Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Köşe Yazıları

Dünyadan ve Türkiye'den güncel olaylar, Manga okurken evrenle alakamızı kesmeyelim değil mi.
Kullanıcı avatarı
Sodakazam
Mesajlar: 689
Kayıt: 16 Şub 2011 12:17
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Slam Dunk, One Piece, Liar Game, Sun-ken Rock, Bakuman, 20th Century Boys, Veritas, Area no Kishi, Eyeshield 21, Kingdom
Favori Anime: Slam Dunk, FMA: Brotherhood, Hajime no Ippo, Death Note, TTGL, Giant Killing, Code Geass, Steins: Gate, GTO, Kaiji, One Outs, Hunter x Hunter, Major
Konum: Eskişehir

Cehalet değil... Çok daha ötesi! - Mustafa Mutlu

Cuma günü öğleden sonra telefonum çaldı. Arayan kişi, adının Hilmi olduğunu söyledi, sonra sordu:
“Soyadımı söylemesem olur mu?”
“Olur elbette, buyurun nasıl yardımcı olabilirim” dedim; sonra aramızda aynen şu konuşma geçti:
Resim

“Ben bir AK Parti seçmeniyim. Hatta seçmenden de öte üyeyim. Yazılarınızı gazetenizin internet sitesinden okuyorum.”
“Ne mutlu bana... “
“Biliyor musunuz; sizin hiçbir fikrinize katılmıyorum.”
“Memleket sevdasında bile mi?”
“Onda bile... Sizim memleket sevdanız benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Benim için din kardeşlerimin yaşadığı her yer memleketimdir...”
“Ya insan sevdası?”
“Yaratan da ötürü tüm yaratılanları seviyoruz biliyorsunuz... Ama bir dinsizi ya da başka dinden olan birini elbette din kardeşim kadar sevmiyorum.”
“Din kardeşiniz hırsızsa, yalancıysa, zalimse...”
“Bütün bunlarla benim dinime hizmet ediyorsa; hepsi sevaptır.”
“Nasıl yani, çalıyorsa, bu da mı sevaptır.”
“Dinimizin ve din kardeşlerimizin refahı için, inanmayanlardan alınan paralar, asla çalıntı değildir.”
“Sanırım siz sırf bu yüzden vergi vermeye de sıcak bakmazsınız... Ne de olsa, anayasasında ‘laik’ olduğu yazılı olan bir devlette yaşıyorsunuz...”
“Evet; vermek zorunda kaldığım dolaylı vergiler dışında vergi vermemek için elimden geleni yapıyorum.”
“Askerlik?”
“Çürük raporu aldım.”
“Ama aslında sağlamsınız değil mi?”
“Elbette ama bu anlayışta bir orduya hizmet etmem.”
“Peki Atatürk? Yurdu birlikte düşmandan kurtardıkları, bağımsız bir devlet kurdukları dava arkadaşları?”
“Atatürk için ne düşündüğümü elbette tahmin edebilirsiniz? Hilafeti kaldıran biri benim ‘Ata’m değildir. Dini bütünlere yaptığı baskılar, koyduğu yasaklar ortadadır...”
“Siz Başbakan’ı gerçekten çok seviyor olmalısınız. Onun, belediye başkanı seçilmeden önceki hali gibi konuşuyorsunuz. Bunların hepsinin yalan olduğu ortada.”
“Yalan değil; ayrıca Başbakanımızı seviyorum tabii...”
“Peki; son çıkan ‘tape’leri nasıl karşılıyorsunuz?”
“Başbakanımız dedi ya; dublaj, montaj hepsi...”
“Dublaj mı, montaj mı?”
“Kimi dublaj, kimi montaj olmalı...”
“Ya doğruysa?”
“Hiç önemli değil!”
“Anlamadım... Onca parayı nasıl kazanmış olabilir ki bir Başbakan?”
“Nasıl kazandığı önemli değil. Önemli olan nede harcadığı ve harcayacağı... Ezilen din kardeşlerimize gidiyorsa o para; haram sayılmaz ki... Hem Başbakan’ımızın ve ailesinin nasıl yaşadıkları ortada: Herhangi bir lüksleri yok. Demek ki çok paraya ihtiyaçları da yok. Eğer evlerinde tuttukları bu kadar bir para varsa; onun mutlaka dinimiz için kullanılacağı bir yer vardır.”
“İyi de Başbakan, bu ülkenin Başbakanı... Her şeyinin yasal olması, bu yüzden de o paraların kaynağını açıklaması gerekmez mi?”
“O, kanunu bir mecburiyet. Dini bir mecburiyet değil.”
“İyi de bu yasalara aykırı!”
“Ne anladıysanız, o...”
“Çok şey anladım. Peki; beni neden aradınız?”
“Açık söyleyeyim mi?
“Lütfen...”
“Sinir etmek için!”
“Bakın bunu anlamadım.”
“Hani ortaya paralel devletçilerin attığı kasetler var ya... Onlara çok güvenip Ak Parti’nin iktidardan düşeceğini sanıyorsunuz. Ama böyle bir şey asla olmayacak. En azından Başbakanımız yaşadığı sürece olmayacak... Bunu görün artık!”
“Peki; görelim de... Bugün ‘paralel devlet’ dediğiniz tarikatçılara daha düne kadar ‘hizmet’ diyordunuz. Nedir bu değişikliğin nedeni?”
“O zaman dine çalışıyorlardı, şimdi ABD’ye ve CHP’ye çalışıyorlar.
“Partide bir göreviniz var mı?
“Var. Ama söylemem... Yeterince sinir oldunuz, benim işim bitti.”
“Durun, daha yeni başlamıştık. Nereye...”
***
Son sözümün bitmesini bile beklemeden kapattı telefonu...
Peki; bu garip konuşmayı neden mi yazdım?
Hani ikide bir “Bu partiye oy veren insanlar bu dar mı cahil?” diye sorup duruyorsunuz ya...
Cehalet değil bu; daha da ötesi...
İşte; bunu artık görmenizi istedim.

http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/ ... otesi.html
http://dunyalilar.org/cehalet-degil-cok-daha-otesi.html
Resim
-God Exists-
► Spoiler Göster
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Cehalet değil zaten orospu çocukluğu.
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Kullanıcı avatarı
Trafalgar_Law
Mesajlar: 282
Kayıt: 17 Eyl 2011 03:38
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece
Favori Anime: One Piece, Giant Killing, One Outs

Türkiye'de oy verilecek parti ve siyasetçi olduğunu sanmıyorum. Ak Parti'li de değilim ama şu yazıda yazanların hepsi aynı adamın ağzından çıkmış bence. Mahmut diye birisinin olduğunu bile sanmıyorum.

Piyasa da bu Mahmut'un kafasında binlerce insan var yanlış anlaşılmasın ama bu telefon görüşmesi olmamıştır demek istiyorum. Bıktım artık muhalefetin bu kafasından. En az Başbakan'ın sürekli mazlumu oynaması gibi bunlarında bu tavırlarından sıkıldım artık.

Ayrıca olduysa bile böyle bir konuşma bunu yazmanın mantığı nedir. Genelleme mi yapılıyor. Senin desteklediğin partinin seçmenlerinin hepsi aristokrat mı peki?

Sonuç olarak büyük bir yüzdesi hala takım tutar gibi parti tutan, solculuğu dinsizlik olarak gören bir memlekette yaşıyoruz ve sen derdini anlatıp oy toplamak yerine sana oy vermeyen halkı aşağılıyarak daha çok oy kaybediyorsun.
Resim
Kullanıcı avatarı
tosunp
Mesajlar: 182
Kayıt: 22 Şub 2014 20:28
Cinsiyet: Erkek
Favori Anime: .

Güzel yazı :).. yalnız trafalgar bunun bir parti tarafından yapıldığını nasıl anladın? Ben baktım ama anlayamadım.

Ayrıca bilirsin şahan Türkiye'nin zenginlerinden(önemli bir ayrıntı) artık, o geldi aklıma zira o da gezi eylemleri sırasında "Türkiye'de oy verilecek parti yok ki :(" demişti, bunu diyen adam zaten akp'lidir, gidişattan memnundur, gidip bunun felsefik açıklamasını yapmayayım.

Birde açık yüreklilikle muhalefetin derdini anlatmadığını mı düşünüyorsun? Şimdi sana ne türkiyeden, ne medyadan bahsedicem, ne de akpli kitleden . Git en yakındaki akp'liyle mantıklı bir tartışmaya gir.

Ya da istersen kitleden biraz spoiler veriyim:
► Spoiler Göster
Kullanıcı avatarı
Burak
Mesajlar: 1229
Kayıt: 20 Haz 2010 15:01
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece
Favori Anime: One Piece

Sol Haber'de yazan Özgür Şen'in yazısı.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur- ... ince-97220

Özgür Şen
Yeni bir eğitim öğretim yılının başlangıcında Türkiye'deki eğitim sistemi için ilk söylenebilecek olan, ülkemizde kamu eliyle verilen eğitimin kesinlikle laik olmadığıdır. AKP iktidarı bilinçli ve sistemli bir şekilde devlet okullarında verilen eğitimde laikliğin kökünü kazımıştır.

Devlet okulları için yapılan bu tespitin pek tartışılır bir tarafı yoktur. Türkiye'deki tüm orta dereceli okullar planlı bir şekilde imam hatiplere dönüştürülüp dönüştürülmeyen okullardaki müfredat baştan aşağı dinselleştirilirken eğitimin laikliğinden söz etmek mümkün değildir.

Ancak devlet okullarındaki eğitimin niteliği hakkında yapılan tespitler bununla sınırla kalırsa Türkiye'deki eğitim sistemini tanımlayamazlar.

Doğrusu, pek çok özel okulun laik eğitim verdiği iddiasını bilerek ve tam da bunu dikkate alarak, Türkiye'deki eğitim sisteminin kamu ve özel okullarıyla bir bütün olarak laik niteliğini tamamen kaybettiğini, söylemektir.

Evet, Türkiye'de eğitiminin laik niteliğiyle övünen ve verdiği eğitimin kalitesini de bu niteliğiyle bağlantılandıran pek çok özel okul mevcuttur. Üstelik, bu okullar bu sayede belirli bir kitlenin ilgisini çekmekte, bu özellikleriyle öğrenci toplamakta, hadi adını koyalım, eğitimi laik bir ambalajda satmayı başarmaktadır.

Bu ambalaj çok büyük bir yanılsamadır ve bu yanılsama ne yazık ki yalnızca Türkiye'deki eğitim sistemi ile ilgili değildir.

AKP, eğitim sistemini dinselleştirmekte bu denli başarılı olmuşsa bunu eğitimdeki laikliği özelleştirilmiş bir alana sıkıştırabilmesine borçludur. Türkiye'deki islamcı iktidar, bir yandan tüm eğitim hayatını baştan aşağı dinsel kurallara göre yapılandırırken, bundan rahatsız olanlara kaçabilecekleri bir alan inşa etmiştir. AKP, bu okulların varlığından, bu okullarda örneğin “kemalist” bir eğitim verilmesinden sanıldığının aksine hiç rahatsız değildir.

AKP, hep iddia edildiği gibi, sadece kendi zihniyetine yakın özel okulları teşvik etmiyor, aksine, bir bütün olarak eğitimde özelleştirilmeden yana hareket ediyor ve bu teşviklerden “laik” eğitim kurumları da faydalanıyor.

AKP, toplumsal yaşantının dinselleştirilmesi için mutlaka gerekli olan bir şartı yerine getiriyor. Dinselliğin serpilip yayılması için bir alan yaratırken, alternatifine sivil bir yaşam alanı yaratıyor. Ama bu alanın kapitalizmin dinamikleriyle uyumlu bir biçimde devletin elinde değil özel sektörün mülkiyet ve denetiminde varolmasını sağlıyor. Kamu elindeki tüm kurumların “laik” eğitim vermeyeceğini söylerken, piyasaya işaret ediyor.

Laiklik adlı adınca kamunun elinden çıkmış ve özelleştirilmiş bir alana doğru sürülürken, aslında laiklik özelleştiriliyor.

Çıkmaz sokağın islamcı iktidar açısından güzelliğine bakar mısınız? Dinselleşen bir kamusal hayatın karşısına özelleştirilen bir laiklik konuyor. Laik bir eğitim isteyen piyasayla barışmak, piyasanın kurallarına tabi olmak zorunda kalıyor.

Bugünün koşullarında bundan daha sıkı bir ideolojik cendere kurulamaz.

Dinselleşmeden kaçanların piyasaya yakalandığı bir yapıdan söz ediyoruz. Türkiye kapitalizminin bugünkü yönelimleri en güzel böyle tarif edilebilir herhalde.

Türkiye kapitalizmi laiklikten geri dönüşü olmayan bir şekilde vazgeçmiştir. Eğitim sistemi bunun güzel bir örneğidir. Laikliğin özelleştirilmiş bir alana sıkışmasından yalnızca islamcı iktidar değil, Türkiye burjuvazisi de memnundur. Laikliğin özelleştirilerek aslında yok edilmesi onların rızasıyla gerçekleşmiştir.

Sınıflı toplumlarda genel bir kuraldır; dinsel olan onunla mücadele edilmediği sürece siyasal ve toplumsal yaşantıda devamlı bir yayılma eğilimindedir. Zaten laiklik de aslında dinsel olanın siyasal ve toplumsal yaşantıdaki yayılımına karşı sürekli bir mücadelenin ismidir ve bunun devlet eliyle yapılması şarttır. Piyasa koşullarına hapsedilmiş bir anlayışın dinsel olana karşı mücadele etmesi imkansızdır. Kamunun dinselleşmeyi bizzat teşvik ettiği bugün, dinsel olan tüm sistemi açık bir şekilde belirleyecektir.

Dolayısıyla, Türkiye'deki eğitim sistemin dinselleşmesine karşı çıkmakla, eğitimin özelleştirilmesine hayır demek ayrılmaz bir bütündür. Piyasanın insafına terk edilen bir laikliğin o andan itibaren varlığından artık söz edilemez. Laikliğin özelleştirilmesi ve piyasayla barıştırılması, laikliğin idam fermanıdır.
Kimse hayal görmesin, Türkiye'de eğitim sisteminin kapitalizm koşullarında laikleştirilmesi imkansızdır.

Eğitimde laikleşme süreci için gerçekçi hedefler mi koymak istiyorsunuz? O zaman mülkiyet ilişkileriyle dinselleşmeye karşı aynı anda mücadele edip bu ikisini eş zamanlı geriletebilecek, laikliği piyasa koşullarından kurtarabilecek bir sınıfsal zemini tartışmak, sosyalizmi gündeme almak zorundasınız.

On numara bir yazı.
İnvoker The Master Magician
Resim
Kullanıcı avatarı
Burak
Mesajlar: 1229
Kayıt: 20 Haz 2010 15:01
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece
Favori Anime: One Piece

Günün anlamına ve önemine vurgu yapılmış , gerçekçi olmayı gerektiren , güzel bir yazı.
Okumanızı tavsiye ederim.

Asaf Güven AKSEL

Kimindir sözler bilmiyorum, ama çocuk yaşta yazılmıştır zihnimize kuşaklar boyu, bu şiirimsi tekerlememsi ağıt.

“Saat 9’u 5 geçe / Atam Dolmabahçe’de...”

Bunca yıl sonra hatırlatan, 10 Kasım’ın yıldönümü değil sadece. Belki de, “geçe-bahçe” ses kullanımının ötesinde bir anlama kavuşmasıdır, saat ve yer bildiren bu ölüm haberinin.

Dolmabahçe. Orada Mustafa Kemal’in ölmesi, bir faninin kaçınılmaz sonunu imlemiyor olabilir bugünden bakınca.

Dolmabahçe. Padişahlar sarayına yerleşmiş bir cumhurbaşkanının ölümü bu.

Saltanatın ve hilafetin merkezini, onları yıkarak ele geçirmiş bir yeni rejimin, cumhuriyetin varlığının altını çizme bu dize, bir noktada.

Dolmabahçe’de. Bir cumhurbaşkanı. Öldü, ama Dolmabahçe’deydi! O yılların meydan okuması bu.

İkinci bir anlama geçiliyor buradan, bu basit çocuk şiirinde. Şu saat itibariyle, sarayı ele geçiren yeni rejimin de ölümüdür bahsedilen. Dolmabahçe’de.

Gerisi çürümedir artık, fizik varlığın sona ermesini izleyecek, hatıralardan silinme sürecidir.

Saat 9’u 5 geçe.

Doktor kalkamamış, lambaları yakamamış, çaresine bakamamıştır işte. Gitmektedir elden.

Saray, bir kez daha düşmeye, el değiştirmeye yüz tutmuştur bir ölümle.

Doktoru değil, halkı kaldıracak bir kudretten yoksun, yani ölüme yazgılı bir sınıfın rejimine mekân tutulan, Dolmabahçe’de.

* * *

Geç bir burjuva devrimi, tek başına tanımlamıyor, önderinin ölüm yıldönümünde anımsadığımız bu rejimin inşasını. Dolmabahçe’ye “Sultan Sarayı” demeyi sürdüren Bolşeviklerin, yine bugünlerde kutladığımız devriminin, Ekim’in bir tasarı olmaktan çıkarıp gerçekliğe dönüştürdüğü sosyalizmin varlığı da belirlemişti kuruluş dönemini.

Öncüllerinden ve benzerlerinden oldukça radikal hatlarla ayrılan, aydınlanmacı, planlamacı, kamuya ağırlık veren, yıktığı rejimin bütün kalıntılarıyla sert hesaplaşmalara giren tavrıyla, emperyalizme karşı mücadele içinde oluşan bir bilinçle, toplumu tebaadan yurttaşa taşımaya yönelik Jakoben hamleleriyle birlikte, ülkemizin tarihsel ileri adımını temsil eden 1923 Cumhuriyeti’nin harcında, hemen yanı başındaki bu devrimin de payı vardı.

O devrim, sınıfsal temeliyle zıt olduğu bir başka devrime, bu yıkıcı ve kurucu iradeyi olumlayarak, ama niteliği konusunda hiçbir hayale kapılmadan, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelesinde dost elini uzatmıştı.

1923 Cumhuriyeti’nin sınırları, bu elin önce ikircikli tutulması, sonra kendi karakterini öne çıkararak korkuyla itmesiyle çizilmişti.

Barutu erken tükenmişti 1923’ün. Kuruluş ilkelerini ve söylemlerini ileri noktalara taşıyacak, bu anlamda geri verilmesine, kaybedilmesine de direnebilecek biricik gücü, solu ve emekçileri karşı safa koyarak yok etmeye koyulduğunda, saat 9’u geçmeye başlamıştı kendisi için de...

* * *

Ve 9’u 5 geçe, Dolmabahçe’de ölmesi bir cumhurbaşkanının, yelkovan saatin kadranında ilerledikçe, bir rejimin de ölüm döşeğine serilmesine varmak zorundaydı.

Bir başka çocukluk ezberimizin 10 Kasım şiirinde denildiği gibi, sarsılıyordu yedi tepe, yaman esmişti Dolmabahçe’de rüzgâr... Sarsılıyordu... O ki, toplum doymamıştı devrime, o rejime kara topraklar doysundu, belleğimizdeki dizelerle...

* * *

Saat henüz 9’u 5 geçmemişken, Mustafa Kemal’e bir “hacı”nın mülkiyetindeki bataklık, sazlık bir arazi armağan edilmişti. Dudak kıvrılmıştı, hiçbir şey olmazdı o araziden. Öyle demişti uzmanlar, kurutulması bile boşa zahmetti. Saat, bir yeni rejimin heyecanı saatleriydi oysa. Kollar sıvanmış ve bir bataklığın verimli araziye çevrilebileceği, doğaya iyileştirme yönünde müdahale edilebileceği, bir sembolik anlama taşınıvermişti. 1923 Cumhuriyeti, bozkır başkentinin bataklık arazisini, tarıma, hayvancılığa, şıracılığa, çiçeklendirmeye elverişli bir yere çevirmeye muktedir olduğunu kanıtlamakta kullanmıştı bu “olmaz” denilen şeyi. Emek ve irade, demişti, engel tanımaz. Doğanın ve toplumun dönüşümünü örnekleyecekti. Başarmıştı da. Orman Çiftliği böyle doğmuş, devrimci iradenin nişanesi gibi yeşile dönmüştü. Endüstriyel çalışma sahasıydı, fabrikaydı, seraydı, üründü şimdi o bataklıkta yükselen...

Ama saat ilerliyordu, atılım enerjisi geriliyordu...

* * *

76 yıl olmuş Mustafa Kemal Dolmabahçe’de öleli.

O saray, şimdi rantçıların, tarih yıkıcılarının elinde, her an çökmesi beklenen bir çürük binadır.

Atatürk Orman Çiftliği, haraç mezattır.

Gericilik, saltanat ve hilafet düşkünlüğü, 1923’ün, 1938’de orada olduğunu, bir cumhuriyet olduğunu 10 Kasım şiirinde bile ilan ederken, rövanşı “şimdi biz yine oradayız” nidasıyla almaya hiç yeltenmemiştir bile.

Çok daha sert vurmuştur darbesini.

Bir bataklıktan eşsiz bir verimli toprak mı yaratmıştınız, diye sormuştur. Dokunulmaz mı ilan etmiştiniz? Koruyacak mıydınız? Bu muydu sembolik gösteriniz? Kurucu irade miydiniz?

Sert vurmuştur.

Tam oraya, tarihi de yasaları da çiğneyerek, durdurulamazlığını göze sokarcasına, bir saray inşa ettirmiştir.

Cumhurbaşkanı sıfatlı bir sultan özentisini, oraya yerleştirmiştir. Merdivenlerinden ihtişam yansısın diye, dersini çalışmamış sözlüdeki öğrenci duruşundan heybet çıkarmaya heveslilere pozlar verilmiştir.

Bağımsızlık marşına, mehteran ezgisiyle, ritmiyle yorum katarak yapılmıştır tanıtımı.

Yurtta ve cihanda harp çılgını, gerici, faşist, bütün değerleri piyasanın ayakları altına seren, taşı, toprağı, suyu satan, emperyalizmin kulu, dinci bir rejim, sarayını Atatürk Orman Çiftliği’ne dikmiştir tarihten bütün hıncını çıkarırcasına...

Ve elinden saat 9’u 5 geçe hıçkırıklara boğulmak dışında bir şey gelmeyenler, durup izlemiştir bu öç inşasını. Yıkılmış bir rejimin burcuna dikilen bayrağı...

* * *

Amacımız, Dolmabahçe’de ölen bir cumhuriyet önderine saygısızlık olarak algılanacak anımsatmalarda bulunmak değil.

Ama, ne 29 Ekim’lerde kutlanacak, ne 10 Kasım’larda ağıda duracak bir takvim yaprağı çevrilmektedir uzun yıllardır Türkiye’de. Boştur yapraklar ve yeniden yazılmayı beklemektedir, bir anlamla buluşmak için.

Atatürk Orman Çiftliği’ne dikilen o sarayı yıkmaktan imtina edenleri, o sarayın neyi ifade ettiğini bilince çıkaramadan törensel “kıvanç ve tasa”da ortaklaşanları sarsmalıdır bu 10 Kasım.

Şimdi çürümeye terk edilmiş bir saraydan kalkan cenazeyi bir faninin kaçınılmaz sonu olarak görme aymazlığı eşlik ediyorsa ağıtlara, korunacak ve kollanacak bir emanetinin kaldığı yanılsaması süregeliyorsa, bir diktatörün yeni inşa edilmiş sarayına bakılmalıdır.

Bu 10 Kasım, fethedilmesi gereken bir iktidara yürümenin zorunluluğunu imlemelidir.

Ve bu iktidarın sınıfsal karakterinin ne olması gerektiğini, 1917’de, Kışlık Saray’a yürüyenler göstermektedir.

Dolmabahçe’yi anlamak ve tarihsel konumuna oturtmak, Ak-saray’ı, bu gericiliğin ve paranın saltanat binasını yıkmak, Kışlık Saray’ı topa tutanlarla mümkündür artık...

Bunun dışında, bir bataklığı bitek araziye çevirmenin yolu yoktur.

Saat 9’u 5 geçe Dolmabahçe’de gözlerini kapayan halk bunu kavradıkça, karşıdevrimin sarayında rüzgâr yaman esecektir...

Ve ancak o zaman, yakın tarihimizin en önemli ilerleme hamlesi, bir emekçi iktidarına giden yolun merhalesi olarak, 10 Kasım’larda anılan önderiyle, toplumsal bellekte yeniden canlanacak, saygın yerini alacaktır.

Gerisi, bütün kaleleri düşmüş olan bir cumhuriyetin gömüldüğü karanlıkta dökülen gözyaşıdır, tekerlemedir, yalandır...
İnvoker The Master Magician
Resim
Cevapla

“Güncel Haberler” sayfasına dön