Wallace Greece
Ölülerin Bekçisi – Özgür Bir Adam*
Not= Bu hikaye Justisar Günlüklerinin bir parçası değildir. Nickoy Waldemer tarafından kaleme alınmamış, Walger Harwart tarafından, Bir kitabın içine yazılmış, yaşam hikayesi şeklinde bulunmuştur. Fakat hikaye Justisarda geçmektedir, yazanın Greece'in kendisi olduğu düşünülmektedir...
Artık, köhne harabeler yoktu, kalın sis, yıkık binalar, onlar… Onlar tamamen gitmişti. Başka bir yaşamda kalmıştı. Şimdi yürüdüğü yol; eski yıpranmış çorak toprakların arasında belli belirsizdi. Üstünde parlayan güneş, unuttuğu zamanlardan bile daha sıcaktı. Yüzüne vuran, sıcak rüzgar pelerinini uçuruyordu. Uzun zamandır ilk kez terliyordu ve bundan dolayı gerçekten mutluydu.
Artık ölüler, huzur bulamamış ruhlar, onu ziyarete gelen güç hastası büyücüler, kendini güçlü sanan savaşçılar yoktu. Artık bir harabeye hapis olmak yoktu.
Sonunda Özgürdü. Özgür bir adam..
Greece, adı buydu. Uzun zamandır tek hatırladığı şey buydu. Wallace ya da Wallark Greece, eski bir isim, bu ismi hatırlayan çok az kişi sağdı hala, söylese bile etki etmezdi. Artık önemsiz biriydi bunu da arzuluyordu zaten. Bu yüzden eski odasından çok az şey alıp çıkmıştı. Ufak bir çanta pelerininin içinde, her zaman sevdiği ve tekrar tekrar okuduğu “Cesaretin Gölgesinde” adlı çok eski bir kitap, birkaç parça kağıt, biraz ip, iki büyük matara su, Bir Küçük Matara da kutsal “gümüş” su, ayrıca üç küçük hançeri vardı. Bunları fırlatmak için kullanıyordu ama asıl büyük hançerleri ayrı yerlerdeydi biri iç kemerliğe takılmıştı diğeri ise uzun sivri botunun içindeydi. Gerekmediği zaman asla çift hançerini kullanmaz tek hançerle dövüşürdü.
Yol güneye doğru kıvrılıyor gittikçe daha da çoraklaşan ve çöle dönüşen topraklara doğru gidiyordu. Arkasında, Yosun Tutmaz yamaçlar vardı oranın eteklerindeydi harabeleri, oraya gitmek istemiyordu ama güneydeki çöle de gitmek istemiyordu suyu yoktu. Evet, susuzluk gibi şeyler onu öldürmezdi ama zayıf düşürebilirdi. Evet, susuzluk onu öldürmezdi ama kalbine saplanan bir kılıç öldürebilirdi.
Elini çenesine götürdü, Tırtık tırtık uzamaya başlamış sakalını kaşıdı, ne yapmalıydı ? İçinde garip bir heyecan hissi uyandı. Bu garip bir histi sanki kaybolmuş gibiydi. İki bin yıl önce burası yeşillik bir alandı. Şimdi ise nerdeyse çöle dönmüştü. İki bin yıl önce güçlü bir konumdaydı, ama ortalama bir savaşçıydı. Şimdi ise konumu falan kalmamıştı ama artık güçlü bir adamdı. Tanrılar ona lanet de güç de bağışlamışlardı.
Sol tarafında ufak bir çıtırtı duydu. Sol ayağını hareket ettirerek, döndü. Çantasının içerisinden ufak bir hançer çekip çıkararak, fırlattı. Parmağının ucu hedefini gösteriyordu ve sağ ayağını hiç kımıldatmamıştı. Ufak bir vikleme duyuldu. Tavşan, diye düşündü. Önemli bir şey değil, yavaş yavaş ilerledi. Hançeri hayvanın boğazına saplanmıştı. Tam hançerini alacaktı ki duraksadı, yanlış olan bir şey vardı. Etrafına baktı kayalık ve çorak bir alandı, Tavşanın rengi ise beyaz, burada o kadar yol yürümüş canlıya rast gelmemişti. İblisler, buradaki bütün canlıların kökünü kazımıştı, Bu hayvan bir tuzaktı, basit ama ölümcül bir tuzak. Bir adım geriye çekildi.
O anda iki tane sicim gibi ip, tavşanın olduğu yere doğru savrulmuştu. İp Hançerini çıkarmadan biri bacaklarını diğeri de boynunu hedef alan iplerden yana doğru takla atarak kurtuldu. İki ip, iki kişiler miydi ? O sırada kayanın üzerinden üzerine doğru sıçrayan kel, ve yarı çıplak adamı gördüğünde yanıldığını anladı. Eline geniş bir topuz vardı, kalın kasları kabarmış bütün hiddetiyle on doğru saldırıyordu.
Bu adam için hançerini bile çekmeye değmezdi.
Kenara çekildiğinde tavşanın olduğu yere indirdi, dev adam topuzunu. Toprakta derin bir yarık açılmış tavşan nerdeyse posaya dönmüştü. Greece, geriye çok rahat çekilmişti. Dirseğini sertçe dev gibi barbarın karnına geçirdi. Barbar darbenin etkisiyle geriye doğru fırlayarak, silahını bıraktı. Ağzından, köpüklü kan fışkırmıştı. Üç kaburga kemiğini kırdım biri ciğerini deldi diye düşündü. Düşüncesi ona doğru gelen ince iplerle kesildi. Keskin gözleri kayaların arkasından ona ip atanları gösterdi. Hızlı bir sıçrayışla kayalardan kayalara atlayan Greece hançerini çekti, ipleri hançeri ile, kesmek için hançeri savurduğunda iplerin kesilmediğini diğer ipin elinde ince bir kesik açtığını fark etti.
Demek o iplere denk gelseydi iki ye bölünecekti. Artık Justisardaki adamlar dövüşmeyi öğrenmeye başlamışlardı. İplerden hızıyla sıyrıldı, iki adamın arasına sıçrayarak indi. Çok iyilerdi ama yakın dövüşte tamamen kusurluydular. Hançerinin iki seri darbesiyle ikisi de kan içinde yere yığıldılar. Cesetleri incelemek için, eğiliyordu ki başının üzerinden bir enerji dalgası geçti arkasındaki kayayı, parçaladı. Kayadan dökülen ufak toz ve taş parçacıkları, arasından kalkan Greece karşısında duran eli asalı yüzü peçeli surete öylece baktı.
Kahverengi kukuletasının altından kaşlarını çattı öğle güneşi gri gözbebekleri, olmayan gözünü aydınlattı. Derin ve içten gelen sesi öfke doluydu.
“Büyücülerden nefret ederim.”
* Ölülerin Bekçisi bir seridir, Wallace Greece ilk yazısı 2003 yılında Ölülerin Bekçisi adıyla yazılmıştır. Sonra seri altı bölüm halinde sürmüştür. Ayrıca Ölülerin Bekçisi Başlangıç adıyla Greece'in geçmişini anlatan hikayesi 2007 yılında yazılmıştır.
2.BÖLÜM
► Spoiler Göster
Büyücü, uzun ve gri renkli kumaşlara sarılmış, yüzünü üzerinde AFG harfleriyle boyanmış bir peçe ile örtmüştü. Elinde kısa ama kalın tahta bir asa vardı. Siyah sürmeli gözleri öfkeyle kısılmış gibiydi. Bu bir kadındı, gözlerinden ve kirpiklerinden bu anlaşılabiliyordu. Bol Kıyafetlerinden vücut hatları görünmüyordu ama duruşu ve gözleri onu ele veriyordu.
Ama Greece cinsiyete önem veren birisi değildi….
Hançeri sol eline alıp, Sol ayağından Destek alarak hızla ileriye atıldı. Amacı mesafeyi kısaltmaktı. Uzun zamandır büyücülerle dövüştüğü için mesafenin hayati sonuçlar doğurabileceğini görmüştü. Büyücülerden Nefret ederdi çünkü büyü onu kılıçtan daha kolay öldürürdü.
Hızlıca ilerlemesine kadın büyücü bir tepki veremeden. Greece saldıracakmış gibi, sol elini ileri hareket ettirdi. Kadın bir adım geriye çekildiğine, Sağ elini yere koyup o elinden destek alarak yumruk mesafesinden kaçan Kadının böğrüne tekmeyi geçirdi. Darbe kadını sağ yanından yakalayıp o yöne doğru savurmuştu.
Greece çevik bir hareketle doğrulurken yüzünü buruşturdu. Bu tekme tam bir başarısızlıktı, kadının bir kemiğini bile kıramamıştı. Paslanmıştı, antrenmanlarını aksatmaması gerekirdi. Greece kadına doğru yürürken büyücü kadın emekleyerek kalkmaya çalışıyordu. Yüzündeki peçe bir tarafa uçmuş esmer güzel yüzü ortaya çıkmıştı. Greece yanılmamıştı bu bir kadındı. İnce dudaklarının kenarında kan birikmişti. Yüzünde aldığı darbenin acısı görülebiliyordu. Greece’in üzerine geldiğini görünce, hızlı hızlı bir şeyler söylemeye başladı. Greece’in anlamadığı bir dilde konuşuyordu, yalvarıyor muydu bilmiyordu. Belki öyleydi, Greece hançerini kaldırdı. Ne söylediği önemli değildi, acımak bu dünyada sadece ölüm getirirdi.
“Yapma bunu Yabancı.” dedi, bir ses arkasından Greece hızla arkasını döndü, ona bu kadar sessizce nasıl yaklaşabilirdi. Kukuletasının arasında gizlediği gözleriyle, arkasından sessizce yaklaşabilmiş adama baktı.
Adam bir Kaya çıkıntısının üzerinden, onlara bakmaktaydı. Çölden gelen rüzgar onun omzuna ve boynuna bağladığı ağzını ve burnunu kapatan poşusunu uçuruyordu. Onun dışında belden yukarısı çıplaktı, Greece’in dikkatini omzuna tünemiş bir Şahin ile İnce kemerin yanında bulunan ucu kancalı kılıçlar çekti. Bu garip bir adamdı. Ortak lisan konuşabiliyordu anlaşılan yerde yatan kadın gibi değildi. Gülümsedi.
“O kadın sana saldırmış olabilir, sen ona karşılığını verdin.” dedi Adam yavaş bir şekilde “ Şu an savunmasız, öldürmemen gerekir. Buradan sadece geçiyordum bu olayla bağlantım yok. Ama şu durumda karışmak zorundayım.”
Greece, ayağını kaldırarak, kadının göğsüne bastırıp onu olduğu yere çiviledi. Ayağının tek bir hareketiyle kalbini durdurabilirdi kadının “ Bana ne yapacağımı söyleme cüretini sana kim verdi ?” dedi Greece uzun zamandır biriyle konuşmadığı için acemice söylemişti bu cümleyi.
“Yaşamın gücü,” dedi Adam ellerini havaya kaldırdı. “Bugün yeterince kişi öldürmedin mi yabancı, bu kadını öldürmemek varken. Neden bir yaşama son veriyorsun. O kadın belki birinin karısı belki birinin annesi, birinin kız kardeşi, Buraya ne şartlarla geldiğini biliyor musun ? Ölüm bir hançer darbesi kadar basit değildir yabancı.”
Greece bu cümleye ilk başta gülümsedi. Sonra gülmesi şiddetlenerek bir kahkahaya dönüştü. Bir Ölülerin Bekçisine yaşamın değerini mi anlatmaya çalışıyordu. Kahkahası etrafa yayıldı, Kayalrın arasında çirkin kuru bir kahkaha. “Sen ölümün yaşamın değerini ne kadar iyi biliyorsun ahmak, Bu bir kız kardeş mi ben kız kardeşimin ölümünü gördüm, bu bir anne mi ben annemin ölümünü gördüm. Bu bir sevgili mi, sevgilim kollarımda ölümünü gördüm. Gözlerden yaşamın çekilişini bedenin soğumasını, kişilerin boş bir kabuğa dönüşmesini gördüm. Ben bir değil bin ölüm gördüm, ben bini bir kez değil her gün gördüm. Sen mi bana ölüm hakkında ders mi vereceksin ?”
Bu sözler üzerine uzun zamandır öfkeyi derinliklerinde hisseden Greece kadını bırakarak adamın üzerine atıldı. Adam ilk darbesini sakince iki kılıcını da çapraz şekle getirerek karşıladı. Greece, eğilerek diz kirişine bir tekme savurdu. Adam dizini kaldırarak darbeyi karşıladı. Hızla İki kılıcını da Greece’in boynuna doğru savurdu. Ölülerin bir zamanki bekçisi karşılanan ayağından destek alarak diğer ayağıyla rakibinin göğsüne bir tekme yerleştirdi. Böylece kılıçlar tam boynuna inmeden Adam geriye doğru savruldu ama düşmedi.
“Adın ne senin ?” dedi Greece, uzun zamandır bu kadar iyi bir dövüşçü görüyordu. Nerdeyse O mavi gözlü adam kadar iyiydi.
Nefesini düzene sokmaya çalışan adam “Ben Zeyd, Ren Zeyd, bir çöl insanıyım. Y a sen… ya sen kimsin yabancı ?”
“Ben Greece, senin anlatacağın ölümlerin çok ötesini görmüş bir adam.” diyerek saldırdı. Kayanın yan yüzeyinden destek alarak adama doğru sıçradı. Zeyd kılıçlarını savunma durumuna getirse de geç kalmıştı. Omzunda bir kesik oluşmuştu. Greece durmadan saldırılarına devam ediyordu. Hançerinin bir darbesini. Son anda karşılayan Zeyd’in gözlerinde korku belirmişti.
“Niye bana da saldırıyorsun şimdi Yabancı ?” diye bağırdı, Zeyd. “Ölümler bu kadar mı hayatının parçası olmuş, neden ölümden kurtulamıyorsun ?”
Greece, duraksadı, yıllardır bin yıllardır ölümdü hayatı, her yerindeydi, kendisi hariç herkes ölüydü. Hançerini savurdu, Zeyd bunu karşıladıktan sonra iki kılıcını da döndürerek saldırmaya başladı. Kanca uçlu kılıçlardan kısa hançeriyle kurtulmaya uğraşan, Greece ölümü, düşündü o kancalı kılıçların hepsi ölümdü, kılıcın savurması, hançerin saplanması hepsiydi ölüm. Greece, eliyle destek alıp bir döner tekme savurdu kılıcın ters tarafına. Zeyd’in sol elindeki kılıç bir tarafa fırladı.
Ölüm, o ölülerle beraberdi. Ölüler onu bırakmıyordu, ölüm onun yoldaşı hiç bırakmadığı dostu olmuştu. Artık bu ölümleri istemiyordu, ama karşısında bir dövüş, hançerle kılıcın çarpışması, darbelerin savruluşu. İşte hoşuna giden şey buydu. Kararını verdi, Zeydin kılıcının savuruşunu, eğilerek savuşturdu. Dönerek bir çelme taktı, rakibine. Zeyd bundan tek ayağını kurtaramayınca yere düştü. Greece çöl insanının kılıç tutan koluna bastı.
“Sen bilge bir adamsın Zeyd.” Dedi Greece, Elindeki hançerin iki parmağıyla tuttu, Arkasına bakmadan geriye hızlıca fırlattı. “Ama bazıları ölümü, yaptıklarıyla hak eder, Sen ölümü hak etmiyorsun ama o ediyor.”
Greece adamın koluna basmayı bıraktı. Zeyd’in yüzünde şaşkınlık okunuyordu, daha demin ki hayatını kurtardığı kadın tam onlara büyü yapmak üzereydi ki bir hançer karnına saplanmış acıyla kasılmıştı Greece’in hançeriydi bu.
“Ben öldürmeyi seven bir Psikopat değilim,” dedi Yere düşen kadından hançerini alırken. “Dünyada ölmesi gerekenler ölmezse ölenler masumlar oluyor, O yüzden ben öldürüyorum neden biliyor musun birilerinin yaşaması için. Bu gün sen ben yarın bir başkasının yaşaması için. O yüzden birileri ölmeliki diğerleri yaşasın. Ancak denge böyle sağlanır. ”
Ama Greece cinsiyete önem veren birisi değildi….
Hançeri sol eline alıp, Sol ayağından Destek alarak hızla ileriye atıldı. Amacı mesafeyi kısaltmaktı. Uzun zamandır büyücülerle dövüştüğü için mesafenin hayati sonuçlar doğurabileceğini görmüştü. Büyücülerden Nefret ederdi çünkü büyü onu kılıçtan daha kolay öldürürdü.
Hızlıca ilerlemesine kadın büyücü bir tepki veremeden. Greece saldıracakmış gibi, sol elini ileri hareket ettirdi. Kadın bir adım geriye çekildiğine, Sağ elini yere koyup o elinden destek alarak yumruk mesafesinden kaçan Kadının böğrüne tekmeyi geçirdi. Darbe kadını sağ yanından yakalayıp o yöne doğru savurmuştu.
Greece çevik bir hareketle doğrulurken yüzünü buruşturdu. Bu tekme tam bir başarısızlıktı, kadının bir kemiğini bile kıramamıştı. Paslanmıştı, antrenmanlarını aksatmaması gerekirdi. Greece kadına doğru yürürken büyücü kadın emekleyerek kalkmaya çalışıyordu. Yüzündeki peçe bir tarafa uçmuş esmer güzel yüzü ortaya çıkmıştı. Greece yanılmamıştı bu bir kadındı. İnce dudaklarının kenarında kan birikmişti. Yüzünde aldığı darbenin acısı görülebiliyordu. Greece’in üzerine geldiğini görünce, hızlı hızlı bir şeyler söylemeye başladı. Greece’in anlamadığı bir dilde konuşuyordu, yalvarıyor muydu bilmiyordu. Belki öyleydi, Greece hançerini kaldırdı. Ne söylediği önemli değildi, acımak bu dünyada sadece ölüm getirirdi.
“Yapma bunu Yabancı.” dedi, bir ses arkasından Greece hızla arkasını döndü, ona bu kadar sessizce nasıl yaklaşabilirdi. Kukuletasının arasında gizlediği gözleriyle, arkasından sessizce yaklaşabilmiş adama baktı.
Adam bir Kaya çıkıntısının üzerinden, onlara bakmaktaydı. Çölden gelen rüzgar onun omzuna ve boynuna bağladığı ağzını ve burnunu kapatan poşusunu uçuruyordu. Onun dışında belden yukarısı çıplaktı, Greece’in dikkatini omzuna tünemiş bir Şahin ile İnce kemerin yanında bulunan ucu kancalı kılıçlar çekti. Bu garip bir adamdı. Ortak lisan konuşabiliyordu anlaşılan yerde yatan kadın gibi değildi. Gülümsedi.
“O kadın sana saldırmış olabilir, sen ona karşılığını verdin.” dedi Adam yavaş bir şekilde “ Şu an savunmasız, öldürmemen gerekir. Buradan sadece geçiyordum bu olayla bağlantım yok. Ama şu durumda karışmak zorundayım.”
Greece, ayağını kaldırarak, kadının göğsüne bastırıp onu olduğu yere çiviledi. Ayağının tek bir hareketiyle kalbini durdurabilirdi kadının “ Bana ne yapacağımı söyleme cüretini sana kim verdi ?” dedi Greece uzun zamandır biriyle konuşmadığı için acemice söylemişti bu cümleyi.
“Yaşamın gücü,” dedi Adam ellerini havaya kaldırdı. “Bugün yeterince kişi öldürmedin mi yabancı, bu kadını öldürmemek varken. Neden bir yaşama son veriyorsun. O kadın belki birinin karısı belki birinin annesi, birinin kız kardeşi, Buraya ne şartlarla geldiğini biliyor musun ? Ölüm bir hançer darbesi kadar basit değildir yabancı.”
Greece bu cümleye ilk başta gülümsedi. Sonra gülmesi şiddetlenerek bir kahkahaya dönüştü. Bir Ölülerin Bekçisine yaşamın değerini mi anlatmaya çalışıyordu. Kahkahası etrafa yayıldı, Kayalrın arasında çirkin kuru bir kahkaha. “Sen ölümün yaşamın değerini ne kadar iyi biliyorsun ahmak, Bu bir kız kardeş mi ben kız kardeşimin ölümünü gördüm, bu bir anne mi ben annemin ölümünü gördüm. Bu bir sevgili mi, sevgilim kollarımda ölümünü gördüm. Gözlerden yaşamın çekilişini bedenin soğumasını, kişilerin boş bir kabuğa dönüşmesini gördüm. Ben bir değil bin ölüm gördüm, ben bini bir kez değil her gün gördüm. Sen mi bana ölüm hakkında ders mi vereceksin ?”
Bu sözler üzerine uzun zamandır öfkeyi derinliklerinde hisseden Greece kadını bırakarak adamın üzerine atıldı. Adam ilk darbesini sakince iki kılıcını da çapraz şekle getirerek karşıladı. Greece, eğilerek diz kirişine bir tekme savurdu. Adam dizini kaldırarak darbeyi karşıladı. Hızla İki kılıcını da Greece’in boynuna doğru savurdu. Ölülerin bir zamanki bekçisi karşılanan ayağından destek alarak diğer ayağıyla rakibinin göğsüne bir tekme yerleştirdi. Böylece kılıçlar tam boynuna inmeden Adam geriye doğru savruldu ama düşmedi.
“Adın ne senin ?” dedi Greece, uzun zamandır bu kadar iyi bir dövüşçü görüyordu. Nerdeyse O mavi gözlü adam kadar iyiydi.
Nefesini düzene sokmaya çalışan adam “Ben Zeyd, Ren Zeyd, bir çöl insanıyım. Y a sen… ya sen kimsin yabancı ?”
“Ben Greece, senin anlatacağın ölümlerin çok ötesini görmüş bir adam.” diyerek saldırdı. Kayanın yan yüzeyinden destek alarak adama doğru sıçradı. Zeyd kılıçlarını savunma durumuna getirse de geç kalmıştı. Omzunda bir kesik oluşmuştu. Greece durmadan saldırılarına devam ediyordu. Hançerinin bir darbesini. Son anda karşılayan Zeyd’in gözlerinde korku belirmişti.
“Niye bana da saldırıyorsun şimdi Yabancı ?” diye bağırdı, Zeyd. “Ölümler bu kadar mı hayatının parçası olmuş, neden ölümden kurtulamıyorsun ?”
Greece, duraksadı, yıllardır bin yıllardır ölümdü hayatı, her yerindeydi, kendisi hariç herkes ölüydü. Hançerini savurdu, Zeyd bunu karşıladıktan sonra iki kılıcını da döndürerek saldırmaya başladı. Kanca uçlu kılıçlardan kısa hançeriyle kurtulmaya uğraşan, Greece ölümü, düşündü o kancalı kılıçların hepsi ölümdü, kılıcın savurması, hançerin saplanması hepsiydi ölüm. Greece, eliyle destek alıp bir döner tekme savurdu kılıcın ters tarafına. Zeyd’in sol elindeki kılıç bir tarafa fırladı.
Ölüm, o ölülerle beraberdi. Ölüler onu bırakmıyordu, ölüm onun yoldaşı hiç bırakmadığı dostu olmuştu. Artık bu ölümleri istemiyordu, ama karşısında bir dövüş, hançerle kılıcın çarpışması, darbelerin savruluşu. İşte hoşuna giden şey buydu. Kararını verdi, Zeydin kılıcının savuruşunu, eğilerek savuşturdu. Dönerek bir çelme taktı, rakibine. Zeyd bundan tek ayağını kurtaramayınca yere düştü. Greece çöl insanının kılıç tutan koluna bastı.
“Sen bilge bir adamsın Zeyd.” Dedi Greece, Elindeki hançerin iki parmağıyla tuttu, Arkasına bakmadan geriye hızlıca fırlattı. “Ama bazıları ölümü, yaptıklarıyla hak eder, Sen ölümü hak etmiyorsun ama o ediyor.”
Greece adamın koluna basmayı bıraktı. Zeyd’in yüzünde şaşkınlık okunuyordu, daha demin ki hayatını kurtardığı kadın tam onlara büyü yapmak üzereydi ki bir hançer karnına saplanmış acıyla kasılmıştı Greece’in hançeriydi bu.
“Ben öldürmeyi seven bir Psikopat değilim,” dedi Yere düşen kadından hançerini alırken. “Dünyada ölmesi gerekenler ölmezse ölenler masumlar oluyor, O yüzden ben öldürüyorum neden biliyor musun birilerinin yaşaması için. Bu gün sen ben yarın bir başkasının yaşaması için. O yüzden birileri ölmeliki diğerleri yaşasın. Ancak denge böyle sağlanır. ”
► Spoiler Göster
“Sen kimsin diye sormayacağım ?” dedi Zeyd, bağdaş kurarak oturmuş, kolundaki kesiğe toprak sürüyordu. “ Garipten gelen bir adamsın, üstelik hangi ırktan olduğun bile anlaşılmıyor.”
Greece, ayaktaydı. Onları öldürmeye çalışan büyücünün cesedinden ufak bir hançer bulup onu havaya atıp tutuyordu. “Garipten gelmekte nasıl bir deyiştir, yıllar insanları nasıl da geliştirmiş ?”
“Sen kimsin diye sormayacağım çünkü sen kimsin demek senin durumunu tam karşılamıyor.” dedi esmer Çöl İnsanı, “Sen nesin demek daha doğru ?”
Greece, kısa sert bir kahkaha attı. “Fazla merak iyi değildir biliyorsun, zamanın unuttuğu yaşlı bir adamım ben, bir yere koyup bıraktılar beni. Bu çağdan bile değilim. Hem senin gidecek yönün veya yolun yok mu ?”
“Ben Arayış içinde bir Gavurf’ım, yani Geçmişi gören.” dedi Zeyd, gri gözlerini Ölülerin Bekçisine dikti. “Senin kim olduğunu anlayamam sırf senin tenine dokunamadığımdandır.”
Hançeri çantasına atan Greece, garip görünüşlü çöl insanına baktı. Kukuletasından gözleri gözükmüyorduysa bile, bakışlarını hissettirebiliyordu sanki. “Dokunamadığın iyi olmuş, eğer dediğin doğruysa, iyi ki de dokunamadın diyebiliriz.”
“Nedenmiş o ?”
“Eğer dokunsaydın öğrendiklerin yüzünden akıl sağlığını önemli bir ölçüde yitirirdin.”
Zeyd şaşkınlıkla karşısındaki orta boylu güçlü bir beden yapısına sahip kukuletasını başına çeken normal bir insan gibi görünen adama baktı. Greece, sabit yıkılmaz bir heykel gibi duruyor çöl rüzgarı pelerinini dalgalandırıyordu. Bu gerçek olağanüstü bir şekilde sakin duran çöl insanını bile sarsmış gibi görünüyordu. Ölülerin Bekçisi ani hareketle arkasına döndü sol elini kaldırdı “Sen bilge bir adamsın yolum güneye gidiyor, gelecekte karşılaşırsak , bu sefer daha da dostça davranacağım.”
“Güneyde ölümden başka bir şey yok yabancı,” dedi Zeyd, ayağa kalkmıştı yüzünde hala şaşkınlık okunuyordu. “Bir zamanlar elflerin gezdiği, büyünün dolaştığı o yerler kurumuş çöle ve benim barbar kabile yaşamlı halkıma ev sahipliği yapıyor.”
Greece yürümeye devam ederken, “ Ölüm beni hiç bırakmıyor ki Çöl Dervişi, bırak beni orada da bulsun.”
Zeyd, bu cevabı duyunca başını olumsuz manada salladı, Greece yürüyordu araları açılıyordu ama yine de konuştu. “ Sana sözüm şu, sanırım bir daha karşılaştığımızda, benim için bunun bir anlamı olmayacak. O yüzden bu son konuşmamız, Ölümle boğuştuysan hala boğuşacağın manasına gelmez. Ölümün acıları, yaşamı yetiştirdiğinde kaybolur. “
Greece duraksadı “ Demek geçmişi görebildiğin kadar geleceği de görebiliyorsun, bir daha görüştüğümüzde anlamı olmayacak demek.” Bir an düşündükten sonra içten bir sesle aklına gelen ilk şeyi söyledi “Öyle olsun o zaman mezarına bir gül koyarım çöl dervişi..”
Zeyd yürümeye başladı, iki adam aksi istikamete doğru yol alıyorlardı. Yolları kısa süre içinde kesişmiş olsa da iki adam bir an içinde olsa birbirini anlamıştı. İki adam yürürken Zeyd bir şeyler mırıldandı, Birzda çölün rüzgarının da sayesinde. Zeyd’in dudaklarındaki gülümsemesi, ve sözleri Greece’in kulaklarına kadar ulaştı
.........
.........
“ Gül değil, Karanfil koy, en sevdiğim çiçek karanfildir…”
........
Greece, ayaktaydı. Onları öldürmeye çalışan büyücünün cesedinden ufak bir hançer bulup onu havaya atıp tutuyordu. “Garipten gelmekte nasıl bir deyiştir, yıllar insanları nasıl da geliştirmiş ?”
“Sen kimsin diye sormayacağım çünkü sen kimsin demek senin durumunu tam karşılamıyor.” dedi esmer Çöl İnsanı, “Sen nesin demek daha doğru ?”
Greece, kısa sert bir kahkaha attı. “Fazla merak iyi değildir biliyorsun, zamanın unuttuğu yaşlı bir adamım ben, bir yere koyup bıraktılar beni. Bu çağdan bile değilim. Hem senin gidecek yönün veya yolun yok mu ?”
“Ben Arayış içinde bir Gavurf’ım, yani Geçmişi gören.” dedi Zeyd, gri gözlerini Ölülerin Bekçisine dikti. “Senin kim olduğunu anlayamam sırf senin tenine dokunamadığımdandır.”
Hançeri çantasına atan Greece, garip görünüşlü çöl insanına baktı. Kukuletasından gözleri gözükmüyorduysa bile, bakışlarını hissettirebiliyordu sanki. “Dokunamadığın iyi olmuş, eğer dediğin doğruysa, iyi ki de dokunamadın diyebiliriz.”
“Nedenmiş o ?”
“Eğer dokunsaydın öğrendiklerin yüzünden akıl sağlığını önemli bir ölçüde yitirirdin.”
Zeyd şaşkınlıkla karşısındaki orta boylu güçlü bir beden yapısına sahip kukuletasını başına çeken normal bir insan gibi görünen adama baktı. Greece, sabit yıkılmaz bir heykel gibi duruyor çöl rüzgarı pelerinini dalgalandırıyordu. Bu gerçek olağanüstü bir şekilde sakin duran çöl insanını bile sarsmış gibi görünüyordu. Ölülerin Bekçisi ani hareketle arkasına döndü sol elini kaldırdı “Sen bilge bir adamsın yolum güneye gidiyor, gelecekte karşılaşırsak , bu sefer daha da dostça davranacağım.”
“Güneyde ölümden başka bir şey yok yabancı,” dedi Zeyd, ayağa kalkmıştı yüzünde hala şaşkınlık okunuyordu. “Bir zamanlar elflerin gezdiği, büyünün dolaştığı o yerler kurumuş çöle ve benim barbar kabile yaşamlı halkıma ev sahipliği yapıyor.”
Greece yürümeye devam ederken, “ Ölüm beni hiç bırakmıyor ki Çöl Dervişi, bırak beni orada da bulsun.”
Zeyd, bu cevabı duyunca başını olumsuz manada salladı, Greece yürüyordu araları açılıyordu ama yine de konuştu. “ Sana sözüm şu, sanırım bir daha karşılaştığımızda, benim için bunun bir anlamı olmayacak. O yüzden bu son konuşmamız, Ölümle boğuştuysan hala boğuşacağın manasına gelmez. Ölümün acıları, yaşamı yetiştirdiğinde kaybolur. “
Greece duraksadı “ Demek geçmişi görebildiğin kadar geleceği de görebiliyorsun, bir daha görüştüğümüzde anlamı olmayacak demek.” Bir an düşündükten sonra içten bir sesle aklına gelen ilk şeyi söyledi “Öyle olsun o zaman mezarına bir gül koyarım çöl dervişi..”
Zeyd yürümeye başladı, iki adam aksi istikamete doğru yol alıyorlardı. Yolları kısa süre içinde kesişmiş olsa da iki adam bir an içinde olsa birbirini anlamıştı. İki adam yürürken Zeyd bir şeyler mırıldandı, Birzda çölün rüzgarının da sayesinde. Zeyd’in dudaklarındaki gülümsemesi, ve sözleri Greece’in kulaklarına kadar ulaştı
.........
.........
“ Gül değil, Karanfil koy, en sevdiğim çiçek karanfildir…”
........
► Spoiler Göster
Derinden gelen bir kadın sesi acı çığlıkla bağırıyordu,
“Seni ömür boyu unutmayacağım…..
Her zaman seni hatırlayacağım….
Greece gözlerini açtı, bir rüyadan uyanmış soğuk çöl gecesine düşmüştü. Elini kurumuş dudaklarının kenarına götürdü. Gündüzler hava kavurucu sıcaktı, iki gün daha yürümüştü Zeyd’den ayrılalı. Bir olayla karşılaşmadan çöle girmişti. Elini çölün kumlarına daldırdı yumruğunu çıkarıp yere kayan kum tanelerini izlemeye başladı.
Bu taneler, her bir zerresi bir yaşam, ellerimden kayan yaşamlar, hayatlar kadın erkek çocuk, hepsi yaşayan bir canlı, ellerinden kayıp giden bir şey yapamadan. Tutmaya çalıştığı hayatların elinden kayıp gitmesi. Sinirle kumu havaya fırlattı.
Zeyd’in söylediği hayat neydi ki, yeni bir yaşam yaratmak ne içindi yok olmasını izlemek için mi öncekiler gibi. Ellerinden bu kumlar gibi akması için mi? Bu muydu onun kurtuluşu yıllar on yüz yıllar boyunca olmasın dediği tekrar olmasın dediği şeyin olması için mi bunu yapacaktı. Hiç sanmıyordu.
Ama bir sorun vardı. Ne yapacaktı?
Bir çağın bile kenara atıldığı Justisar da , ne yapacaktı k,. Hayatlar ellerinden birer birer kayıp giderken kendisi neydi ki. Neye dönüşmüştü, bir ölüm makinesine mi ? Artık her şey için çok geç demek için bile çok geçti. O geç kalmış bir adamdı. Hızla hançerini çekti. Gırtlğına bastırdı. O artık geç kalınmış bir ölümden başka bir şey değildi. Gırtlağından, ince ince kan damlarlarken elleri titremiyordu. Belki onları bir daha görürdü. Yaşamın diğer kıyısında, elleri titremiyordu. Bir an o çığlığı duymasa kesinlikle yapacaktı.
Bu bir adam çığlığı olsa umursamazı, bu bir kadın çığlığı olsa yine umursamazdı ama bu çığlık bir çocuk çığlığıydı. Hançerine baktı, kendisinden önce alacak birkaç can daha var gibi görünüyordu. İlerde kum tepeciğinin arkasından gelen sese doğru hızlı adımlarla ilerledi.
Ağır bir koku, rüzgarla birlikte burnuna geldi, yıkanmayan insanların kokusu. Biraz ilerleyince gerçeği gördü bunlar köle tüccarlarıydı. Yıllardır değişmeyen bazı olaylar vardı, bu olayda değişmemişti. Büyük bir kafeste götürülen kölelerin çoğu işe yaramaz yaşlılardı bir kısmı ise sakattı, arkasındaki bış kafeslerden anlaşılacağı gibi tüccarlar işlerini bitirmiş geliyorlardı. Muhtemelen Zeyd’in bahsettiği kabilelere satmışlardı. Greece dişlerini gıcırdattı, bunlar iğrençti ama ne yazık ki daha da iğrenci gözlerinin önündeydi.
Şişman bir köle tüccarı, on-on iki yaşlarında bir çocuğu bir köşeye çekmeye çalışıyor çocuk direnince de çocuğu dövüyordu. Gözlerinde açlıktan ve bakışlarından ne yapmaya çalıştığı belliydi. Anlaşılan çocukta bu durumu anlamıştı ki tüm gücüyle direniyor ısırıyor yumruk atıyordu. Greece çocuğa baktı. Çocuk kahverengi saçları ter ve kirle alnına yapışmış, zayıf ama atik vücudlu biri gibi görünüyordu. Kaşlarını çatmış bütün gücüyle saldırıyor mavi gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Tüm gücüyle direbiyor ama şişman köle tüccarıyla baş edemiyordu. Köle tüccarı gevrek gevrek gülüyor anlaşılan bu direnme onun hoşuna gidiyordu. Çocuğu çevirip arkasını döndürdüğünde, Greece daha fazla izlemeye gerek duymadı.
Bir anda köle tüccarının yanına vardığında, hançerini çekmiş, köle tüccarının çocuğu tutan kolu yere düşmüştü. Köle tüccarı şaşkınlıkla koran uzvuna bakıp acı bir haykırışla inlemeye başladı. Çocuk ise biraz şaşkınlık birazda merak içinde yüzüne kan sıçramış halde kalakalmıştı. Tüccarın korumalarından biri, hızla ona doğru saldırdı. Kılıcın hantal savruluşundan dönerek kurtulan Greece, hançerini adamın çenesinin altına sapladı. İğrenç bir çıtırtı sesiyle hançer adamın beynine saplandığında hançerini çeken Greece, bir diğerinin ona doğru yayını gerdiğini fark etti. Onu umursamadan, diğer gelen adamın baltasını savuşturduktan kasığındaki damarı kesti. Diğer bir adam ona hançerleriyle saldırırken. Ona doğru gelen oku sağ elinin tersiyle yakalayıp karşısındaki, hançerli rakibinin sol akciğerine sapladı. Diğer elindeki hançerle adamın gırtlağını kesti.
Greece ay ve arabaların kenarlarındaki meşalenin ışığında kanlı hançeriyle ilerlerken, köleler bağırarak tezahürat ediyorlar. Kalan beş tane koruma da şaşkınlık ve korkuyla yaylarına asılıyorlardı. Beş koruma yaylarını gerip oklarını saldığında Greece zik zaklar çizerek harekete geçti. Ona doğru gelen bir oku sağ eliyle kırarak rahatça durduran, Greece hızla okçulara da hançerinin keskinliğini gösterdi.
Bütün korumaları öldürdükten sonra arabanın kenarından meşaleyi aldı yorgun atlara baktı bunlar onları taşıyamazdı üstelik kendisi de ata binmeyi yıllardır unutmuştu. Çocuk yanına geldiğinde meşaleyle ona doğru baktı. Çocuk korkudan çok hayranlıkla ona bakıyordu. Köleler ise onu bir tanrı gibi görmüşlerdi. Ona yalvarıyorlardı tezahürat ediyorlardı.
“Onlar seni Tanrı gibi görüyorlar ?” dedi çocuk , Greece’e doğru bakarak. “
Ya sen ne olarak görüyorsun ?”
“Ben seni bana dövüşmeyi öğretecek beni bir daha bu duruma düşmememi sağlayacak bir
hoca olarak görüyorum.” Dedi Çocuk, sertçe, Çocuğun parlak mavisi gözleri meşalenin ışığını yansıtıyordu ciddiydi bu gözler. Çelik mavisi bir yerden tanıdık gelen kararlı parlayan gözler. Greece , gülümsedi belki Zeyd doğruları söylemişti. Belki yetiştirilmeye değer yaşamlar da vardı.
“Adın ne çocuk ?”
“Walger,”
“Hocan olmamı istiyor musun ? Bunu kabul ettikten sonra reddedemezsin.”
“Evet.” Dedi Walger bir an bile düşünmeden “ Bu duruma düşmemeliyim bir daha asla ve sende iyi bunu bir daha olmamasını engelleyebilecek kadar iyi dövüşüyorsun.”
Greece’in gülümsemesi genişledi çocuğun korkudan ağlayacağını sanıyordu, ama böyle bir kararlılık ve istek göstermesi açıkçası hoşuna gitmişti. En başından beri inatçı mücadeleci bir kişiliği vardı anlaşılan. Greece arkadaki ona tezahürat eden gruba şöyle bir baktı, tahta bir kafeste zeminin samandan olduğunu gördü.
Elindeki meşaleyi, arabanın içine doğru fırlattı. Kurumuş samanlar hızla tutuştular. Arabadakiler cayır cayır yanmaya başladı. Çocuk şaşkınlıkla arabadakilere bakıyordu, yumruklarını sıktı. Greece çocuğun gözlerinde birkaç damla yaş gördü.
“Sana ilk dersim.” dedi Greece, “ O insanlar için ölüm daha merhametliydi, bu çölden asla sağ çıkamazlardı , ve onları yanımıza alsaydık yavaşlıkları yüzünden seni de öldürürlerdi. O yüzden ben bugün bu korumaları ve köleleri öldürdüm ki sen de yaşadın. Unutma bu insanlar senin yaşayabilmen için öldüler. Yaşamının her anında bunu hatırlayıp ona göre davran.”
Walger, gözlerindeki yaşları sildi, yüzünde bir kararlılık ifadesi olsa da bugün yaşananların ağır geldiği belliydi. Greece daha fazla konuşmayarak gecenin içine doğru ilerledi Walger’da onu takip etti. Geride çığlıklarla yanan bir araba bırakarak iki süliet şeklinde gölgelere karıştılar
“Seni ömür boyu unutmayacağım…..
Her zaman seni hatırlayacağım….
Greece gözlerini açtı, bir rüyadan uyanmış soğuk çöl gecesine düşmüştü. Elini kurumuş dudaklarının kenarına götürdü. Gündüzler hava kavurucu sıcaktı, iki gün daha yürümüştü Zeyd’den ayrılalı. Bir olayla karşılaşmadan çöle girmişti. Elini çölün kumlarına daldırdı yumruğunu çıkarıp yere kayan kum tanelerini izlemeye başladı.
Bu taneler, her bir zerresi bir yaşam, ellerimden kayan yaşamlar, hayatlar kadın erkek çocuk, hepsi yaşayan bir canlı, ellerinden kayıp giden bir şey yapamadan. Tutmaya çalıştığı hayatların elinden kayıp gitmesi. Sinirle kumu havaya fırlattı.
Zeyd’in söylediği hayat neydi ki, yeni bir yaşam yaratmak ne içindi yok olmasını izlemek için mi öncekiler gibi. Ellerinden bu kumlar gibi akması için mi? Bu muydu onun kurtuluşu yıllar on yüz yıllar boyunca olmasın dediği tekrar olmasın dediği şeyin olması için mi bunu yapacaktı. Hiç sanmıyordu.
Ama bir sorun vardı. Ne yapacaktı?
Bir çağın bile kenara atıldığı Justisar da , ne yapacaktı k,. Hayatlar ellerinden birer birer kayıp giderken kendisi neydi ki. Neye dönüşmüştü, bir ölüm makinesine mi ? Artık her şey için çok geç demek için bile çok geçti. O geç kalmış bir adamdı. Hızla hançerini çekti. Gırtlğına bastırdı. O artık geç kalınmış bir ölümden başka bir şey değildi. Gırtlağından, ince ince kan damlarlarken elleri titremiyordu. Belki onları bir daha görürdü. Yaşamın diğer kıyısında, elleri titremiyordu. Bir an o çığlığı duymasa kesinlikle yapacaktı.
Bu bir adam çığlığı olsa umursamazı, bu bir kadın çığlığı olsa yine umursamazdı ama bu çığlık bir çocuk çığlığıydı. Hançerine baktı, kendisinden önce alacak birkaç can daha var gibi görünüyordu. İlerde kum tepeciğinin arkasından gelen sese doğru hızlı adımlarla ilerledi.
Ağır bir koku, rüzgarla birlikte burnuna geldi, yıkanmayan insanların kokusu. Biraz ilerleyince gerçeği gördü bunlar köle tüccarlarıydı. Yıllardır değişmeyen bazı olaylar vardı, bu olayda değişmemişti. Büyük bir kafeste götürülen kölelerin çoğu işe yaramaz yaşlılardı bir kısmı ise sakattı, arkasındaki bış kafeslerden anlaşılacağı gibi tüccarlar işlerini bitirmiş geliyorlardı. Muhtemelen Zeyd’in bahsettiği kabilelere satmışlardı. Greece dişlerini gıcırdattı, bunlar iğrençti ama ne yazık ki daha da iğrenci gözlerinin önündeydi.
Şişman bir köle tüccarı, on-on iki yaşlarında bir çocuğu bir köşeye çekmeye çalışıyor çocuk direnince de çocuğu dövüyordu. Gözlerinde açlıktan ve bakışlarından ne yapmaya çalıştığı belliydi. Anlaşılan çocukta bu durumu anlamıştı ki tüm gücüyle direniyor ısırıyor yumruk atıyordu. Greece çocuğa baktı. Çocuk kahverengi saçları ter ve kirle alnına yapışmış, zayıf ama atik vücudlu biri gibi görünüyordu. Kaşlarını çatmış bütün gücüyle saldırıyor mavi gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Tüm gücüyle direbiyor ama şişman köle tüccarıyla baş edemiyordu. Köle tüccarı gevrek gevrek gülüyor anlaşılan bu direnme onun hoşuna gidiyordu. Çocuğu çevirip arkasını döndürdüğünde, Greece daha fazla izlemeye gerek duymadı.
Bir anda köle tüccarının yanına vardığında, hançerini çekmiş, köle tüccarının çocuğu tutan kolu yere düşmüştü. Köle tüccarı şaşkınlıkla koran uzvuna bakıp acı bir haykırışla inlemeye başladı. Çocuk ise biraz şaşkınlık birazda merak içinde yüzüne kan sıçramış halde kalakalmıştı. Tüccarın korumalarından biri, hızla ona doğru saldırdı. Kılıcın hantal savruluşundan dönerek kurtulan Greece, hançerini adamın çenesinin altına sapladı. İğrenç bir çıtırtı sesiyle hançer adamın beynine saplandığında hançerini çeken Greece, bir diğerinin ona doğru yayını gerdiğini fark etti. Onu umursamadan, diğer gelen adamın baltasını savuşturduktan kasığındaki damarı kesti. Diğer bir adam ona hançerleriyle saldırırken. Ona doğru gelen oku sağ elinin tersiyle yakalayıp karşısındaki, hançerli rakibinin sol akciğerine sapladı. Diğer elindeki hançerle adamın gırtlağını kesti.
Greece ay ve arabaların kenarlarındaki meşalenin ışığında kanlı hançeriyle ilerlerken, köleler bağırarak tezahürat ediyorlar. Kalan beş tane koruma da şaşkınlık ve korkuyla yaylarına asılıyorlardı. Beş koruma yaylarını gerip oklarını saldığında Greece zik zaklar çizerek harekete geçti. Ona doğru gelen bir oku sağ eliyle kırarak rahatça durduran, Greece hızla okçulara da hançerinin keskinliğini gösterdi.
Bütün korumaları öldürdükten sonra arabanın kenarından meşaleyi aldı yorgun atlara baktı bunlar onları taşıyamazdı üstelik kendisi de ata binmeyi yıllardır unutmuştu. Çocuk yanına geldiğinde meşaleyle ona doğru baktı. Çocuk korkudan çok hayranlıkla ona bakıyordu. Köleler ise onu bir tanrı gibi görmüşlerdi. Ona yalvarıyorlardı tezahürat ediyorlardı.
“Onlar seni Tanrı gibi görüyorlar ?” dedi çocuk , Greece’e doğru bakarak. “
Ya sen ne olarak görüyorsun ?”
“Ben seni bana dövüşmeyi öğretecek beni bir daha bu duruma düşmememi sağlayacak bir
hoca olarak görüyorum.” Dedi Çocuk, sertçe, Çocuğun parlak mavisi gözleri meşalenin ışığını yansıtıyordu ciddiydi bu gözler. Çelik mavisi bir yerden tanıdık gelen kararlı parlayan gözler. Greece , gülümsedi belki Zeyd doğruları söylemişti. Belki yetiştirilmeye değer yaşamlar da vardı.
“Adın ne çocuk ?”
“Walger,”
“Hocan olmamı istiyor musun ? Bunu kabul ettikten sonra reddedemezsin.”
“Evet.” Dedi Walger bir an bile düşünmeden “ Bu duruma düşmemeliyim bir daha asla ve sende iyi bunu bir daha olmamasını engelleyebilecek kadar iyi dövüşüyorsun.”
Greece’in gülümsemesi genişledi çocuğun korkudan ağlayacağını sanıyordu, ama böyle bir kararlılık ve istek göstermesi açıkçası hoşuna gitmişti. En başından beri inatçı mücadeleci bir kişiliği vardı anlaşılan. Greece arkadaki ona tezahürat eden gruba şöyle bir baktı, tahta bir kafeste zeminin samandan olduğunu gördü.
Elindeki meşaleyi, arabanın içine doğru fırlattı. Kurumuş samanlar hızla tutuştular. Arabadakiler cayır cayır yanmaya başladı. Çocuk şaşkınlıkla arabadakilere bakıyordu, yumruklarını sıktı. Greece çocuğun gözlerinde birkaç damla yaş gördü.
“Sana ilk dersim.” dedi Greece, “ O insanlar için ölüm daha merhametliydi, bu çölden asla sağ çıkamazlardı , ve onları yanımıza alsaydık yavaşlıkları yüzünden seni de öldürürlerdi. O yüzden ben bugün bu korumaları ve köleleri öldürdüm ki sen de yaşadın. Unutma bu insanlar senin yaşayabilmen için öldüler. Yaşamının her anında bunu hatırlayıp ona göre davran.”
Walger, gözlerindeki yaşları sildi, yüzünde bir kararlılık ifadesi olsa da bugün yaşananların ağır geldiği belliydi. Greece daha fazla konuşmayarak gecenin içine doğru ilerledi Walger’da onu takip etti. Geride çığlıklarla yanan bir araba bırakarak iki süliet şeklinde gölgelere karıştılar
► Spoiler Göster
“Demek, ölümü getiren eller yaşamı şekillendirecek artık.”
“Bu sizin mi inayetiniz.”
“Biz belli bir plan yapmadık, sen bunu bozdun ama bunun için sana kızgın değilim.”
“Binlerce yıldır Ölülere Bekçilik yapmak kolay iş değil.”
“Canlıya bekçilik yapmak inan daha zordur oğul.”
“Bu sizin inayetiniz, bu belli bende görevimin bittiğini sanmıştım.”
“Bu görev değil, istersen çocuğun boğazını kes şimdi bak uyuyor, belli kısıtlamalara sahip değilsin artık Wallace, Özgür bir adamsın.”
“Bana Greece, demeni tercih ederim.”
“Oğullarıma istediğim gibi hitap ederim, fazla ileri gidiyorsun.”
“O zaman git diğer oğlunla uğraş ikidebir de seni soruyordu, artık ikinizin belalarıyla uğraşmak istemiyorum. Seni sadece dualarımda hatırlamak istiyorum.”
Greece, közlenmiş ateşin başındaydı. Birkaç çaputla örtünmeye çalışmış olan çocuk uyuyordu. İki elini yanağına koymuş, soğuktan dolayı büzülmüştü. Greece çocuğa doğru baktı, ateş sönmüştü. Bir anlık tereddütten sonra eski pelerinini çıkardı. Çocuğun üzerine tamamen örttü. Çocuk sıcak pelerinin üzerinde olduğunu uykusunda bile anlamış olacaktı ki hemen rahatlayarak mırıldandı. Pelerine sarıldı.
Greece gülümsedi, minik bir tebessüm fakat içten ve sıcak unutulmuş yaşayan günlerden kalan bir tebessüm. Çocuğa bakarken duyduğu, tebessüm… Birden titredi, evet hafa soğuktu. Pelerinin içine Sıfır kollu kalın bir tunik giyiyordu. Daha önce eski bir şövalye zırhı giyerdi ama onu yoldayken atmıştı. Yerinde oturan bir adam olmadığı için daha hızlı olması gerekiyordu.
İki elleriyle çeşitli rünler bulunan kaslı kollarını ovuşturdu. Mavi rünlere baktıkça, tiksindiğini fark etti. Niye vermişti ki çocuğa pelerini zaten. Şimdi geri de alamazdı, çocuk pelerinin sıcaklığını dengelemiş gibi duruyordu. Çocuk yetenekli ve mücadeleciydi, birkaç kez reflekslerini ölçmüş hiç de fena olmadığını görmüştü. Üç gündür yürüyorlardı, bana mısın dediğini duymamıştı.
“Sanırım bu çocukta eskilerden kalan bir yan var.” diye mırıldandı, Greece , sabaha karşı çocuktan Pelerini alıp üzerine geçirdi. Çocuğa acıdığını düşünsün istemiyordu.
“Hey çocuk uyan, düşman olsaydı boğazını keser kargalara yedirirdi çoktan.”
“Ben çocuk değilim. Adım Walger.” Diye diklendi çocuk sinirle.
“Bana kendini ispatlayana kadar adını unut,” dedi Greece, birkaç parça eşyayı çantasına atarken.
“Ya senin adını ne zaman öğreneceğim.” Dedi Walger aniden gelen başka bir hevesle.
“Dilerim ki hiçbir zaman öğrenmezsin.”
Walger bu cevap karşısında dudaklarını büzdü, ama gözlerinde korku yoktu, sadece sorusu cevaplanmamış bir çocuğun meraklı gözleri vardı. Greece konuyu değiştirmek için ayağa kalktı. “Gitmeden önce durumun nasıl bakalım ?”
“İyiyim, uzun mu yürüyeceğiz.”
“Hayır, dediğine göre biraz ileride küçük bir şehir varmış değil mi ?”
“Evet, usta.”
Greece duraksadı, usta demek ha, yüzüne gelen gülümsemeyi son anda durdurdu. Bu çocuğu sevmeye başlıyordu. Adını bilmiyorsa da illa bir şey demeye meraklı, bir şeyin adını koymaya istekli bir çocuk, bu çocuk adam olacağa benziyordu.
“Bugün sana dövüşün temel prensiplerini öğreteceğim.” dedi doğal bir şekilde, “Şehire akşam saatlerinde girmek istiyorum, o yüzden biraz senin kumaşına bakalım.”
Walger, hevesle ayağa kalkarak, hocasının karşısına geçti. Mavi gözlerinde minnettarlık ve sevinç okunmaktaydı. Greece, hiçbir şekilde duruş almadan oğlanın karşısında durdu. Hızlı bir adımla sağ ayağını öne attı, sol yumruğunu çocuğun suratına doğru savurdu.
Walger darbeyi nerdeyse göremedi bile, yumruk çocuğu sağ tarafından yakaladı onun ayaklarını yerden keserek üç metre savurdu. Çocuk kumda debelenirken, Greece tepesinde dikildi. Walger’ın yanağı hemen şişmeye başlamıştı. Gözlerinden yaş süzülüyordu, iki eliyle yanağını tutmuştu.
“Darbeyi görmedin bile çünkü yüzüme bakıyordun, tecrübeli bir savaşçı yüzünde nereye vuracağını hissettiren bir mimik vermez. O yüzden yüzüne değil dövüşçünün ayaklarına bakacaksın, Dövüşte ayak oyunları çok önemlidir. Gerçek bir dövüşçü dövüşün denge aktarımı olduğunu bilir. Sağ ayağımı öne doğru attığımda bütün dengemi oraya ve çıkardığım yumruğa yükledim. Sağ ayağımı, ileri aldığımda o güçle sol yumruğumda senin sağ yanağında patladı. Şimdi kes ağlamayı, darbeyi hissetmeden bu yumruğun gücünü sana anlatamazdım.”
Walger gözlerinin yaşını sildi şaşkınlıkla, Greece’e bakıyordu. Kukuletasının altında ciddi bir ağız görünüyordu. Başı ileriye çevrilmişti, rüzgar pelerinini uçururken, her an hareket edebilecek bir vücuda sahip heykel gibi bir adamdı. “Anla… Anladım.” dedi Walger yavaşça.
“İyi kalk ve şu yıkık sütunda o yumruğu çalış, doğru bir şekilde dengeni aktarana kadar çalışacaksın.” Dedi Greece “ Seni izleyeceğim.”
Walger şaşırmış gibi görünse de, kalktı tam gidecekken, ustasına döndü. Yanağı gittikçe şişiyor gibiydi. “Neden yumrukla başladık, kılıçla başlasaydık beni mi biçecektin o yüzden mi ?”
Greece , çocuğun tepesinde dikildi. Çocuk ise korkmadan ona doğru baktı. Bu çocuğun cesareti vardı ama neticede sadece inat ve cesaretle bir yere varılmazdı. Çocuğu umursamadan baktığı yere doğru çevirdi başını “Bir kılıcı, bir hançeri elinden alabilirler ama yumruklarını senden alamazlar o yüzden yumrukla bir adamı nasıl etkisiz hale getirebileceğini öğreneceksin. Hadi git, zamanın azalıyor.”
Walger koşa koşa yirmi metre ötedeki sütuna giderken Greece ilerideki bu yakın çöl şehrinde neler olabileceğini hesaba katmaya çalıştı. Yüksek ihtimalle bu çocuğu elinden almak isteyecek köle tüccarları olacaktı. Onlardan korkmuyordu ama çocuğu alıp götürebilirler, daha kötüsü öldürebilirlerdi. O zaman büyük bir hata yapmış olurlardı ama bu o çocuğu geri getirmezdi aynı daha öncekilerin geri gelmediği gibi. Yumruk çalışmaya başlamış çocuğa baktı, bu çocuğun ona gelmesi tesadüf olamazdı, madem bazı güçler böyle istiyordu. O çocuğu kendi gibi bir kurt* yapacaktı.
*Kurt : Çok eski zamanlarda kurulan Kılıç ve Yumruk Loncasının bilinen çıplak elli 5 dövüş stilinden biri. Diğerleri; Kaplan, Yılan, Köpek, Balık
“Bu sizin mi inayetiniz.”
“Biz belli bir plan yapmadık, sen bunu bozdun ama bunun için sana kızgın değilim.”
“Binlerce yıldır Ölülere Bekçilik yapmak kolay iş değil.”
“Canlıya bekçilik yapmak inan daha zordur oğul.”
“Bu sizin inayetiniz, bu belli bende görevimin bittiğini sanmıştım.”
“Bu görev değil, istersen çocuğun boğazını kes şimdi bak uyuyor, belli kısıtlamalara sahip değilsin artık Wallace, Özgür bir adamsın.”
“Bana Greece, demeni tercih ederim.”
“Oğullarıma istediğim gibi hitap ederim, fazla ileri gidiyorsun.”
“O zaman git diğer oğlunla uğraş ikidebir de seni soruyordu, artık ikinizin belalarıyla uğraşmak istemiyorum. Seni sadece dualarımda hatırlamak istiyorum.”
Greece, közlenmiş ateşin başındaydı. Birkaç çaputla örtünmeye çalışmış olan çocuk uyuyordu. İki elini yanağına koymuş, soğuktan dolayı büzülmüştü. Greece çocuğa doğru baktı, ateş sönmüştü. Bir anlık tereddütten sonra eski pelerinini çıkardı. Çocuğun üzerine tamamen örttü. Çocuk sıcak pelerinin üzerinde olduğunu uykusunda bile anlamış olacaktı ki hemen rahatlayarak mırıldandı. Pelerine sarıldı.
Greece gülümsedi, minik bir tebessüm fakat içten ve sıcak unutulmuş yaşayan günlerden kalan bir tebessüm. Çocuğa bakarken duyduğu, tebessüm… Birden titredi, evet hafa soğuktu. Pelerinin içine Sıfır kollu kalın bir tunik giyiyordu. Daha önce eski bir şövalye zırhı giyerdi ama onu yoldayken atmıştı. Yerinde oturan bir adam olmadığı için daha hızlı olması gerekiyordu.
İki elleriyle çeşitli rünler bulunan kaslı kollarını ovuşturdu. Mavi rünlere baktıkça, tiksindiğini fark etti. Niye vermişti ki çocuğa pelerini zaten. Şimdi geri de alamazdı, çocuk pelerinin sıcaklığını dengelemiş gibi duruyordu. Çocuk yetenekli ve mücadeleciydi, birkaç kez reflekslerini ölçmüş hiç de fena olmadığını görmüştü. Üç gündür yürüyorlardı, bana mısın dediğini duymamıştı.
“Sanırım bu çocukta eskilerden kalan bir yan var.” diye mırıldandı, Greece , sabaha karşı çocuktan Pelerini alıp üzerine geçirdi. Çocuğa acıdığını düşünsün istemiyordu.
“Hey çocuk uyan, düşman olsaydı boğazını keser kargalara yedirirdi çoktan.”
“Ben çocuk değilim. Adım Walger.” Diye diklendi çocuk sinirle.
“Bana kendini ispatlayana kadar adını unut,” dedi Greece, birkaç parça eşyayı çantasına atarken.
“Ya senin adını ne zaman öğreneceğim.” Dedi Walger aniden gelen başka bir hevesle.
“Dilerim ki hiçbir zaman öğrenmezsin.”
Walger bu cevap karşısında dudaklarını büzdü, ama gözlerinde korku yoktu, sadece sorusu cevaplanmamış bir çocuğun meraklı gözleri vardı. Greece konuyu değiştirmek için ayağa kalktı. “Gitmeden önce durumun nasıl bakalım ?”
“İyiyim, uzun mu yürüyeceğiz.”
“Hayır, dediğine göre biraz ileride küçük bir şehir varmış değil mi ?”
“Evet, usta.”
Greece duraksadı, usta demek ha, yüzüne gelen gülümsemeyi son anda durdurdu. Bu çocuğu sevmeye başlıyordu. Adını bilmiyorsa da illa bir şey demeye meraklı, bir şeyin adını koymaya istekli bir çocuk, bu çocuk adam olacağa benziyordu.
“Bugün sana dövüşün temel prensiplerini öğreteceğim.” dedi doğal bir şekilde, “Şehire akşam saatlerinde girmek istiyorum, o yüzden biraz senin kumaşına bakalım.”
Walger, hevesle ayağa kalkarak, hocasının karşısına geçti. Mavi gözlerinde minnettarlık ve sevinç okunmaktaydı. Greece, hiçbir şekilde duruş almadan oğlanın karşısında durdu. Hızlı bir adımla sağ ayağını öne attı, sol yumruğunu çocuğun suratına doğru savurdu.
Walger darbeyi nerdeyse göremedi bile, yumruk çocuğu sağ tarafından yakaladı onun ayaklarını yerden keserek üç metre savurdu. Çocuk kumda debelenirken, Greece tepesinde dikildi. Walger’ın yanağı hemen şişmeye başlamıştı. Gözlerinden yaş süzülüyordu, iki eliyle yanağını tutmuştu.
“Darbeyi görmedin bile çünkü yüzüme bakıyordun, tecrübeli bir savaşçı yüzünde nereye vuracağını hissettiren bir mimik vermez. O yüzden yüzüne değil dövüşçünün ayaklarına bakacaksın, Dövüşte ayak oyunları çok önemlidir. Gerçek bir dövüşçü dövüşün denge aktarımı olduğunu bilir. Sağ ayağımı öne doğru attığımda bütün dengemi oraya ve çıkardığım yumruğa yükledim. Sağ ayağımı, ileri aldığımda o güçle sol yumruğumda senin sağ yanağında patladı. Şimdi kes ağlamayı, darbeyi hissetmeden bu yumruğun gücünü sana anlatamazdım.”
Walger gözlerinin yaşını sildi şaşkınlıkla, Greece’e bakıyordu. Kukuletasının altında ciddi bir ağız görünüyordu. Başı ileriye çevrilmişti, rüzgar pelerinini uçururken, her an hareket edebilecek bir vücuda sahip heykel gibi bir adamdı. “Anla… Anladım.” dedi Walger yavaşça.
“İyi kalk ve şu yıkık sütunda o yumruğu çalış, doğru bir şekilde dengeni aktarana kadar çalışacaksın.” Dedi Greece “ Seni izleyeceğim.”
Walger şaşırmış gibi görünse de, kalktı tam gidecekken, ustasına döndü. Yanağı gittikçe şişiyor gibiydi. “Neden yumrukla başladık, kılıçla başlasaydık beni mi biçecektin o yüzden mi ?”
Greece , çocuğun tepesinde dikildi. Çocuk ise korkmadan ona doğru baktı. Bu çocuğun cesareti vardı ama neticede sadece inat ve cesaretle bir yere varılmazdı. Çocuğu umursamadan baktığı yere doğru çevirdi başını “Bir kılıcı, bir hançeri elinden alabilirler ama yumruklarını senden alamazlar o yüzden yumrukla bir adamı nasıl etkisiz hale getirebileceğini öğreneceksin. Hadi git, zamanın azalıyor.”
Walger koşa koşa yirmi metre ötedeki sütuna giderken Greece ilerideki bu yakın çöl şehrinde neler olabileceğini hesaba katmaya çalıştı. Yüksek ihtimalle bu çocuğu elinden almak isteyecek köle tüccarları olacaktı. Onlardan korkmuyordu ama çocuğu alıp götürebilirler, daha kötüsü öldürebilirlerdi. O zaman büyük bir hata yapmış olurlardı ama bu o çocuğu geri getirmezdi aynı daha öncekilerin geri gelmediği gibi. Yumruk çalışmaya başlamış çocuğa baktı, bu çocuğun ona gelmesi tesadüf olamazdı, madem bazı güçler böyle istiyordu. O çocuğu kendi gibi bir kurt* yapacaktı.
*Kurt : Çok eski zamanlarda kurulan Kılıç ve Yumruk Loncasının bilinen çıplak elli 5 dövüş stilinden biri. Diğerleri; Kaplan, Yılan, Köpek, Balık
► Spoiler Göster
Walger, boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Günler boyunca ilk kez yatakta yatmanın sevinci içerisinde uyuyordu. Greece’i ise uyku tutmamıştı. İki bin yıl, canlı bir şehirde iyi bir handa uyumanın getirdiği hatıralar sarmıştı etrafını. Bir zamanlar canlı bir şehirde yaşar güzel bir evde kalırdı. Tanrısına dua eder, ülkesine hizmet eder, Karısını severdi.
“Seni asla unutmayacağım.”
Kafasındaki eskiye ait sesler, unutmak zorundaydı. Yatağından kalkarak pencere kenarındaki sandalyeye oturdu. Pencerenin dışındaki karanlık geceye baktı. Gecenin içinde bir çift yeşili göz belirdi.
“Seni unutmadım.”
“GİİİT !!” diye bağırdı Greece elini cama sertçe vurdu. Cam şangırtıyla kırıldı, Walger sıçramayla ayağa kalktı. Greece ellerini başına almış, kafasını sıkmaktaydı. Sol eli cama vurduğu için kanamaktaydı ama Greece, bunu umursamaz görünüyordu.
“Usta…” dedi çocuk şaşkınlıkla geriye çekilmişti.
Greece, kendi kendine geçmişiyle boğuşuyordu. Kafasından gitmek bilmeyen o yeşil gözler, gecenin içinde fısıldanan aşk sözleri. Annebelia... Onun hiç suçu yoktu ki. Bir Kralın hatası… Neden ? Neden bir ülke? Yok olan onlarca can Anebelia… Hayır, bu olmamalıydı. Yanlıştı böylesi, onun suçu yoktu…
“USTAAA!”
Walger’ın onu sarsmasıyla, düşüncelerinden ayrıldı Greece. Sinirle, çocuğun yakasından tuttu, aşağıya fırlatacaktı onu. Bugün, güzelce giydirip yıkattığı kurtardığı çocuğu… O çocuk ona geçmişini, Annebelia’yı. Bu yaşayan şehir, ölen milyonlarca insanı hatırlatıyordu. Yaşamak yaşatmak ne önemli vardı artık. Çocuğu kaldırdı. Walger çırpınıyordu. Bu çocuğun bir önemi yoktu artık ölen onlarca insan suçsuz yere ölmüştü… Ya Anebelia, ya karnındaki çocuğu… Onların suçu neydi…Çocuğun hayatının bir önemi yoktu artık
O artık sadece öldürmek istiyordu, bu hanı doğramadan önce çocuğu ikinci kattan aşağıya fırlatacaktı.
Walger, debelenerek kurtulmaya çalışıyordu ama Greece’in eli mengene gibiydi. Greece’in suratına yumruk atmaya çalıştı, ama yapabildiği Greece’in kukuletasını açmak oldu sadece. Walger ustasının suratını ilk defa görüyordu. Köşeli bir çenesi dışında kısa kesilmiş siyah beyaz griye çalan karışık saçları, keskin hatlı yüzü, sert askeri bir disiplini barındırıyor gibiydi. Fakat Walger’ı şaşırtan şey gözleriydi. Kalın çatılmış kaşlar arasından ona bakan kısık gözler tamamıyla gümüşü bir renkteydi göz bebeği ve beyazı yoktu. Bu gözler karşısında korkudan ödü patlasa da, şu an öleceği için bunu umursamamayı seçerek dik dik baktı bu kendini içine çeken gözlere.
“Yapma !" diye bağırdı Walger son anda.
Greece duraksadı, tam camdan fırlatacağı çocuk, onun gözlerinin içine bakmış ve canlı bir biçimde onunla konuşabilmişti. Greece’in gözleri, Greece’in laneti, Greece’in silahı, baktığı gözlerde insanı donduran etkisiz hale getiren bakışa sahip gözleri. Bir ölümsüzün dünyanın yaşamını ölümünü ruhlarını gören bir göz… O gözlere sadece, tek bir insan bakabilmişti ve o insanın da karşısındaki çocukta olduğu gibi mavi gözler vardı. Çelik mavisi gözlerdi o gözler…
Ölülerin Bekçisi beş adamın karşısındaydı, Soğuk rüzgarlar etraflarını sararken Greece güldü hafifçe. Kukuletası üzerinden eğilerek bir elini selam verircesine kaldırdı. Binalardan aynı anda atılan beş siyah ok belirdi. Üzerlerine hızla gelen okları gören Falcon kılıcıyla havada bir rün işareti çizdi. Kheldar hızla gelen okları tetikte bekleyen gözlerle izliyordu. Gindeon, Falcon’un arkasındaydı. Keven tereddüt içinde kıvranarak oklara doğru bakıyordu.
Robin hiç tereddüt etmeden elini kaldırdı. O anda grubun etrafını kaplayan hafif mavi bir kalkan belirdi. Hızla gelen oklar kalkana çarpıp zararsızca yere düştüler.
“Büyü” diye tısladı Greece “Büyücülerden nefret ederim.”
“Savaşmak istemiyorum Bekçi.” dedi Robin sert bir sesle “Biz buraya hakkımızı almaya geldik.”
“Ölüler kimsenin hakkı falan değildir.” diye kestirip attı Greece “Ölüler dengeyi bozucu bir faktördür. Ben burada dengenin bir savunucusuyum. Buraya gelen her bir kişi ister Sendarlı olsun ister Astgar ölüleri kullanmaya kalkarsa öldürürüm. Buraya ne insanlar, ne elfler ne yaratıklar geldi büyücü, hepsi birer birer öldüler. Eğer sizin de ölülerle bir ilişkiniz olursa sizi de öldüreceğim.”
Kheldar hançerini elinde çevirerek Ölülerin Bekçisine çok sert bir bakış attı. “Tarafsızlık ha” diye güldü. “Madem bu kadar denge meraklısıysan Chuitchik masum insanları öldürürken nerdeydin ha.”
“Cevabı çok basit” dedi Greece sırıtarak. “Burada oturuyordum. Çünkü yapmam gereken bir görevim vardı.”
Kheldar ani bir hamleyle pelerininden çıkardığı bir hançeri Ölülerin Bekçisine doğru savurdu. Greece havada dönen hançeri elinin içiyle havada yakalayarak döndürdü. Bu sırada ellerinden akan kanı hiç umursamıyordu. Hayran hayran elindeki kanın akışını izlerken “Hiç fena değil” diye mırıldandı ardından seri bir hareketle elindeki hançeri Kheldar’a fırlattı.
Kheldar hızla çıkardığı iki kısa kıvrımlı kılıcını çaprazladı. Hançer iki kılıcın çaprazlandığı yere çarparak sekti ve Greece’in ayaklarının dibine düştü. Ölülerin Bekçisi bir topuk hareketiyle hançeri kaldırıp eline aldı.
“Durun.”dedi Robin sert bir sesle “Dövüşmeye gerek yok Kheldar.”
“Çok geç.” diye hırladı Greece, Kheldar’a doğru sıçrayarak. Hızla Sıçrayarak üzerinde yükselen adamı gören Kheldar kavisli kılıcını Ölülerin Bekçisinin karnına doğru savurdu. Greece çevik bir hareketle kılıcın yassı tarafına sert bir tekme attı. Kılıç Kheldar’ın elinden kurtularak Robin’in ayaklarının dibine yuvarlandı.
Greece hançerini rakibinin boynuna indirmek için hızla atıldı. Kheldar yere doğru hızla kayarak Ölülerin bekçisinin altına girdi. Kılıcını tekrara karnına doğru savurdu yine ama Greece darbesinin boşa gittiğini görünce dizini kendine doğru siper etti. Kılıç dizini sertçe biçti. Neyse ki çok derin değildi yoksa Greece bir daha ayağa kalkamazdı.
Keven bu olaya daha fazla seyirci kalmayarak Greece’in üstüne atladı. Ölülerin Bekçisi bu ani darbe yüzünden dengesini kaybederek yere yıkıldı. Bu arada hançerini de düşürmüştü. Keven altındaki adama kılıcını indirmeye hazırlanıyordu ki Greece dizini sertçe Keven’in kasıklarına geçirdi. Keven ani acıyla kılıcını bırakarak yana doğru yuvarlandı. Elleriyle kasıklarını tutuyordu. Hafifçe inildemekteydi.
Greece hızla ayağa kalkarak. Falcon’un şaşkın bakışları arasında hızla Kheldar’ın şakağına sert bir darbe indirdi Kheldar’ın gözleri beyazlaşarak yere yığıldı. Greece hızla Falcon’a doğru koşarak pelerini arasından çıkardığı hançeri ona saplamak için gerildi. Falcon kılıcıyla havaya rünler çizdi. Falcon’un büyü yaptığını anlayan Greece sol eliyle kukuletasını açtı. Saydamsı gözler Falcon’u hapsederek olduğu yerde kalmasını sağladı. Kılıcı hafifi bir tangırtıyla yere düştü. Greece hafifçe gülümseyerek son darbeyi indirmek için kaldırdı.
O sırada Gindeon ortaya çıkarak haykırdı Büyülü Bilekliğiyle büyü için mırıldanmaktaydı. Greece hızlı bir şekilde Falcon’un arkasından dönerek bilekliği tuttu. Gözleri Garion’un gözlerine kenetlendi. Garion kendini boşlukta hissetti ve bilinci bir süre için kayboldu. Greece Bilekliği çıkarmaya çalıştı önce çıkaramayınca eli hançerine giderek Garion’un koluna doğru tuttu ve hızla kaldırdı.
O sıra sert bir yumruk hançeri elinden alarak hızla uzaklaşmasını sağladı. Robin hızla Ölülerin Bekçisini iterek onun sırt üstü yere düşmesini sağladı. Greece kalkmaya davrandığı anda Robin Harwart kılıcını çekerek Greece boğazına tuttu. Greece hınçla karşısındaki adamın gözlerine baktı. Çelik mavisi gözler bir şeyden etkilenmiş görünmüyordu. Ölülerin Bekçisi şaşkınlıktan gözleri açıldı. Robin’in dudakları kıvrıldı ve üç kelime söyledi.
“Beni tanıdın mı ?”
Greece gözleri irileşerek tanımışlık belirtisiyle Robin’in yüzüne baktı. Dudakları şaşkınlıkla aralandı o ise iki kelime söyledi
“Dünyanın Umudu.”
Greece çocuğu, camdan atmak yerine duvara yapıştırdı. Hem sinirli hem şaşkın, hem de heyecanlıydı. “Çocuk adını söyle tekrar bana adını ?”
“Walger” dedim ya “Bırak beni deli herif ?”
“Soyadını da söyle!”diye Kükredi Greece “ ÇABUK !”
“Harwart, Walger Harwart.”
Çocuğu bırkakıp dizleri üzerine çöktü. İstemsizce dudakları kıvrıldı. Greece Kaderin bir cilvesi yine onu bulduğunu düşünüyordu Çelik Mavisi gözlerden yine kaçamamıştı…
“Seni asla unutmayacağım.”
Kafasındaki eskiye ait sesler, unutmak zorundaydı. Yatağından kalkarak pencere kenarındaki sandalyeye oturdu. Pencerenin dışındaki karanlık geceye baktı. Gecenin içinde bir çift yeşili göz belirdi.
“Seni unutmadım.”
“GİİİT !!” diye bağırdı Greece elini cama sertçe vurdu. Cam şangırtıyla kırıldı, Walger sıçramayla ayağa kalktı. Greece ellerini başına almış, kafasını sıkmaktaydı. Sol eli cama vurduğu için kanamaktaydı ama Greece, bunu umursamaz görünüyordu.
“Usta…” dedi çocuk şaşkınlıkla geriye çekilmişti.
Greece, kendi kendine geçmişiyle boğuşuyordu. Kafasından gitmek bilmeyen o yeşil gözler, gecenin içinde fısıldanan aşk sözleri. Annebelia... Onun hiç suçu yoktu ki. Bir Kralın hatası… Neden ? Neden bir ülke? Yok olan onlarca can Anebelia… Hayır, bu olmamalıydı. Yanlıştı böylesi, onun suçu yoktu…
“USTAAA!”
Walger’ın onu sarsmasıyla, düşüncelerinden ayrıldı Greece. Sinirle, çocuğun yakasından tuttu, aşağıya fırlatacaktı onu. Bugün, güzelce giydirip yıkattığı kurtardığı çocuğu… O çocuk ona geçmişini, Annebelia’yı. Bu yaşayan şehir, ölen milyonlarca insanı hatırlatıyordu. Yaşamak yaşatmak ne önemli vardı artık. Çocuğu kaldırdı. Walger çırpınıyordu. Bu çocuğun bir önemi yoktu artık ölen onlarca insan suçsuz yere ölmüştü… Ya Anebelia, ya karnındaki çocuğu… Onların suçu neydi…Çocuğun hayatının bir önemi yoktu artık
O artık sadece öldürmek istiyordu, bu hanı doğramadan önce çocuğu ikinci kattan aşağıya fırlatacaktı.
Walger, debelenerek kurtulmaya çalışıyordu ama Greece’in eli mengene gibiydi. Greece’in suratına yumruk atmaya çalıştı, ama yapabildiği Greece’in kukuletasını açmak oldu sadece. Walger ustasının suratını ilk defa görüyordu. Köşeli bir çenesi dışında kısa kesilmiş siyah beyaz griye çalan karışık saçları, keskin hatlı yüzü, sert askeri bir disiplini barındırıyor gibiydi. Fakat Walger’ı şaşırtan şey gözleriydi. Kalın çatılmış kaşlar arasından ona bakan kısık gözler tamamıyla gümüşü bir renkteydi göz bebeği ve beyazı yoktu. Bu gözler karşısında korkudan ödü patlasa da, şu an öleceği için bunu umursamamayı seçerek dik dik baktı bu kendini içine çeken gözlere.
“Yapma !" diye bağırdı Walger son anda.
Greece duraksadı, tam camdan fırlatacağı çocuk, onun gözlerinin içine bakmış ve canlı bir biçimde onunla konuşabilmişti. Greece’in gözleri, Greece’in laneti, Greece’in silahı, baktığı gözlerde insanı donduran etkisiz hale getiren bakışa sahip gözleri. Bir ölümsüzün dünyanın yaşamını ölümünü ruhlarını gören bir göz… O gözlere sadece, tek bir insan bakabilmişti ve o insanın da karşısındaki çocukta olduğu gibi mavi gözler vardı. Çelik mavisi gözlerdi o gözler…
Ölülerin Bekçisi beş adamın karşısındaydı, Soğuk rüzgarlar etraflarını sararken Greece güldü hafifçe. Kukuletası üzerinden eğilerek bir elini selam verircesine kaldırdı. Binalardan aynı anda atılan beş siyah ok belirdi. Üzerlerine hızla gelen okları gören Falcon kılıcıyla havada bir rün işareti çizdi. Kheldar hızla gelen okları tetikte bekleyen gözlerle izliyordu. Gindeon, Falcon’un arkasındaydı. Keven tereddüt içinde kıvranarak oklara doğru bakıyordu.
Robin hiç tereddüt etmeden elini kaldırdı. O anda grubun etrafını kaplayan hafif mavi bir kalkan belirdi. Hızla gelen oklar kalkana çarpıp zararsızca yere düştüler.
“Büyü” diye tısladı Greece “Büyücülerden nefret ederim.”
“Savaşmak istemiyorum Bekçi.” dedi Robin sert bir sesle “Biz buraya hakkımızı almaya geldik.”
“Ölüler kimsenin hakkı falan değildir.” diye kestirip attı Greece “Ölüler dengeyi bozucu bir faktördür. Ben burada dengenin bir savunucusuyum. Buraya gelen her bir kişi ister Sendarlı olsun ister Astgar ölüleri kullanmaya kalkarsa öldürürüm. Buraya ne insanlar, ne elfler ne yaratıklar geldi büyücü, hepsi birer birer öldüler. Eğer sizin de ölülerle bir ilişkiniz olursa sizi de öldüreceğim.”
Kheldar hançerini elinde çevirerek Ölülerin Bekçisine çok sert bir bakış attı. “Tarafsızlık ha” diye güldü. “Madem bu kadar denge meraklısıysan Chuitchik masum insanları öldürürken nerdeydin ha.”
“Cevabı çok basit” dedi Greece sırıtarak. “Burada oturuyordum. Çünkü yapmam gereken bir görevim vardı.”
Kheldar ani bir hamleyle pelerininden çıkardığı bir hançeri Ölülerin Bekçisine doğru savurdu. Greece havada dönen hançeri elinin içiyle havada yakalayarak döndürdü. Bu sırada ellerinden akan kanı hiç umursamıyordu. Hayran hayran elindeki kanın akışını izlerken “Hiç fena değil” diye mırıldandı ardından seri bir hareketle elindeki hançeri Kheldar’a fırlattı.
Kheldar hızla çıkardığı iki kısa kıvrımlı kılıcını çaprazladı. Hançer iki kılıcın çaprazlandığı yere çarparak sekti ve Greece’in ayaklarının dibine düştü. Ölülerin Bekçisi bir topuk hareketiyle hançeri kaldırıp eline aldı.
“Durun.”dedi Robin sert bir sesle “Dövüşmeye gerek yok Kheldar.”
“Çok geç.” diye hırladı Greece, Kheldar’a doğru sıçrayarak. Hızla Sıçrayarak üzerinde yükselen adamı gören Kheldar kavisli kılıcını Ölülerin Bekçisinin karnına doğru savurdu. Greece çevik bir hareketle kılıcın yassı tarafına sert bir tekme attı. Kılıç Kheldar’ın elinden kurtularak Robin’in ayaklarının dibine yuvarlandı.
Greece hançerini rakibinin boynuna indirmek için hızla atıldı. Kheldar yere doğru hızla kayarak Ölülerin bekçisinin altına girdi. Kılıcını tekrara karnına doğru savurdu yine ama Greece darbesinin boşa gittiğini görünce dizini kendine doğru siper etti. Kılıç dizini sertçe biçti. Neyse ki çok derin değildi yoksa Greece bir daha ayağa kalkamazdı.
Keven bu olaya daha fazla seyirci kalmayarak Greece’in üstüne atladı. Ölülerin Bekçisi bu ani darbe yüzünden dengesini kaybederek yere yıkıldı. Bu arada hançerini de düşürmüştü. Keven altındaki adama kılıcını indirmeye hazırlanıyordu ki Greece dizini sertçe Keven’in kasıklarına geçirdi. Keven ani acıyla kılıcını bırakarak yana doğru yuvarlandı. Elleriyle kasıklarını tutuyordu. Hafifçe inildemekteydi.
Greece hızla ayağa kalkarak. Falcon’un şaşkın bakışları arasında hızla Kheldar’ın şakağına sert bir darbe indirdi Kheldar’ın gözleri beyazlaşarak yere yığıldı. Greece hızla Falcon’a doğru koşarak pelerini arasından çıkardığı hançeri ona saplamak için gerildi. Falcon kılıcıyla havaya rünler çizdi. Falcon’un büyü yaptığını anlayan Greece sol eliyle kukuletasını açtı. Saydamsı gözler Falcon’u hapsederek olduğu yerde kalmasını sağladı. Kılıcı hafifi bir tangırtıyla yere düştü. Greece hafifçe gülümseyerek son darbeyi indirmek için kaldırdı.
O sırada Gindeon ortaya çıkarak haykırdı Büyülü Bilekliğiyle büyü için mırıldanmaktaydı. Greece hızlı bir şekilde Falcon’un arkasından dönerek bilekliği tuttu. Gözleri Garion’un gözlerine kenetlendi. Garion kendini boşlukta hissetti ve bilinci bir süre için kayboldu. Greece Bilekliği çıkarmaya çalıştı önce çıkaramayınca eli hançerine giderek Garion’un koluna doğru tuttu ve hızla kaldırdı.
O sıra sert bir yumruk hançeri elinden alarak hızla uzaklaşmasını sağladı. Robin hızla Ölülerin Bekçisini iterek onun sırt üstü yere düşmesini sağladı. Greece kalkmaya davrandığı anda Robin Harwart kılıcını çekerek Greece boğazına tuttu. Greece hınçla karşısındaki adamın gözlerine baktı. Çelik mavisi gözler bir şeyden etkilenmiş görünmüyordu. Ölülerin Bekçisi şaşkınlıktan gözleri açıldı. Robin’in dudakları kıvrıldı ve üç kelime söyledi.
“Beni tanıdın mı ?”
Greece gözleri irileşerek tanımışlık belirtisiyle Robin’in yüzüne baktı. Dudakları şaşkınlıkla aralandı o ise iki kelime söyledi
“Dünyanın Umudu.”
Greece çocuğu, camdan atmak yerine duvara yapıştırdı. Hem sinirli hem şaşkın, hem de heyecanlıydı. “Çocuk adını söyle tekrar bana adını ?”
“Walger” dedim ya “Bırak beni deli herif ?”
“Soyadını da söyle!”diye Kükredi Greece “ ÇABUK !”
“Harwart, Walger Harwart.”
Çocuğu bırkakıp dizleri üzerine çöktü. İstemsizce dudakları kıvrıldı. Greece Kaderin bir cilvesi yine onu bulduğunu düşünüyordu Çelik Mavisi gözlerden yine kaçamamıştı…
► Spoiler Göster
Greece gülümsedi. Yanındaki şaşkın nefes nefese kalmış olan çocuğa şöyle bir baktı. İnanamıyordu, bu tanrıların iradesi miydi? Yoksa ilahi adaletin bir tecellisi mi? Robin Harwart’ın oğlu avucunun içinde, onun muazzam gücünü taşıyor. Gözlerindeki, Tanrılara meydan okuyan güç bile aynı. Çelik mavisi parlayan gözler. Greece, elini tahta döşemeye dayayıp güç bela ayağa kalktığında Walger hızla odanın dışına doğru koştu.
“Dur çocuk.” Dedi Greece, nerdeyse yalvarır bir ses tonuyla “Dur.”
Walger bir an bu ses tonu karşısında duraksayarak odanın kapısının önünde durdu.
“Ben… çok uzun zaman yaşadım çocuk, geçmişin izleri silinmiyor çoğu zaman.” dedi Ölülerin Bekçisi, gözlerinde yaş yoktu ama yüzü acıyla çarpılmıştı. “Bir zamanlar… Çok uzun zaman önce normal bir yaşamım vardı… Sevdiklerim…
Arkadaşlarım… Karım… Vatanım… Ve bunlar bir günde yok oldu; çürüdü, öldü, yıkıldı, viran oldu.”
Greece, cama doğru dönüp gecedeki şehre baktı. “Bu insanlar, yaşamın kudretini bilmeden yaşıyorlar. Bir zamanlar bende öyle yaşıyordum, Bir zamanlar… Neden adını sorduğumu bilmek istiyor musun? Soyunu atanı tanıyor musun ?”
“Sen, sen nesin böyle ?” dedi Walger, geriye kapıya dayanmıştı, merak ile korku arasında kalmış gibi görünüyordu.
“Ben uzun zaman önce, ülkem için çalışan basit bir insandım, daha sonra böyle bir lanete mahkum edildim. Beni bu lanete mahkum eden Ked - ”
Greece, sözleri bitiremeden odanın içinde mor bir ışık parladı, aniden ikisinin arasında, uzun boylu mor saçlı, mavi tenli bir gece elfi belirdi. Uzun mavi kaftanında birçok işlemeler göze çarpıyordu, sağ elinde gümüş topuzlu bir asa vardı, sol elinde ise mavi rünlü bir yüzük göze çarpıyordu. Birden odada beliren bu adam hızla dönerek, parmağıyla çocuğun alnına dokundu. Walger olduğu yere devrildi. Greece haykırarak yumruğuyla ileri atıldığında, Gece elfinin elinin bir hareketiyle odanın duvarına fırladı.
Greece, odanın duvarına çarparak, yatağın üzerine düştü. Yatak parçalarının arasından hızlı bir adımda hançerini çekti. Hançerini savururken Gece elfi ile göz göze geldiler. Hançer, elfe beş santim kala parçalandı.
“Wallace.”
“Elrohir.”
“Bana saldırmana inanamıyorum.” dedi Elrohir, gazap dolu mavi gözlerini Greece’in gözlerinden çekerek, “Hareketlerini kontrol et artık!”
“ Öyle mi ? Sizin tanrıcılık oyunlarınızdan, Justisar’ın iyiliği için yapılan işlerden hep nefret ettim, Yüzyıllardır harabelerden kurtulmak için sana yardım ettim, pis işlerini temizledim. Gizli şeyler sakladım ama artık bitti. İstediğimi yapar istediğimi söylerim.”
“ Demek buradaydın, babamızın adını söylemeye çalışmasaydın seni bulamazdım açıkçası iyi ki bunun için önlem almışım.“ dedi Elrohir gümüş topuzlu asasına bakarak, asa garip bir şekilde parlayıp sönüyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra Ölülerin Bekçisine doğru döndü Gece Elfi “ Sen görevine karşı geldin, Wallace! Bizim görevimiz bazı şeylerin baki kalmasını sağlayabilmektir. Biz bu iş için buradayız. Sen bir kere bize bağlandın bir daha kendi keyfine göre iş yapamazsın!”
“Senin baban, benim değil. Senin görevin benim değil, Sen bazı şeyler için seçildin ben değil.” Dedi Greece, “ Ben hataları düzeltmeye çalışan bir adamdım sadece, senin gibi değildim hiç olmak istemedim. Şimdi diyorum ki hiç düzeltmeye kalkmasaydım, o zaman bu kadar acı çekmezdim. Bu işlere bulaşmaz, huzur içinde sevdiklerimle olurdum.”
Elrohir’in yüzü yumuşadı, “Hepimiz bir şeyler kaybettik Wallace, hepimiz. Ben babama karşı gelmedim mi sanıyorsun? Geldim ve o yine de anlayışla karşıladı, seni karşı geldiğin için cezalandırmadı hiç. Fakat sen küstahlık edip babamızın adını bu çocuğa telaffuz edecektin. Bunun için buradayım, gözlerinde korkuyu görüyorum merak etme çocuğa bir şey olmadı, muhtemelen bu konuşmamızı hatırlamayacak, hatta bu geceyi bile.”
Greece, çökerek bir sandalyeye attı kendini. “O benim babam değil ve bu çocuk - “
“Robin’in oğlu evet, biliyorum.” dedi Elrohir, düşünceli bir ifadeyle, “Benim sarayımda doğdu, Sendar’da büyüdü, Keven’nin gözetiminde sonra talihsiz bir olay yaşanmış, işin içinde başka bir iş var. Çocuk öldürülseydi bunu bilirdim. Öldürülmek yerine bulamayacağım bir yere gönderilmiş lakin onu sen bulabildin, Bu tanrıların bizim yanımızda olduğunun bir göstergesi. Kehanet gerçekleşecek.”
“Kehanet zamanı planlamak ve kişileri kontrol etmek içindir.” dedi Greece, hiç düşünmeden, bu işin kehanet ile alakası olmadığının bilicindeydi, Harabelerden yeni kurtulmuştu hem de onu oraya tıkanların hiç beklemediği şekilde plan yapmış, iki büyük karşıt gücü harabelere çekmişti. Robin Harwart ile Chot Chuitchik’i. “Benim oradan kurtulmamamı isteyen senin baba diye hitap ettiğin “o” değil miydi? O yüzden mi bu çocuk tam da benim harabelerden çıktığım güne yakın zamanlarda ortaya çıktı?
“ Senin böyle davranmanı kimse beklemiyordu, nihai karşılaşmanın o an içinde harabelerde olacağını. Robin ile Chuitchik’in o an karşılaşacağını. Hiç kimse bilmiyordu hatta Babamız bile o yüzden onları atlatıp harabelerden çıkabildin.”
Greece düşündü, gümüş renkli gözleri dışarıdaydı. “Biri biliyordu, ondan aldığım bilgiyle bu kusursuz planı yapabildim ve o ikisini birbirlerini öldürtebildim.”
Elrohir, zarif elini çenesine doğru götürdü. Gözleri ölülerin bekçisindeydi. “Kim? Kim biliyordu?”
“Snaga, Simarios Snaga.”
“Dur çocuk.” Dedi Greece, nerdeyse yalvarır bir ses tonuyla “Dur.”
Walger bir an bu ses tonu karşısında duraksayarak odanın kapısının önünde durdu.
“Ben… çok uzun zaman yaşadım çocuk, geçmişin izleri silinmiyor çoğu zaman.” dedi Ölülerin Bekçisi, gözlerinde yaş yoktu ama yüzü acıyla çarpılmıştı. “Bir zamanlar… Çok uzun zaman önce normal bir yaşamım vardı… Sevdiklerim…
Arkadaşlarım… Karım… Vatanım… Ve bunlar bir günde yok oldu; çürüdü, öldü, yıkıldı, viran oldu.”
Greece, cama doğru dönüp gecedeki şehre baktı. “Bu insanlar, yaşamın kudretini bilmeden yaşıyorlar. Bir zamanlar bende öyle yaşıyordum, Bir zamanlar… Neden adını sorduğumu bilmek istiyor musun? Soyunu atanı tanıyor musun ?”
“Sen, sen nesin böyle ?” dedi Walger, geriye kapıya dayanmıştı, merak ile korku arasında kalmış gibi görünüyordu.
“Ben uzun zaman önce, ülkem için çalışan basit bir insandım, daha sonra böyle bir lanete mahkum edildim. Beni bu lanete mahkum eden Ked - ”
Greece, sözleri bitiremeden odanın içinde mor bir ışık parladı, aniden ikisinin arasında, uzun boylu mor saçlı, mavi tenli bir gece elfi belirdi. Uzun mavi kaftanında birçok işlemeler göze çarpıyordu, sağ elinde gümüş topuzlu bir asa vardı, sol elinde ise mavi rünlü bir yüzük göze çarpıyordu. Birden odada beliren bu adam hızla dönerek, parmağıyla çocuğun alnına dokundu. Walger olduğu yere devrildi. Greece haykırarak yumruğuyla ileri atıldığında, Gece elfinin elinin bir hareketiyle odanın duvarına fırladı.
Greece, odanın duvarına çarparak, yatağın üzerine düştü. Yatak parçalarının arasından hızlı bir adımda hançerini çekti. Hançerini savururken Gece elfi ile göz göze geldiler. Hançer, elfe beş santim kala parçalandı.
“Wallace.”
“Elrohir.”
“Bana saldırmana inanamıyorum.” dedi Elrohir, gazap dolu mavi gözlerini Greece’in gözlerinden çekerek, “Hareketlerini kontrol et artık!”
“ Öyle mi ? Sizin tanrıcılık oyunlarınızdan, Justisar’ın iyiliği için yapılan işlerden hep nefret ettim, Yüzyıllardır harabelerden kurtulmak için sana yardım ettim, pis işlerini temizledim. Gizli şeyler sakladım ama artık bitti. İstediğimi yapar istediğimi söylerim.”
“ Demek buradaydın, babamızın adını söylemeye çalışmasaydın seni bulamazdım açıkçası iyi ki bunun için önlem almışım.“ dedi Elrohir gümüş topuzlu asasına bakarak, asa garip bir şekilde parlayıp sönüyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra Ölülerin Bekçisine doğru döndü Gece Elfi “ Sen görevine karşı geldin, Wallace! Bizim görevimiz bazı şeylerin baki kalmasını sağlayabilmektir. Biz bu iş için buradayız. Sen bir kere bize bağlandın bir daha kendi keyfine göre iş yapamazsın!”
“Senin baban, benim değil. Senin görevin benim değil, Sen bazı şeyler için seçildin ben değil.” Dedi Greece, “ Ben hataları düzeltmeye çalışan bir adamdım sadece, senin gibi değildim hiç olmak istemedim. Şimdi diyorum ki hiç düzeltmeye kalkmasaydım, o zaman bu kadar acı çekmezdim. Bu işlere bulaşmaz, huzur içinde sevdiklerimle olurdum.”
Elrohir’in yüzü yumuşadı, “Hepimiz bir şeyler kaybettik Wallace, hepimiz. Ben babama karşı gelmedim mi sanıyorsun? Geldim ve o yine de anlayışla karşıladı, seni karşı geldiğin için cezalandırmadı hiç. Fakat sen küstahlık edip babamızın adını bu çocuğa telaffuz edecektin. Bunun için buradayım, gözlerinde korkuyu görüyorum merak etme çocuğa bir şey olmadı, muhtemelen bu konuşmamızı hatırlamayacak, hatta bu geceyi bile.”
Greece, çökerek bir sandalyeye attı kendini. “O benim babam değil ve bu çocuk - “
“Robin’in oğlu evet, biliyorum.” dedi Elrohir, düşünceli bir ifadeyle, “Benim sarayımda doğdu, Sendar’da büyüdü, Keven’nin gözetiminde sonra talihsiz bir olay yaşanmış, işin içinde başka bir iş var. Çocuk öldürülseydi bunu bilirdim. Öldürülmek yerine bulamayacağım bir yere gönderilmiş lakin onu sen bulabildin, Bu tanrıların bizim yanımızda olduğunun bir göstergesi. Kehanet gerçekleşecek.”
“Kehanet zamanı planlamak ve kişileri kontrol etmek içindir.” dedi Greece, hiç düşünmeden, bu işin kehanet ile alakası olmadığının bilicindeydi, Harabelerden yeni kurtulmuştu hem de onu oraya tıkanların hiç beklemediği şekilde plan yapmış, iki büyük karşıt gücü harabelere çekmişti. Robin Harwart ile Chot Chuitchik’i. “Benim oradan kurtulmamamı isteyen senin baba diye hitap ettiğin “o” değil miydi? O yüzden mi bu çocuk tam da benim harabelerden çıktığım güne yakın zamanlarda ortaya çıktı?
“ Senin böyle davranmanı kimse beklemiyordu, nihai karşılaşmanın o an içinde harabelerde olacağını. Robin ile Chuitchik’in o an karşılaşacağını. Hiç kimse bilmiyordu hatta Babamız bile o yüzden onları atlatıp harabelerden çıkabildin.”
Greece düşündü, gümüş renkli gözleri dışarıdaydı. “Biri biliyordu, ondan aldığım bilgiyle bu kusursuz planı yapabildim ve o ikisini birbirlerini öldürtebildim.”
Elrohir, zarif elini çenesine doğru götürdü. Gözleri ölülerin bekçisindeydi. “Kim? Kim biliyordu?”
“Snaga, Simarios Snaga.”
► Spoiler Göster
Eski bir motel odasında iki adam birbirlerine bakıyordu. Greece, köşeli çenesini iyice sıkmış, bütün bu planın, O Snaga denilen ihtiyar nifak tohumu tarafından yapılma ihtimali düşünüyordu. Elrohir’e baktı, gözleri Ölülerin Bekçisinin üzerindeydi fakat bakışları çok daha ilerisini görüyordu sanki.
“Snaga’nın bunu yapacağını sanmıyorum fakat araştıracağım.” dedi Elrohir, “Ondan önce bu çocuğu güvende tutmaya
bak, Robin’in varisi aynı kanın gücünü taşıyorsa ileride işimize çok yarayacaktır.”
“Çocuğu kişisel amaçlarınız için mi kullanmayı düşünüyorsunuz ?” dedi Greece yüzünde tehlikeli bir sırıtış vardı. “Bunu yapacağımı düşünmüyorsun değil mi Kadim kişi.”
Elrohir, eski lakabını duyunca irkilir gibi oldu lakin soğuk mavi yüzünde nerdeyse hiç değişiklik olmadı. “Zaman giderek kötüleşiyor bunu içimde iliklerimde hissediyorum, Belki İblisler gitti Justisar’dan daha derin bir tehdidin olacağı konusunda uyarıldım. Dikkatli olmalısın.”
“Sizin Tanrıcılık oyunlarınızla artık ilgilenmediğimi söylemiştim.” dedi Greece ona sertçe bakarak.
“Hiç değilse çocuğu güvende tut ve saygısızlık etme.” dedi Elrohir ve mavi bir ışıkla Gece elfi ortadan kayboldu.
Greece’de onu önemsemeyerek çocuğu kaldırıp kırık olmayan yatağa yatırdı. Bu zayıf kumral çocuk, gerçekten o muazzam güce sahip olabilir miydi? Robin Harwart’la o uzun hayatında üç kez karşılaşmıştı. İki soylu kanın gücünü birden taşıyan bu güçlü adam, bildiği tüm büyücülerden daha korkunçtu, hayatında Elrohir dışında bir tek ona yenilmişti.
Çocuğun masum uyuyan yüzüne baktı, demek o da bir Sendarlı kanı taşıyordu, Halkını katleden o büyü ile kılıcın gücünü birleştirebilmiş kadim halktandı o da ama bu çocuğa büyünün zerresini öğretmeyecekti, kendisi çok uzun yıllar önce anti büyücü timinde eğitilmişti, büyücülerin çoğunun bir zayıf noktası vardı.
O sırada kapıya vuruldu.
Greece, temkinle elini cebine attı fakat gelen hancı olmalıydı, gerçekten de gereğinden fazla gürültü yapmışlardı biraz gevşedi ve kapıyı açtı. Karşısında şişman pörtlek gözlü hancı yerine uzun boylu yakışıklı Sarışın mavi gözlü bir adam vardı. Kahverengi şapkasını çıkarıp selam verdiği anda Greece kukuletasını yüzüne örttü.
“Bay Greece sizsiniz sanırım tarifiniz uyuşuyor? “ dedi adam, “Ben Nickoy Waldemer, tarih araştırmacısı ve yazarım, ve patronum sizinle görüşecek bir meselesi olduğunu söylüyor.”
“Beni Justisar’da hiçbir patron ayağına çağıramaz.”
“Yalnız kendisi bu Justisarda tanıdığınız sayılı kişilerden Lord Brave Falcon.” Dedi adam, gülümsemesi tüm yüzünüze yayılmıştı. “ Robin Harwart’la beraber ölüme terk ettiğiniz beş yoldaş arasında o da vardı. Şimdi sizinle konuşmak istiyor.”
Greece adamı hatırladı, Robin’in yanında Sendarlı bir arkadaşı daha vardı. O beş kişi arasında şehri yıkan Sendarlılar arasında o adam da vardı. Brave Falconun karanlık yüzü ve uzun burnu gelir gibi oldu yüzüne, ama silik bir yüzdü bu.
“İntikam için mi? Yoksa senin gibi pelerinin altında sekiz uzun hançer taşıyan, bir ozan kılıklı suikastçi mi gönderdi ? Benim gücümü unutmuş anlaşılan oysa görüşmeyeli o kadar da uzun olmamıştı.”
Ozanın gözleri kısıldı “ Zeki bir adamsınız, lakin Lord Falcon bunu istemiyor, kendisi size harabelerde keşfettiği bir şeyi söylemeyi düşünüyor, Bunu henüz örgütümüzün lider kadrosu dışında kimse bilmiyor.” dedi Nickoy Waldemer ve siyah bir zarfın üzerine kırmızı gül işlemeli bir zarfı uzattı.
“Kesin cevabım yok.” Dedi ve zarfı alıp suratına kapıyı kapattı. Zarfa bakıp pencereye gitti bu uzun gecenin havasını içine çekti. Bu bir tuzak olabilirdi ama Falcon kaç adamını getirirse getirsin onu durduramazdı. Üstelik o yıkımdan yara almadan kaçabildiğini düşünemiyordu, gerçi o sinsi adamın ne yapacağı belli olmazdı. Eski Sendarlı Kılıç Ustaları döneminden bir tek o kalmıştı. Yanlarında dolaştığı Silvan, Robin gibi büyük kahramanların gruplarında hep sağ kalan kişi olmayı başarmıştı.
Greece çocuğa doğru bakıp zarfı açtı. İçinde siyah kağıda ince bir el yazısıyla yazılan beyaz harfler vardı
“ Hükümsüzlerin ne olduğunu bilmek istiyorsan Stihis’e gel.”
Lord B. Falcon
Greece çocuğa baktıktan sonra ne yapacağını düşünmeye başladı, kendisini öldüremezlerdi ama çocuğa bir şey yapabilirlerdi gerçek kimliğini öğrenilirlerse onu Elrohir’den beter bir biçimde kullanabilirlerdi. Gidip gitmeyeceğini bilmiyordu, ama yapmak istediği bir şey vardı. Zamanı vardı ve bu çocuğu eğitecekti, Zeyd’in öğütünü tutacak, Robin’e borcunu ödeyecekti.
En nihayetinde bu çocuğu tam bir büyücü avcısı olarak yetiştirecek, ve bunun onu Snaga’dan Elrohir’den ve Falcon’dan korumuş olmasını umacaktı…
“Snaga’nın bunu yapacağını sanmıyorum fakat araştıracağım.” dedi Elrohir, “Ondan önce bu çocuğu güvende tutmaya
bak, Robin’in varisi aynı kanın gücünü taşıyorsa ileride işimize çok yarayacaktır.”
“Çocuğu kişisel amaçlarınız için mi kullanmayı düşünüyorsunuz ?” dedi Greece yüzünde tehlikeli bir sırıtış vardı. “Bunu yapacağımı düşünmüyorsun değil mi Kadim kişi.”
Elrohir, eski lakabını duyunca irkilir gibi oldu lakin soğuk mavi yüzünde nerdeyse hiç değişiklik olmadı. “Zaman giderek kötüleşiyor bunu içimde iliklerimde hissediyorum, Belki İblisler gitti Justisar’dan daha derin bir tehdidin olacağı konusunda uyarıldım. Dikkatli olmalısın.”
“Sizin Tanrıcılık oyunlarınızla artık ilgilenmediğimi söylemiştim.” dedi Greece ona sertçe bakarak.
“Hiç değilse çocuğu güvende tut ve saygısızlık etme.” dedi Elrohir ve mavi bir ışıkla Gece elfi ortadan kayboldu.
Greece’de onu önemsemeyerek çocuğu kaldırıp kırık olmayan yatağa yatırdı. Bu zayıf kumral çocuk, gerçekten o muazzam güce sahip olabilir miydi? Robin Harwart’la o uzun hayatında üç kez karşılaşmıştı. İki soylu kanın gücünü birden taşıyan bu güçlü adam, bildiği tüm büyücülerden daha korkunçtu, hayatında Elrohir dışında bir tek ona yenilmişti.
Çocuğun masum uyuyan yüzüne baktı, demek o da bir Sendarlı kanı taşıyordu, Halkını katleden o büyü ile kılıcın gücünü birleştirebilmiş kadim halktandı o da ama bu çocuğa büyünün zerresini öğretmeyecekti, kendisi çok uzun yıllar önce anti büyücü timinde eğitilmişti, büyücülerin çoğunun bir zayıf noktası vardı.
O sırada kapıya vuruldu.
Greece, temkinle elini cebine attı fakat gelen hancı olmalıydı, gerçekten de gereğinden fazla gürültü yapmışlardı biraz gevşedi ve kapıyı açtı. Karşısında şişman pörtlek gözlü hancı yerine uzun boylu yakışıklı Sarışın mavi gözlü bir adam vardı. Kahverengi şapkasını çıkarıp selam verdiği anda Greece kukuletasını yüzüne örttü.
“Bay Greece sizsiniz sanırım tarifiniz uyuşuyor? “ dedi adam, “Ben Nickoy Waldemer, tarih araştırmacısı ve yazarım, ve patronum sizinle görüşecek bir meselesi olduğunu söylüyor.”
“Beni Justisar’da hiçbir patron ayağına çağıramaz.”
“Yalnız kendisi bu Justisarda tanıdığınız sayılı kişilerden Lord Brave Falcon.” Dedi adam, gülümsemesi tüm yüzünüze yayılmıştı. “ Robin Harwart’la beraber ölüme terk ettiğiniz beş yoldaş arasında o da vardı. Şimdi sizinle konuşmak istiyor.”
Greece adamı hatırladı, Robin’in yanında Sendarlı bir arkadaşı daha vardı. O beş kişi arasında şehri yıkan Sendarlılar arasında o adam da vardı. Brave Falconun karanlık yüzü ve uzun burnu gelir gibi oldu yüzüne, ama silik bir yüzdü bu.
“İntikam için mi? Yoksa senin gibi pelerinin altında sekiz uzun hançer taşıyan, bir ozan kılıklı suikastçi mi gönderdi ? Benim gücümü unutmuş anlaşılan oysa görüşmeyeli o kadar da uzun olmamıştı.”
Ozanın gözleri kısıldı “ Zeki bir adamsınız, lakin Lord Falcon bunu istemiyor, kendisi size harabelerde keşfettiği bir şeyi söylemeyi düşünüyor, Bunu henüz örgütümüzün lider kadrosu dışında kimse bilmiyor.” dedi Nickoy Waldemer ve siyah bir zarfın üzerine kırmızı gül işlemeli bir zarfı uzattı.
“Kesin cevabım yok.” Dedi ve zarfı alıp suratına kapıyı kapattı. Zarfa bakıp pencereye gitti bu uzun gecenin havasını içine çekti. Bu bir tuzak olabilirdi ama Falcon kaç adamını getirirse getirsin onu durduramazdı. Üstelik o yıkımdan yara almadan kaçabildiğini düşünemiyordu, gerçi o sinsi adamın ne yapacağı belli olmazdı. Eski Sendarlı Kılıç Ustaları döneminden bir tek o kalmıştı. Yanlarında dolaştığı Silvan, Robin gibi büyük kahramanların gruplarında hep sağ kalan kişi olmayı başarmıştı.
Greece çocuğa doğru bakıp zarfı açtı. İçinde siyah kağıda ince bir el yazısıyla yazılan beyaz harfler vardı
“ Hükümsüzlerin ne olduğunu bilmek istiyorsan Stihis’e gel.”
Lord B. Falcon
Greece çocuğa baktıktan sonra ne yapacağını düşünmeye başladı, kendisini öldüremezlerdi ama çocuğa bir şey yapabilirlerdi gerçek kimliğini öğrenilirlerse onu Elrohir’den beter bir biçimde kullanabilirlerdi. Gidip gitmeyeceğini bilmiyordu, ama yapmak istediği bir şey vardı. Zamanı vardı ve bu çocuğu eğitecekti, Zeyd’in öğütünü tutacak, Robin’e borcunu ödeyecekti.
En nihayetinde bu çocuğu tam bir büyücü avcısı olarak yetiştirecek, ve bunun onu Snaga’dan Elrohir’den ve Falcon’dan korumuş olmasını umacaktı…
► Spoiler Göster
Sabaha kadar hiç uyumadı, sabah hancı odaya geldiğinde odanın hali için ağzını açacaktı ki, Greece köle tüccarlarından aldığı iki üç sikkeyi adama doğru savurunca adam hemen sikkeleri kapmak için yerlere kadar eğildi.
“Yemek getir.” dedi
Hancı gülümseyerek kafasını salladı ve hızla çıktı. Hancı çıktığında uyuyan çocuğa doğru döndü Ölülerin Bekçisi. Güneş ışınları çocuğun saçlarını aydınlatıyor yüzüne masum bir ifade veriyordu, çok masum. O kadar oynanan kirli oyunlardan habersiz, bir çok insan gibi.
Derin bir iç çekti, kim bilir yüzyıllar önce felaket olmasaydı. Bu çocuğun ataları o yıkımı gerçekleştirmeseydi, belki böyle bir oğlu olacaktı, belki saçları daha siyah olacaktı ya da çenesi daha geniş, gözleri yeşil belki annesi gibi, onun gibi gülecekti belki de onun gibi iyi huylu ve çalışkan olacaktı, yüzyıllar önce bir oğul o kadar uzaktı ki şimdi… Bir baba olamayacaktı artık uzun yıllar önce kaybetmişti o şansı,
Oysa o kadar yakındı ki, çok yakın. Nerdeyse bir baba olacaktı, karısı hamileydi ölmeden önce… Kollarında acıyla kavrulmadan önce, Ölülerin Bekçisi olmadan önce
Çok uzun yıllar önce, 3. Çağ Asuka. Büyük Felakatten 24 saat önce
Nodier El Mirharch, odasında büyü çalışmalarını sürdürürken kapıyı çalındı, Mirharch uzun kırlaşmaya başlamış kahverengi sakalını kaşıdıktan sonra, ince çerçevelere tutturulmuş ölçekli camlara sahip, Ask icadı olan Ceşmgah’ı çıkardı, burnunun kenarlarını ovuşturdu. Kalın tok sesiyle,
“Gel.” dedi
İçeriye geniş omuzlu, saçları önden açılmış, yaraları açık göğsünün üzerinde parlayan bir adam girdi, sert bir asker selamı verirken, sağ kolunun yeni boşlukta sallandı, sağ kolunu Krala suikast yapan Sendarlı kılıç ustasıyla savaşırken kaybetmişti. Mirharch gülümsedi.
“Gel Urier,” dedi yüzünde müşfik bir gülümseme vardı. “Konuşabilirsin, burada Wallark’dan başka kimse yok.”
Urier, “Kralım,” diyip başını öne eğdikten sonra, kalın perdelerin arasında nerdeyse görünmez olan, Wallark’a da selam verdi. Bir adım ileriye çıkan siyah kısa kesilmiş saçları ve siyah kıyafetleriyle odanın karanlığına nerdeyse uyum sağlayan Wallark Greece, eski akademi arkadaşının selamına içtenlikle karşılık verdi.
“ Efendim,” dedi Urier, sesi soğuk ve mesafeliydi. “ Sendarlılar, üç köprüyü geçtiler, dokuz atlılar ellerinde Kral Elrohir’in mührü var. Kapılardaki subaylar, o yüzden geçmelerine izin veriyorlar. Sabaha burada olacaklar, sizinle malum konuyu konuşmaya geliyorlar.”
“Elrohir, seni yaşlı pislik.” dedi Mirharch, elini çenesine götürdü. “Anlaşmamızı bu yönde kullanıyor demek ki keşke bıraksaydım da iblislerin ellerinde can verselerdi.”
“O zaman bizde ölmüş olurduk, efendim.” dedi Greece araya girerek.
“Haklısın.” dedi Kral, Greece’e dönerek. “O zamanlar zorunlu bir anlaşmaydı, ama artık buna gerek kalmadı.” Dedi Sağ koluna tam tamına oturan kuru kafa sembollü, altın bir bilekliğe dokundu. “Bu güç sayesinde iblisler karşısında başka hiçbir halktan yardım dilenmemiz gerekmeyecek. Gelen Sendarlıların hepsini öldürün. Elrohir’e de söyleyin anlaşmamızı kendi kurnazlıkları için kullanacaksa artık hükmü kalmamıştır.”
“Elrohir’i kendimize düşman etmek akıllıca değil Kralım.” dedi Greece
“Wallark, yine haklısın ama artık yetmez mi?” dedi Kral gözlerinde büyük bir gazap vardı, öyle bir alevdi ki bu bıraksalar bütün Justisar’ı tutuşturacaktı sanki. “İblisler, bizim halkımızı bir bir doğradılar. Bebekleri mızraklara geçirdiler, İnsanlarımızı çiğ çiğ yediler. Etrafımızdaki ülkeler bir bir düştü ama biz direndik. Hepimiz cephelerde iblisler ve onların melun yaratıklarıyla uğraştık arkadaşlarımızı kaybettik, evlatlarımızı kaybettik. Buna rağmen o hain Sendarlılar, her zaman iblislerle kendileri uğraşmış gibi gösterdiler. Bana arkadan saldırdılar, o an ikiniz de oradaydınız, onlarca iblis öldürdüğü söylenen Efsanevi Kılıç Ustası Mardukanla dövüştünüz.” Ardından Uriel’in boşlukta sallanan kol yenine baktı,” Bu bazılarımız için çok ağır oldu. Ama artık Yeter, Yetmeli hepsini öldürün, bana kafalarını getirin, Burçlarda Sendarlı görmenin bence vakti gelmiştir.”
“Efendim ona geleceğim.” dedi Urier “ Basit Sendarlı avcılar olsaydı söyledikleriniz, benim size kadar gelmeme gerek kalmazdı, bir mektupla da halledilebilirdi bu iş lakin bu dokuz kişi yerine bin kişilik yaratık ordusunun gelmesini tercih ederdim.”
“Bütün Kılıç Konseyini* getirseler de fark etmez artık.” Dedi Kral gevrek gevrek güldü.
“Efendim, Mardukan’ı yenen İblis Kralının baş kumandanı olan Arcturus’u ve kendi iblis mangasıyla beraber bir kayıp vermeden rahatça öldürebilen bir gruptan bahsediyoruz efendim. Kılıç Konseyi gelseydi inanın işimiz daha kötü olurdu.”
“Silvan geliyor deme sakın bana?”
“Yalnız da değil üstelik, Bu dokuz kişilik manganın her üyesi bir birinden de beter. Silvan yanına Kardeşi Silan ve meşhur üç avcılar Briayn, March ve Marcus’u getirmiş, Bunun üzerine Kılıç Konseyi, ve Düellocu başı Ünlü Harwart sülalesinden Anarion Harwart ve onun en büyük ve gelecek vadeden oğlu Robin Harwart’da onlarla beraber., Ayrıca Kılıç Konseyinin en yaşlı üyesi olan Rctuan Falcon’un tek oğlu ve varisi Brave Falcon ile Teftiş mangası şefi, Bruno da var."
Kralın yüzü, bembeyaz kesilmişti, Wallark ya da Wallace Greece bu kadar ünlü ismin bir arada olduğu bir grubu hayal edemiyordu bile. Sadece Silvan’ın kahramanlıklarını duymuştu, kendisi ve üç avcıları Justisarın her köşesinde bilinirdi. Birlikte, Ravon Kuşatmasından sağ çıkmışlar, Dünyanın en güçlü ejderhalarından birini öldürmüşlerdi, Şimdi ise en acımasız ve en güçlü iblis kumandanını öldürmüşlerdi. Onların geçtiği her yer ve her an yeni bir tarih yazılıyordu sanki. Kralının ciddi yüzündeki kararsızlık bile büyük gücüne rağmen şüphe duyduğunu gösteriyordu. Ama önümüzdeki yirmi dört saat içinde o büyük kahramanlar arasından, sıyrılacak henüz on yedi yaşındaki bir genç Sendarlının tüm Justisar’ın tarihini değiştirecek olduğunu bilmiyordu.
Çünkü Robin Harwart’ı henüz tanımıyordu, Tandığındada çok genç olacaktı…
****
“Usta.” Dedi bir ses, onun tüm düşüncelerinden geçmişin anılarından sıyrılmasını sağlayarak. Greece çocuğa doğru döndü. “Sabah oldu.” Dedi sadece.
O sırada kapı çalındı içeriye hancı ve güzel bir kahvaltıyla donatılmış büyükçe bir tepsi girdi. Taburenin birini çeken Greece, Hancıya koymasını işaret etti. Hancı tepsiyi tabureye koyduktan sonra hızla çıktı.
“Ye bakalım.” Dedi. Greece Walger’a. “Yerken de biraz senin nasıl köle ağılına düştüğün hakkında konuşalım"…
“Yemek getir.” dedi
Hancı gülümseyerek kafasını salladı ve hızla çıktı. Hancı çıktığında uyuyan çocuğa doğru döndü Ölülerin Bekçisi. Güneş ışınları çocuğun saçlarını aydınlatıyor yüzüne masum bir ifade veriyordu, çok masum. O kadar oynanan kirli oyunlardan habersiz, bir çok insan gibi.
Derin bir iç çekti, kim bilir yüzyıllar önce felaket olmasaydı. Bu çocuğun ataları o yıkımı gerçekleştirmeseydi, belki böyle bir oğlu olacaktı, belki saçları daha siyah olacaktı ya da çenesi daha geniş, gözleri yeşil belki annesi gibi, onun gibi gülecekti belki de onun gibi iyi huylu ve çalışkan olacaktı, yüzyıllar önce bir oğul o kadar uzaktı ki şimdi… Bir baba olamayacaktı artık uzun yıllar önce kaybetmişti o şansı,
Oysa o kadar yakındı ki, çok yakın. Nerdeyse bir baba olacaktı, karısı hamileydi ölmeden önce… Kollarında acıyla kavrulmadan önce, Ölülerin Bekçisi olmadan önce
Çok uzun yıllar önce, 3. Çağ Asuka. Büyük Felakatten 24 saat önce
Nodier El Mirharch, odasında büyü çalışmalarını sürdürürken kapıyı çalındı, Mirharch uzun kırlaşmaya başlamış kahverengi sakalını kaşıdıktan sonra, ince çerçevelere tutturulmuş ölçekli camlara sahip, Ask icadı olan Ceşmgah’ı çıkardı, burnunun kenarlarını ovuşturdu. Kalın tok sesiyle,
“Gel.” dedi
İçeriye geniş omuzlu, saçları önden açılmış, yaraları açık göğsünün üzerinde parlayan bir adam girdi, sert bir asker selamı verirken, sağ kolunun yeni boşlukta sallandı, sağ kolunu Krala suikast yapan Sendarlı kılıç ustasıyla savaşırken kaybetmişti. Mirharch gülümsedi.
“Gel Urier,” dedi yüzünde müşfik bir gülümseme vardı. “Konuşabilirsin, burada Wallark’dan başka kimse yok.”
Urier, “Kralım,” diyip başını öne eğdikten sonra, kalın perdelerin arasında nerdeyse görünmez olan, Wallark’a da selam verdi. Bir adım ileriye çıkan siyah kısa kesilmiş saçları ve siyah kıyafetleriyle odanın karanlığına nerdeyse uyum sağlayan Wallark Greece, eski akademi arkadaşının selamına içtenlikle karşılık verdi.
“ Efendim,” dedi Urier, sesi soğuk ve mesafeliydi. “ Sendarlılar, üç köprüyü geçtiler, dokuz atlılar ellerinde Kral Elrohir’in mührü var. Kapılardaki subaylar, o yüzden geçmelerine izin veriyorlar. Sabaha burada olacaklar, sizinle malum konuyu konuşmaya geliyorlar.”
“Elrohir, seni yaşlı pislik.” dedi Mirharch, elini çenesine götürdü. “Anlaşmamızı bu yönde kullanıyor demek ki keşke bıraksaydım da iblislerin ellerinde can verselerdi.”
“O zaman bizde ölmüş olurduk, efendim.” dedi Greece araya girerek.
“Haklısın.” dedi Kral, Greece’e dönerek. “O zamanlar zorunlu bir anlaşmaydı, ama artık buna gerek kalmadı.” Dedi Sağ koluna tam tamına oturan kuru kafa sembollü, altın bir bilekliğe dokundu. “Bu güç sayesinde iblisler karşısında başka hiçbir halktan yardım dilenmemiz gerekmeyecek. Gelen Sendarlıların hepsini öldürün. Elrohir’e de söyleyin anlaşmamızı kendi kurnazlıkları için kullanacaksa artık hükmü kalmamıştır.”
“Elrohir’i kendimize düşman etmek akıllıca değil Kralım.” dedi Greece
“Wallark, yine haklısın ama artık yetmez mi?” dedi Kral gözlerinde büyük bir gazap vardı, öyle bir alevdi ki bu bıraksalar bütün Justisar’ı tutuşturacaktı sanki. “İblisler, bizim halkımızı bir bir doğradılar. Bebekleri mızraklara geçirdiler, İnsanlarımızı çiğ çiğ yediler. Etrafımızdaki ülkeler bir bir düştü ama biz direndik. Hepimiz cephelerde iblisler ve onların melun yaratıklarıyla uğraştık arkadaşlarımızı kaybettik, evlatlarımızı kaybettik. Buna rağmen o hain Sendarlılar, her zaman iblislerle kendileri uğraşmış gibi gösterdiler. Bana arkadan saldırdılar, o an ikiniz de oradaydınız, onlarca iblis öldürdüğü söylenen Efsanevi Kılıç Ustası Mardukanla dövüştünüz.” Ardından Uriel’in boşlukta sallanan kol yenine baktı,” Bu bazılarımız için çok ağır oldu. Ama artık Yeter, Yetmeli hepsini öldürün, bana kafalarını getirin, Burçlarda Sendarlı görmenin bence vakti gelmiştir.”
“Efendim ona geleceğim.” dedi Urier “ Basit Sendarlı avcılar olsaydı söyledikleriniz, benim size kadar gelmeme gerek kalmazdı, bir mektupla da halledilebilirdi bu iş lakin bu dokuz kişi yerine bin kişilik yaratık ordusunun gelmesini tercih ederdim.”
“Bütün Kılıç Konseyini* getirseler de fark etmez artık.” Dedi Kral gevrek gevrek güldü.
“Efendim, Mardukan’ı yenen İblis Kralının baş kumandanı olan Arcturus’u ve kendi iblis mangasıyla beraber bir kayıp vermeden rahatça öldürebilen bir gruptan bahsediyoruz efendim. Kılıç Konseyi gelseydi inanın işimiz daha kötü olurdu.”
“Silvan geliyor deme sakın bana?”
“Yalnız da değil üstelik, Bu dokuz kişilik manganın her üyesi bir birinden de beter. Silvan yanına Kardeşi Silan ve meşhur üç avcılar Briayn, March ve Marcus’u getirmiş, Bunun üzerine Kılıç Konseyi, ve Düellocu başı Ünlü Harwart sülalesinden Anarion Harwart ve onun en büyük ve gelecek vadeden oğlu Robin Harwart’da onlarla beraber., Ayrıca Kılıç Konseyinin en yaşlı üyesi olan Rctuan Falcon’un tek oğlu ve varisi Brave Falcon ile Teftiş mangası şefi, Bruno da var."
Kralın yüzü, bembeyaz kesilmişti, Wallark ya da Wallace Greece bu kadar ünlü ismin bir arada olduğu bir grubu hayal edemiyordu bile. Sadece Silvan’ın kahramanlıklarını duymuştu, kendisi ve üç avcıları Justisarın her köşesinde bilinirdi. Birlikte, Ravon Kuşatmasından sağ çıkmışlar, Dünyanın en güçlü ejderhalarından birini öldürmüşlerdi, Şimdi ise en acımasız ve en güçlü iblis kumandanını öldürmüşlerdi. Onların geçtiği her yer ve her an yeni bir tarih yazılıyordu sanki. Kralının ciddi yüzündeki kararsızlık bile büyük gücüne rağmen şüphe duyduğunu gösteriyordu. Ama önümüzdeki yirmi dört saat içinde o büyük kahramanlar arasından, sıyrılacak henüz on yedi yaşındaki bir genç Sendarlının tüm Justisar’ın tarihini değiştirecek olduğunu bilmiyordu.
Çünkü Robin Harwart’ı henüz tanımıyordu, Tandığındada çok genç olacaktı…
****
“Usta.” Dedi bir ses, onun tüm düşüncelerinden geçmişin anılarından sıyrılmasını sağlayarak. Greece çocuğa doğru döndü. “Sabah oldu.” Dedi sadece.
O sırada kapı çalındı içeriye hancı ve güzel bir kahvaltıyla donatılmış büyükçe bir tepsi girdi. Taburenin birini çeken Greece, Hancıya koymasını işaret etti. Hancı tepsiyi tabureye koyduktan sonra hızla çıktı.
“Ye bakalım.” Dedi. Greece Walger’a. “Yerken de biraz senin nasıl köle ağılına düştüğün hakkında konuşalım"…