatlı bir kız. Hah! bu arada unutmuş olamazsın değil mi? O esmer çocuktan hoşlandığını söylediğim zaman nasılda koluma yapıştırmıştın. Ve bende o morlukla bir ay sızlanarak dolaşmıştım.”

Ablam bunu söyleyince utancımdan yüzümü göğsüne saklamıştım. Evet… bende hatırlamıştım. Geçen sene ablamla gezmeye çıktığımızda, yolda bir hollowa dövüşen siyah kimonolu bir adam görmüştük. Ablam hemen yolumuzu değiştirmiş ve biraz da endişelenmişti. Nedenini sorduğumda bana sadece, “şu an görünmesek daha iyi Masaki. Söz eve gidince anlatacağım.” Demişti. Ve ben ilk defa bir hollow ve bir ilk defa bir shinigami görmüştüm. Ve ilk defa Quincy tarihini dinlemiştim. Çocuğun yüzünü tam olarak hatırlamasam da çok genç olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Belki de ablamla bile yaşıt ya da biraz daha büyük olabilirdi. Hatırladığım tek şey, kimonosunun ve saçlarının siyahlığıydı.
Ablamda daha sonra bu durumu ikimiz arasında alay konusu haline getirmiş, benim çocuğa nasıl hayranlıkla baktığımı ve nasıl âşık olduğumu söyleyip durmuştu. Ve bende dayanamayıp koluna bir tane yapıştırmıştım. Kolu anında morarmış ve bana “seni küçük terminatör. Meğerse içinde neler saklıyormuş.” Demişti. Daha sonra da bir ay boyunca o kolla sızlanarak dolaşmıştı. Ama yine de ablamın bu durumu dalgaya almasına rağmen, aslında onlardan nasıl da nefret ettiğini biliyordum. Ablam Shinigamilerden nefret ediyordu…. Bunu biliyordum. Her zaman dile getirirdi. Ancak son zamanlarda başka şeyleri düşünüyormuş gibi geliyordu. Shinigamilerden nefret ediyordu… bunu biliyordum… ama yine de….

“He söylesene Masaki…” demişti ablam, “söylesene benim gibi bir kızın olsa adını ne koyardın?”
Ablamın bu sorusunu çok saçma bulmuştum. Çünkü cevap çoktan belliydi zaten.
“Ne mi koyardım? Tabiki de Michiko! Başka seçenek var mıki?”
Bu cümlem ablamı tekrar güldürmüştü.

“Michiko mu? Haha …. Masaki biliyorsun … daha güzel isimlerde bulabilirsin. İlla benimle aynı adı taşımasına gerek yok bunu biliyorsun.”
Buna itiraz etmiştim.

“Hayır… hem senin adında güzel. “güzel akıllı çocuk.” Hem bende kızımın güzel ve akıllı olmasını isterim. Tıpkı senin gibi.”

“Ahh… peki sen öyle diyorsan öyle olsun bakalım… Peki ya kızın değil de turuncu saçlı bir oğlun olursa ne yapacaksın?”

“Turuncu saçlı oğlan çocuğu mu? .. ama turuncu saçlı oğlan olur mu ki?” Ablam bu sözüme gülerek,

“Neden olmasın Masaki! Bana benzeyen bir kız oluyor da, bana benzeyen bir oğlan neden olmuyor.”

“Ah… sanırım haklısın… evet… olabilir… o zaman… hımm… onun ismini de Michiko…ichiko….Michigo …hımm..yok olmadı..chiko..chigo…hımm…” biraz daha düşündükten sonra, “Hah! Buldum… İchigo... nasıl … güzel değil mi? Hem senin isminden türetmiş oldum hem de korumak anlamı var. Hahaha... çok güzel bir isim oldu. Evet evet oğlumun ismi turuncu saçlı İchigo..” heyecandan dizlerimin üstünde durmuştum. Ablam da ilk önce şaşırmış sonra da tekrar gülerek,

“Gerçekten güzel bir isim buldun prenses. Evet İchigo… Kulağa da çok güzel geliyor. Sanki her zaman ona güvenebilirmişim gibi.”

Ablamla biraz daha konuştuktan sonra, aklıma bana daha önce anlatmaya söz verdiği o konu geldi.
“Michiko neesan! Hani bana bir şey anlatacaktın ya. Hani banyodayken… Hatırladın mı? Onu bana anlatır mısın?”
Ve ablam o acı gerçeği ve efsaneyi anlatmaya başladı.


“KAİSER GESANG”


“Derler ki, Quincylerin Mühürlenmiş Kralı Bir Gün Geri Gelecek. Ve Bu Kralın 900 Yıl Sonra Kalbi Atmaya Başlayacak, 90 Yıl Sonra da Aklını ve Davasını Kazanacak ve 9 Yıl Sonra da Gücünü Geri Alacak.

Ve O Gün Geldiğin de,



Bahşedilen kan, intikam için kurban isteyecek. Kanı kirletenler, kandan gölgenin altında kalacak. Ve böylece kan temizlenecek. Benim kanım benim hem giyotinim hem de gücümdür. Onu koru! Onu yücelt! …Çünkü bizler Kanın Köleleriyiz. Kan ile doğanlar, kan ile ölmeye mahkûmdur. Asilliğimiz bizim ölüm fermanımızdır.



Ve Bu Kurbanlar Sayesinde Mühürlü Kral Dünyanın Tahtına 9 Gün içinde oturacak. 1000 Yıldır Kan Ağlayan Tahtın Gözleri Kuruyacak.”
Ablamın bana efsaneyi anlatırken düşündüğüm tek şey, oğlumun bu dünya da var olamayacak olmasıydı.

Birkaç saat sonra Ryu kapımızı tıklatarak,
“Akşam yemeği hazır küçükhanımlar. Ryoichi-sama sizi büyük salonda bekliyorlar efendim.”

Ablamda bende akşam yemeği için hazırlanıp hemen büyük salona gitmek üzere yola çıktık. Salon Malikânenin en üst katındaydı. Ve ben bu salonun bir tek manzarasını seviyordum. Efsaneyi dinledikten sonra ne ablam ne de ben bir tek kelime etmiştik. Çünkü şimdi onun bu derin düşüncelerinin sebebinin ne olduğunu bende biliyordum. Elinde sonunda dünya yok olacaktı ve bunun durdurmamızın imkânı yoktu. Ki bu durumu durdurmayı değil bizler de bu duruma sahip olduğumu kanlarımızla destek verecektik. Tanrım! Ne kadar acı, ne kadar üzücü.
Bunları düşündükçe birden ne kadar yorgun olduğumu ve biran önce yatmayı ne kadar çok istediğimi fark ettim. Ablam da bana çok üzüntülü bakıyordu. Neden üzüldüğünü çok iyi anlıyordum. Çünkü bu gerçeği kendisi anlatmak zorunda kalmıştı bana. Beni çok seviyordu ve bu yüzden onun gözünde benim geleceğimi yıkmak herhalde çok acı olmalıydı.
Yemeğimi bitirdikten sonra, amcama doğru dönüp, “Amcacım, izniniz olursa ben odama çekilmek istiyorum. Yemeğimi bitirmiş bulunmaktayım.” Kısa bir sessizlikten sonra ise amcam içtiği çorbadan başını kaldırım, yarı gülümser vaziyette,

“İzin senin Masaki, yemeğini bitirdiysen gidebilirsin elbette.” Dedi. Çabucak teşekkür ettikten sonra, büyük salonun kapısına doğru yol aldım. Ancak daha yolun yarısındayken ablamın birden bire dönüp amcama doğru,
“Baba, seninle yemekten sonra konuşmak istediğim önemli bir konu var.” Dedi. Ablamın bu sözü içimde nedense kötü bir his bıraktı. Acaba amcamın bana anlattıklarından dolayı onunla tartışacak mıydı? Hayır, ben bunu istemiyordum. O yüzden hemen ablama dönüp, buna itiraz etmeliydim. Ancak ablam,

“Masaki, odana gidiyordun değil mi?” dedi. Sonrasında ise, amcama bakmayı bırakıp bana baktı ve hafifçe gülümseyerek, “acele etsen iyi olur. Çok yorgun görünüyorsun.” Diye de ekledi.

Gözlerim dolmuştu. Michiko-neesan! Beni ne kadar da iyi tanıyordu. Neden yemeğimi acele ile yediğimi, neden bir an önce odama gitmek istediğimi, neden bir anda sessizleştiğimi… Hepsini hepsini çok iyi biliyordu. Ve bu yüzden de benim için amcam ile tartışacaktı. Beni amcamdan koruyacaktı. Beni kendi babasından koruyacaktı. Tanrım! …. Beni bu kadar mı çok seviyorsun Nee-san!!

Ablama doğru dönüp, “tamam.” Dedim. Sesim o kadar kuru ve çatlak çıkmıştı ki, bir an onu kontrol edemedim. Tekrar arkamı döndüm ve atabildiğim kadar büyük ve hızlı adımlar atarak büyük salondan çıktım. Ben çıkar çıkmaz da ablamın sesinin yükseldiğini ve bir çatalın yere düşme sesini duydum. Ablam,

“MASAKİYE, NASIL OLURDA SAÇMA SAPAN HİKÂYELER ANLATIRSIN?” diye sesini yükseltirken; amcam da,

“BU SENİ İLGİLENDİRMEZ MİCHİKO!!! YİNE SINIRI AŞIYORSUN.” Diye sesini yükseltiyordu.

Canım o kadar sıkılmıştı ki, bir an önce odama gitmek istedim. Bu yüzden daha fazla dinlemek istemedim. Hemen merdivenlerden aşağıya inip, koridora doğru yürüdüm. Ablamın odasının önünden biraz duraksayarak olsa da geçtim. Odam, ablamın odası ile aynı kattaydı. Ancak, aramızda bir koridor bulunuyordu. Bu yüzden, birbirimizle daha çok vakit geçirmek için, ya o benim odamda kalırdı yada ben onun odasında kalırdım. Çok nadir tek başımıza odalarımızda kalırdık. Ve bugün de o nadir anlardan biriydi.
Odamın kapısına vardığımda biraz bekledim. Neden bilmiyorum ama içimi bir yabancılık hissi kapladı. Belki de yanımda ablam olmayınca kendi odam bile bana yabancı geliyordu. Tekrar gözlerim doldu. Ablamı çok seviyordum. O beni her zaman korurdu. Şu anda bile benim için mücadele veriyordu. Beni herkesten, her şeyden çok seviyordu. Kendi ailesinden bile ilerde tutuyordu. Ben de onu çok seviyordum. Kendi ablam… hayır… kendi annem gibi.

Bu yüzden bir daha benim yüzümden onu incitmeyecektim. Benim için bu kadar çabalamasına izin vermeyecektim.
O an kendi kendime bir söz verdim.

“Bir daha asla ablamın arkasında olmayacağım. Bende onun gibi güçlü, onun gibi düşünceli, onu gibi korumacı biri olacağım ve sevdiklerimi kaybetmeyeceğim.”

Odama girdiğimde hemen gidip pencereyi açtım. Kara gökyüzünden esen rüzgar, saçlarımı havalandırınca gülümsedim. Kendime verdiğim sözden dolayı şimdi kendimi daha güçlü hissediyordum. Hatta o kadar mutlu hissediyordum ki, efsaneyi bile yenebilirmişim gibi geliyordu. Belki de o kadar da imkânsız değildir ha! Olamaz mı?

“ Umut bitmediği sürece, gelecek yeniden şekillenir.” Demişti bir keresinde ablam. O zamanlar ne demek istediğini anlamamıştım ama şimdi anlıyordum. Gülümseyerek tekrar baktım siyah gökyüzüne. Siyah geceyi aydınlatan, hilal şeklinde ki ay da bana bakıp gülümsedi.
Pencereyi açık bırakıp, doğruca banyoya gittim. Dişlerimi fırçalayıp, üstümü değiştirdikten sonra hemen yatağa yattım. İçimi bir heyecan kaplamıştı. Bir umut… bu yüzden uykuya daha rahat dalmıştım.

Ancak, o gece gördüğüm rüya beni hiç de rahat ettirmemişti…
Kullanıcı avatarı
RosenKreuz
Mesajlar: 1167
Kayıt: 13 Mar 2013 10:20
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece (10x),Bleach,Vegabond
Favori Anime: Naruto, Bleach, Fairy Tail, One Piece, D Gray-Man, Trinity Blood, Devil May Cry, Death Note, High School Dxd, High School DxD New, Ouran High School Host Club, Avatar, Ao no Exorcist, BeelzBub
Konum: Sen Söyle

Yine Alaxiel ve yine Müthiş bir Analiz. Senin analizlerini okumak hoşuma gidiyor, güzel noktalara değiniyorsun. Tebrikler.
Din Ve Duygu Pornocularına İthafen. Resim Resim
► Spoiler Göster
Ben de sizin gibi korkuların, geceleri neden bu kadar güçlü olduğunu düşünürdüm. Daha sonra korkuların karanlıktan doğmadığını anladım , korkularda yıldızlar gibi hep oradadırlar ama gün ışığı onları gizler.[/align]
Kullanıcı avatarı
Beowulf75
Mesajlar: 1441
Kayıt: 13 Tem 2012 20:59
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Akira, Lone Wolf and Cub, Berserk, Slam Dunk...
Favori Anime: GitS, Evangelion, The Tatami Galaxy, Ping Pong the Animation...
Konum: Arafta.

Yalnız bu analiz veyahutta teori değil. Bildiğin fanfiction işte. Orjinalliğini bozmadan evreni ve karakterlerin, bir kurgu yazmış kendince. Olay bu, @Elmer16.
...
Resim

İnsan da, yaşam da saçmadır; boşunadır, rastgeledir, sağlam hiç bir şey yoktur; ama yine de yaşamak gerekir.

MyAnimeList Profilim[/b]
► Spoiler Göster
[/align]
Kullanıcı avatarı
Grifthh
Mesajlar: 1936
Kayıt: 17 Ara 2013 09:01
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Berserk
Naruto
One Piece
Favori Anime: Naruto
One Piece
Death Note

Yine alexiel yine up uzun bi yazı. Gelde oku şimdi bunu ooo :lol: Neyse akşam okurum eline sağlık :)
Resim
Kullanıcı avatarı
AleXiel
Mesajlar: 735
Kayıt: 26 Ara 2012 10:50
Cinsiyet: Kadın
Favori Manga: Bleach,Naruto,One piece,Deadman Wonderland,Mirai Nikki,Berserk
Favori Anime: Bleach,Naruto,ergo proxy,hellsing,death note,gintama,dragon ball,pokemon,tsubasa,lovely complex,another,swort art online, one piece,shingeki no kyojin,mirai nikki

Fan fiction olduğu için kolay okunur bu. :D
Bu arada gözlerinize sağlık. Teşekkürler. :D

Bu arada, bu yazıyı çok önceden yazmıştım. Burada da yayımlarsam güzel olur diye düşündüm. Kısa zamanda bitirmeliyim ki, rahatlayayım. :D
Kullanıcı avatarı
RosenKreuz
Mesajlar: 1167
Kayıt: 13 Mar 2013 10:20
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece (10x),Bleach,Vegabond
Favori Anime: Naruto, Bleach, Fairy Tail, One Piece, D Gray-Man, Trinity Blood, Devil May Cry, Death Note, High School Dxd, High School DxD New, Ouran High School Host Club, Avatar, Ao no Exorcist, BeelzBub
Konum: Sen Söyle

Beowulf75 yazdı:Yalnız bu analiz veyahutta teori değil. Bildiğin fanfiction işte. Orjinalliğini bozmadan evreni ve karakterlerin, bir kurgu yazmış kendince. Olay bu, @Elmer16.

Ah be kardeşim, üşendim okumadım. Ne diye bozuyorsun. Çaktırma.
Biliyorum Analiz olmadığını, genelde Alaxiel hep analiz yapıyordu, bu sefer analiz nerdeye getiriyorum. Uzun süredir yeni bir analiz yapmadı, üstü kapalı orasnı iğneliyorum (arkadaşça tabikide.). Yoksa okumaktan zevk aldığım yazıları var.
Din Ve Duygu Pornocularına İthafen. Resim Resim
► Spoiler Göster
Ben de sizin gibi korkuların, geceleri neden bu kadar güçlü olduğunu düşünürdüm. Daha sonra korkuların karanlıktan doğmadığını anladım , korkularda yıldızlar gibi hep oradadırlar ama gün ışığı onları gizler.[/align]
Kullanıcı avatarı
AleXiel
Mesajlar: 735
Kayıt: 26 Ara 2012 10:50
Cinsiyet: Kadın
Favori Manga: Bleach,Naruto,One piece,Deadman Wonderland,Mirai Nikki,Berserk
Favori Anime: Bleach,Naruto,ergo proxy,hellsing,death note,gintama,dragon ball,pokemon,tsubasa,lovely complex,another,swort art online, one piece,shingeki no kyojin,mirai nikki

Yaaa bak şimdi. :D
Naruto için yazdığım analizi bitirmeliyim sanırım. :D
Kullanıcı avatarı
SilverMask
Yıldırım Gardiyanı
Yıldırım Gardiyanı
Mesajlar: 3473
Kayıt: 03 Haz 2010 16:48
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: ...
Favori Anime: ...
Konum: Varlıkla,Yokluk Arası Biryer..

@AleXiel ,Masakai'nin gördüğü rüyayı yazmanı bekliyorum.Emeğine sağlık .
Resim
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
Kullanıcı avatarı
Phinks
Mesajlar: 2151
Kayıt: 19 Kas 2013 01:27
Cinsiyet: Erkek
Favori Anime: -
Konum: Arkham Asylum

Utkan'a diss atan AleXiel :lol:

En kisa zamanda okuyup, yorum yazacagim ff hakkinda.
"We are the Slayers. And Slayers live for the hunt."
Cevapla

“Fan Fiction” sayfasına dön