Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Ölülerin Bekçisi 2. Kısım Kurdun Doğumu

Müzik, yazı, fotoğraf, resim, sinema, televizyon, opera vb ilgilendiğiniz sanat dalları hakkında yazabileceğiniz yer.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 0 ilk bölümden farklı olarak, ilk sezondaki olaylarla ikinci sezon arasındaki bölümleri bağlamak için yapılmıştır, ilk sezonu okumayanlar bu bölümü es geçebilirler...


Bölüm 0 Hangi Gerçek ?

Gerçekler yalanların içinde bir sır bir dehşet gibi gizlenmiştir, gerçeği bu kadar korkunç yapan yalanların ustalığıdır, bazıları öyle usta yalan söylerki gerçeğin o olduğuna inanırsınız oysa gerçekler acıdır.

Nickoy Waldemer


Wallace Greece ile Robin Harwart kavurucu bir yaz akşamında sık çimlerin üzerinde birbirlerine bakıyorlardı. Greece ilk bakışta değişmemiş gibi gözüken Robin’in dikkatli bakınca, birçok değişime uğradığını fark etti, Saçının beline kadar uzaması dışında, siyah pelerini lekeler içerisindeydi ve eskiydi. Sırtında eski bir av yayı taşıyordu. Her zaman yüzünü tıraşlı olarak hatırladığı Robin’in sakalları bir kir gibi yanaklarını kaplamıştı. Yüzündeki yara yeniydi, kabuklarının çoğu dökülmüşse de keskin gözleri bunu kaçırmamıştı. Greece hançeri tutan elini gevşetti.

“Ne yapacaksın beni öldürecek misin Dünyanın Umudu?”

Robin iç çekerek Greece’in elini bıraktı, çelik mavisi gözlerini tepenin aşağısındaki şehre dikmişti. “Bunu yapmamın her ikimize de bir faydası olmayacağını biliyorsun, Soruma cevap vermedin Ölülerin Bekçisi.”

“Ben artık Ölülerin bekçisi değilim.” dedi Greece huysuz bir tavırla, eğildi Walger’a doğru baktı çocuk nefes alıyordu, buna sevindi. Baba ile oğul arasında durarak çocuğu şöyle bir kontrol ederken Robin konuştu.

“Ben de Dünyanın Umudu değilim fakat lakaplarımızı kullanmayı seviyoruz değil mi? ” dedi ciddiyetle sonra gözleri çocuğa doğru kaydı, “Bu çocuğu nerden buldun, senin bir çocuk yetiştirecek sabra sahip olduğunu düşmüyordum.”

“Çocuğumu elimden almasaydınız, belki bunu daha önce öğrenebilirdim.” dedi Greece sertçe, bu arada Walger’ın bir şeyi yoktu sadece aşırı yorgun gibi görünüyordu, Çocuğu kaldırıp kucağına aldı.

“Geçmiş konuları mı açacağız Ölülerin Bekçisi.” dedi Robin, çelik mavisi gözlerinde bir parıltı belirdi, “Beni pusuya düşürmeni de konuşalım istersen, ben senin yaşamana izin vermeme rağmen bana bu kirli oyunu oynamanı da konuşalım.”

“Bunların başlangıcı sizin yüzünüzdendi, siz beni o harabeye mahkum ettiniz.” dedi Greece bir anda sesi öfkeyle çıkmıştı.

“Biz seni oraya mahkum etmedik, seni o harabeye Tanrılar mahkum etti Greece!” diye bağırdı Robin sonra derin bir nefes aldı. “Bizi oraya Elrohir vasıtasıyla Tanrılar yolladı, Onların amaçlarında bir oyuncak olduk, her seferinde. Bana bir kez kehanetler zamanı planlamak için oluşturulduğunu söylemiştin. Haklıydın her şey basit bir oyundan ibaret. Hayatta krallar ve piyadeler vardır, Ölülerin Bekçisi yüzyıllardır, hepimiz birer piyadeden başka bir şey değildik. ”

“Bu yüzden mi Sendar yok edildiğinde Keven öldürüldüğünde bile ortaya çıkmadın.” Diye bağırdı Greece “ Piyonmuş, Kralmış, Tanrılarmış, bu dünyada senden uzun süre yaşadım insanlarla yaşadığım zamanda hep kendi hatalarını başkalarına yükleyenleri gördüm, sen de onlardan farksız değilsin Dünyanın Umudu,” duraksadı gözleri Robin’in gözlerinin içine bakıyordu. “ Birbirimizle hiç anlaşamadık. Fikirlerimiz hep ters düştü ama seni tanıyorum sen bunu yapacak adam değildin, ne uğruna bu hale düşürdün kendini?”

Robin’in yüzü gevşedi, “Demek duydun, tabi ki duydun. Duyulmaması mümkün müydü?” bir an acıyla başını önüne eğdi, “Keven’i koruyabilecek durumda değildim, haberi çok sonra aldım. İş işten geçtikten sonra, üstelik orada sadece Keven ölmedi, çocukluğum, gençliğim, atalarımın malikanesi, arkadaşlarım, hepsi yok oldu. Yaşlı Kordorch bile kendini bu beladan kurtaramadı. İş işten geçtikten sonra nasıl ortaya çıkabilirdim Ölülerin Bekçisi, Bunu yapanları tek elimle yok edebileceğimi mi zannediyorsun. Hazırlık yapmadan, derin düşünmeden, zayıflıklarını bulmadan, onların yok edebileceğini mi düşünüyorsun?”

“Onları biliyordun öyleyse?” dedi Greece soğukkanlılıkla, “Keven’in bir hükümsüz tarafından yok edileceğini biliyordun.”
“Biliyordum.” dedi başını öne doğru eğdi, Gözleri mavi bir kor parçasıydı sanki, derin bir nefretle için için yanıyordu, tepenin üzerinde Robin Harwart gözleri safirden yapılma bir heykel gibiydi, konuştuğu zaman sesi duygusuzdu “İlk onun peşinden gideceklerini düşünmedim, niye beni burada bulduğunu zannediyorsun, Astgar’yanın Stihis şehrindeyiz, Kral Scart Corpean başkent yerine burada kalıyor, başkentte durmanın Cho atalarına saygısızlık olduğunu düşünüyor. Ayrıca konseyini de burada topluyor, bunun anlamı, Oscorp Harlin’de burada kalıyor demek. Tabi birde Brave var, Lord Falcon adı altında ülkede terör estirirken, burada Gül Şatosunda ikamet ediyor. Bana Keven’ın ölüme terk ettiğimi söyleyebildiğine göre bu adamların ne manaya geldiğini bir şekilde öğrenmişsin.” Biraz duraksadı, Greece’in üstüne başına ve yanık koluna doğru baktı. “Üstelik, bunu zor yoldan öğrenmişsin, Bende buraya gelince onları buraya çekebileceğimi düşündüm fakat önce Sendar’a gittiler, bunu beklemiyordum.”

Robin duraksadı, Greece’in gözlerine doğru baktı, o çelik mavisi gözlerde keskin bir acının, hüznün kaybın e yorgunluğun izi vardı. Keskin gözleri, Greece’inkilerle buluştuğunda bir an için geçmişin derinliklerinde kalmış iki adam birbirini tarttı. Robin dimdik önünde duruyordu, ağzı keskin bir çizgi gibiydi, yüzündeki ince çizgiler, zamanında çok gün gördüğünü gösteriyordu, yıllar öncesinden İblis Çağından kalma bir kahraman gibiydi, eski büyük krallar gibiydi yüzü, normal biri olsa bir anda önünde haşmetle dikilen bu adamdan etkilenirdi. Fakat Greece çok uzun yaşamıştı, onunda yanı sıra, çok kahraman görmüştü, eski büyük kralların salonlarında oturmuştu, karşısındaki cidden eski bir kahraman olsa da, onu ilk gördüğü zamanki gibi içinde bir korku yeşermiyordu artık. Çünkü umursamıyordu, yüzünde geniş bir sırıtma belirdi, o Ölülerin Bekçisiydi, yıllar içinde Hem Robin ile hem ustası, Silvan ile hatta onunda ustası Mardukan’la bile savaşmıştı.

Robin ciddiydi, yüzü heykelden oyulmuş gibiydi yine de karşısındakini hafife almıyordu, Ölülerin Bekçisi, hafif kambur dursa bile yüzündeki kanlı izlerden, kurşun grisi dümdüz gözlerinden ve yüzündeki tehlikeli sırıtıştan ibaret değildi. O yanındaki çocuk dışında kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamdı, çocuktan başka bir şeyi, umursamayan bir adamdı. Her şeyini kaybetmişti, en büyük kayıpları her gün yaşamıştı, Böyle bir adam, herkesten çok daha fazla tehlikeliydi.

“Ölülerin Bekçisi.” dedi en sonunda Robin elini açtı, avucunun içi şehri gösteriyordu. “Konuşacak, çok konu anlatacak, çok şey var. Bazılarının yeri ve zamanı henüz gelmedi, sokak ortasında onları konuşmak çok büyük bir yük olur bizim için. Yaralısın, çocukta öyle, gözden saklanmanız için sizi buraya gönderdiler bunu biliyorum.”

Greece kaşlarını kaldırdı, Robin’in gözleri nefretle daha da kısıldı ama konuşmasına devam etti “Üzerindeki gibi bir fü mührünü yapabilecek Justisar’da tek kişi var. Üstelik daha önce ona yaptığın iyilik için sana borçlanmıştır, gerçi onun bu kavramı bildiğinden şüpheliyim ama ona yaptığın iyilik çok büyüktü değil mi ?”

“Geçmişten konuşmaya başladın,”

“Bir şekilde bana borçlusun, Ölülerin Bekçisi, beni ölüme terk etmiştiniz, Hem de beni sevmeyen en zeki düşmanımla birlikte, ama bunları şimdilik boş verelim.” dedi birkaç adım ileri atıp şehre doğru baktı. “Bana yardım edebilirsin Ölülerin Bekçisi, her zaman adil olan yanını takdir ettim. Bazı şeyleri yapmam için haklı sebeplerim var, bunu anlatınca anlayacaksın. Seni ve çocuğu koruyabilirim, hem de öyle bir koruma olur ki bu seni buraya gönderen Simarios bile seni bu şehirde bulamaz. Yaralarını iyileştirir, seni gözden gizlerim.”

“Karşılığında?” diye sordu Greece temkinle.

“Karşılığında, bana yardım edeceksin, Zaten öğrenince bunu kendin de kabul edeceksin. Geçmişte bununla ilgili çok tuzak kuruldu, Kralını öldürmemiz gibi mesela ne kadar deli olsa da bazı şeyleri görebilmişti, Bilekliğin yapımı birçok olayı tetikledi, Beni öldürmeye çalışmaları, defalarca. Silvan’ı bir maşa gibi kullanmaları, hepimizi ele geçiren lanetler. Bir bileklik bir ülkeyi yeryüzünden silmişti, peki bunu yapanlar, yaptıranlar bazı şeylerin bilincindeydiler ve onlarla ilgili kalıntılara ulaştığımda, Büyük Üsdad Kurtların Sahibinin Büyük Üstad’a bağlı olduğu söylendi. Kurtların Sahibi olduğunu biliyorum. sen de akademide öğretmendin, Ölülerin Bekçisi. Bana Büyük Üstad’ı anlatmanı istiyorum.”

Greece’in bedeni buz kesti, çok eski zamanlardaki gizemli, yüzünü göremediği bir adamı hatırladı. görebildiği tek yer olan parlak mavi gözü onun her zaman içini tütretirdi. Ovanın Kırbacı Tekniğini ona o öğretmişti. Sadece ona değil, Urier’e de Kralın Muhafızlık sınavını ikisi kazanabilmişti, Urier bu tekniği kendisinden çok daha iyi yapıyordu tek kolu olmasına rağmen, Büyük Üstad ile o yakındı kendisi değil. Ama Üstadın, bir çok yöntemi ve bir çok yolu vardı, kendisi pek çok yerde Kara el diyebiliniyordu.

“Amacın ne Dünyanın Umudu?” dedi Greece, konuşması kısa ve sertti, “ Büyük Üstad geçmişte kalan bir adam, kimliğini kimsenin bilmedi yüzünü kimsenin görmediği. Onun hakkında ne söylememi bekliyorsun ki ?"

“Gerçeği.” dedi Robin Harwart, gülümseyerek.“Onu gerçekten tanıdığını öğrenmem beni rahatlattı, bu konuda emin olamamıştım. Şimdi gel, yaralı çocuğu daha fazla bekletmeyelim, yaranın derine işlemesine izin vermeyelim. Bazı şeylerin açıklanma zamanı geldi, lakin bir kişiyi daha bekliyorum o da ölümün gölgesinden pek çok defa kurtuldu ve mütevazi olmayı başardı, ama şimdi gidelim mütevazi bir handa kalıyorum, bir çok işimi görebileceğim bir handa şimdi oraya gidelim.”

Greece kendisini neyin beklediğinin bilincinde değildi, ölüm ve yaşam onun için sorun olmasa da, çocuğu düşünüyordu, artık o güvendeydi, ne yaparsa yapsın Robin ona zarar vermezdi. Robin’in pek çok planı olsa da, çocuktan habersizdi. Bu yüzden artık rahattı, kendisi ölene kadar elbette çocuğun kimliğini saklayacaktı. Robin’in gerçek amacı masum bir amaç olmayabilirdi, o zaman bu amacı oğlu üzerinde uygulamasına izin vermeyecekti. Şehre doğru ilerlerken alaca karanlık çöküyordu ve Ölülerin Bekçisi kendisini bu sefer hiç kestiremediği bir işe bulaştığını hissediyordu.

Yorumlarınızı buraya gönderebilirsiniz....,

sanat-kosesi/kurdun-dogumu-tanitim-yorumlar-t3946.html
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bu öykü, Ölülerin Bekçisi Özgür bir adamla bağlantılıdır. Lakin ayrı bir şekilde çok rahat okunabilir, Geçmişle bağlantılı herhangi bir anlaşılmayacak olay yoktur. Sadece geçmişteki, Greece ile Walger karakterinin tanışma hikayesidir birinci bölüm, İkinci bölüm ise olayların başlangıcını anlatır...

İyi okumlar....



Bölüm 1- Talimin Kumları.


Dört buçuk sene sonra….


Üç parçaya bölünmüş, kumla kaplı alanlarda, geniş kaslı dövüşçüler, tahta kılıçlarla idman yapıyorlardı, büyük parça alandaki bu dövüşçülerin yanı sıra iki küçük parça alanın birinde de iki kişi özel olarak çalışıyordu.

“Hançerin kabzasını, çok sıkı tutma elinde çevirebilecek şekilde tut, her adım attığında rakibinin hamlesine göre hançeri döndür.” dedi, sıcak bir güne rağmen uzun bir pelerin ve kukuleta giyen adam görünmeyen gözlerini karşısındaki yetişkin olmaya başlayan çocuğa doğru dikerek.

“Ben kısa kılıcı daha çok seviyorum hem menzili uzun hem döndürülebiliyor.” dedi Walger,
Ustasına. Cevaben. Çocuk şimdiler de biraz boy atmıştı, belden yukarısı çıplak olduğu için vücudundaki yaralar ve oluşmaya başlamış kaslar görünebiliyordu. Saçı biraz koyulaşmış ve omuzlarına dökülecek kadar uzamıştı. Çelik mavisi gözleri ustasına biraz alaycı, biraz temkinli bakıyor, dudaklarında ince bir gülümseme halinden hoşnut olduğunu gösteriyordu.

Greece, derin bir iç çekti. “ Bak çocuk, kısa kılıç hançerden menzili uzun olmasına karşın ağırdır. Onu yönlendirirken çok yavaş kalırsın anlıyor musun ?

“Yeterince güçlü vurursan küçük bir kesik yerine bir kol alırsın kısa kılıçla ama.” diye itiraz etmeye devam etti Walger. “Bunu anlıyor musun ?”

“Ovidia, şuna ver bakalım bir kısa kılıç, buradaki aygırlara fazla özenmiş gibi.” Dedi Greece, silah kutusunun başında onları gülümsemeyle izleyen kısa saçlı, genç kıza doğru seslendi. “Ayrıca sana önerim, çocuk.” Diye ekledi, kemik saplı hançerinin sapını tutarken. “Dikkatli ol ben bu hançerle çok kolu parçalara ayırdım. ”

Ovidia’nın , beyaz saçıyla uyum sağlayan, açık yeşil gözleri şokla parladı. Kılıcı getirip,

Walger’a verirken. “Ciddi gibi dikkatli ol.” Diye mırıldandı.

Walger, kıza gülümsedi, ve Greece’e doğru döndü. “Usta bugün bir yerlerini kanatabilirim sanıyorum. O zaman bana çocuk demeyi bırakırsın belki ne dersin. ?”

“ Üç dört yılda adam mu olduğunu sanıyorsun çocuk ?” dedi Greece ayaklarını açarak duruşunu aldı. “Gel bakalım,”

Walger kılıcını önde tutarak bir ok gibi fırladı Greece’e doğru, arka ayağından destek alarak hızla atağa geçmişti. Greece, yarım adım geriye çekilerek pelerinin arkasına sığındı. Bu tip hızlı saldırıların karşılamanın en kolay yoluydu. Yana çekilen Greece pelerinin yırtılmasını engelleyemese de, Walger’ın omzuna küçük bir kesik attı.

“ Fena değil.” dedi Greece, pelerinin yarısını rüzgarda uçmasını seyrederken. “ Yeterince hızlı sayılırsın.”

“Hah.” Diye güldü Walger kılıcını ustasının kafasına savurdu, ustasını ancak zor duruma sokarak yenebilir belki de bir çizik atabilirdi. Greece rahat bir darbeyle, Hançerinin tersiyle kılıcı uzaklaştırdıktan sonra boştaki sağ eli Walgerın suratına yapıp, çocuğu yere çiviledi. Bu sırada Walger’ın elinden kısa kılıç düşmüş. Ovidia’nın ayaklarının dibine doğru yuvarlanmıştı.

Walger ağzına gelen kumları tükürürken Greece onu bırakıp ayağa kalktı. Yarısı kesilmiş pelerinini şöyle bir tutarak yerde yatan Walger’a döndü, “Boşu boşuına açısız bir şekilde kılıç sallama, yoksa kendini yerde bulursun.” Dedi ve ilerideki Kavurucu güneşten uzaktaki yemek barakalarına doğru ilerlerken ekledi. “Bana bir pelerin borçlusun.”

“Lanet herif.” Diye mırıldandı Walger., kumların üzerinde oturur pozisyona geçti.

“Gene yenildin,” dedi Ovidia gülümsüyordu ama bunun altında tedirgin bir rahatlama gizliydi. “O adamı yenebilecek bir dövüşçü düşünemiyorum zaten.”

Walger cevap vermedi, sıkıntıyla ayağa kalkıp kendisiyle aynı boyda olan kıza baktı. “Onu yenmeye değil, sadece onu ufak bir şekilde çizmeye çalışıyordum. Onunla geçirdiğim beş yıl boyunca değil onu yenmek ona hasar verebilenlerin ancak usta dövüşçüler olduğuna kanaat getirdim. Bugün ona hasar vermedim ama yeterince yaklaştım.” Rüzgardan çitlere sarılmış kahverengi pelerin parçasına bakarak.

“Onu yenebilecek, insan yok mu diyorsun yani ?”

“Uzun zamandır onunla birlikte sayılırım, daha ona hasar verebilen adam görmedim.” dedi Walger, çelik mavisi gözleri uzaklara doğru daldı. Ovidia ile beraber yemek barakalarına doğru yürümeye başladılar. “Senin ustamla çalışmaların nasıl gidiyor ?”
Kız sinirle kaşlarını çattı. “Berbat, Ustan Kaplan* sitilini biliyor bilmesine ama çok hakir görüyor, bu yüzden çalışmalarımız verimli olamıyor ne yazık ki.”

“Ustamın ana sitili kurttur ondan öyle davranıyor ama eski çağlardan kalmış, bu keşiş stillerini ondan daha iyi öğreten bulamazsın.”

“Sen Keşiş tekniklerini biliyor musun ?” diye sordu Ovidia, tam barakalara girmeden durmuş yaşil gözleriyle ona şaşkınca bakmaktaydı.

Elini uzun kahverengi saçlarına götüren Walger, derin bir iç çekti bunu söylememsi gerekiyordu fakat ağzından bir laf çıkmıştı işte “ Ustamın ilk öğrettiği şey buydu, o zaman “Silahlarını elinden alabilirler ama yumruklarını alamazlar” gibisinden bir şeyler söylemişti o yüzden biraz kurt sitili biliyorum.”

Ovidia, gülümsedi, “Bu iyi bir haber, hem dövüşlerde takma isim arıyordunuz ya , güzel bir isim buldum sana böylelikle.”

Walger kaşlarını kaldırdı böyle bir tepki beklemiyordu. “Neymiş o takma isim ?”

“Kurt Walger.” dedi Ovidia, “Bu hoş bir isim olur öyle değil mi ?”

Walger gülümsedi, Ovidia iyi bir kızdı, bu girmek zorunda olduğu turnuvada, nadir arkadaşlarından biriydi ve ismi içtenlikle söylüyordu. Bu durum onu gerçekten sevindirmişti, ne de olsa psikopat bir usta ile yaşam zordu. Arkadaşı çok az oluyordu. Barakalara girmeden önce kızın omzunu tuttu, gülümsedi

“Bence daha güzel bir isim olamazdı.”

Karşılık olarak Ovidia da gülümsedi ve birlikte barakalara girdiler.


Yorumlarınızı buraya gönderebilirsiniz....,

sanat-kosesi/kurdun-dogumu-tanitim-yorumlar-t3946.html
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 2 Usta Greece



“Usta, Soğuk bir bira ister misin ?” dedi, Jagrof kaslı kollarıyla Barakanın mahzeninden bir kasa dolu şişelenmiş, Ared birası çıkarırken. Buzların arasında gözüken uzun, siyah şişeler bir an için Greece’in ilgisi cezp etti. Sonra kafasını hayır anlamında salladı, içki içmesi yapacak olduğu görüşmesi için hayırlı olmazdı. Elleri, tanınmamak için bıraktığı griye çalan siyah çember sakalında gezerken, Jagrof’a doğru baktı.

İri Yarı Şef – kendisi bir okulun öğrencisi olsa bile yemekten sorumlu olan iki kişiden biriydi - , kasayı derin bir homurtuyla barın, tepesine koydu. Alnındaki, teri silip, Şişeleri yerleştirmeye başladı. O sırada kapı açıldı içeriye, Walger ile Ovidia girdiler. Walger, Ovidia’a gülerek bakıyordu çocuğun çelik mavisi gözlerinde hem sevinç, vardı. Bugünkü başarısından mı? Hayır, daha başka bir şeyden, kendini kabul ettirmedeki başarısından kaynaklanıyordu bu, Bir kıza kendini kabul ettirmenin başarısı, O bunları düşünürken, Walger yanında dikilivermişti bile,

“Usta ben duşa gidiyorum, pelerin aynı renk mi ?”

Greece kafasını salladı, yırtık pelerinini nerdeyse unutmuştu. “ Aynı renk, uzun kapüşonlu.” dedi ve ekledi “Duş altı şınavını, kırka çıkar, akşamda bol bol protein al ve erken yat, gece gelmeyeceğim ama yatmazsan…” dedi tehdidini havada asılı bıraktı böylesi, yetişen ufak çocuklarda daha etkiliydi.

Walger, kaşlarını kaldırmak dışında bir şey yapmadı, Ovidia’ya kafasıyla selam verdikten sonra hızla dışarı çıktı. Greece gözlerini, beyaz saçlı, yeşil gözlü genç kıza dikti, Kendini göstermekten çekinen, utangaç bir kız, henüz on altı yaşındaydı, ve okulda bulunan iki kadın, dövüşçüden biriydi, ama henüz Çaylak turnuvalarına bile çıkamayacak kadar yeteneksizdi. Ovidia ürkek bir ceylan gibi bir adım geriye doğru çekildi. “Usta?” diyebildi sadece.

“Hareketleri çalıştın mı ?” dedi Greece, sert bir sesle,

“Evet, ama Kaplanın öfkesini yapmakta zorlanıyorum.” diyebildi Ovidia,

“Zorlanıyorsun, çünkü bacak kaslarını yeterince esnetemedik.” dedi Greece yüzünü buruşturarak, “Senin bu stile uygun olmadığını babanla da senle de tartıştık, Kaplan stilinde ayak hareketleri çok önemlidir, tüm bacağının esnek olması güçlü olması lazım, Bir bayana uygun stil değil açıkçası.”

“Ya kurt stili?” dedi Ovidia ani bir merakla, sözcüklerin ağzından çıkmasına izin vermişti.

“Kurt mu ?” dedi Greece, yüzünde tehlikeli bir sırıtış belirdi. “Bu stili öğrenebileceğini nerden çıkardın, basit iç denge hareketini bile yapamıyorken mi? Eski kitaplarda beş stilin ikisini yapabilen adamlara, usta gözü ile bakılır. O yüzden bu okulun ustasıyım bir stili öğrenmek bile yeterince zorken diğer stile geçiş yapılamaz.” Derin bir nefes aldı, çocuğun üzerine çok gitmiş olsada kızın aklını başına toplaması gerekiyordu. “Ovidia bak sana sözüm şu iç denge hareketleri ve bacak esneme hareketlerini tam tamına yapmadan, Kaplan stiline vakıf olamazsın hele Kurt stilini aklına bile getirme!”

Ovidia’nın yeşil gözleri bir zümrüt gibi büyüdü, nerdeyse yaşla dolacaktı, ama zor toparladı kendini, derin bir nefes aldı “ Tamam usta, yapacağım.” Dedi ve ardından hızla koşarak, dışarı çıktı. Greece, umursamadan başını çevirdi, kızın gözleri ona başka birini hatırlatıyordu. Hatırlamak istemediği birini, Kız eğer kendine güveniyorsa, ve azimliyse onu eğitmeye devam edecekti öteki türlü, Ona hep zayıf ama masum, korunmaya ihtiyaç duyulan birini hatırlatacaktı.
Şimdiye kadar geçmişin anılarına saplanıp kalması onu güçsüz düşürmüştü, sol elindeki yanık kısmı inceledi, bu yanık ona bazı şeyleri hatırlatıyordu. Güçsüzlüğünü acizliğini acınasılığını… Artık geçmişin hüznü yoktu, onların yaşamını hiçbir şey geri getirmezdi. Yapacağı çok az şey vardı şimdi, ona ve Justisar’ın özgür halklarına oynan oyunları kökünden bozmak, Kurdun öğretisini gelecek nesillere aktarmak, onun dışında hayatında başka hiçbir şeye yer kalmamıştı artık.

Kapı tekrar açıldı, içeriye bir kadın girdi, Beklediği kişiydi bu kadın, öyle bir kadındı ki bu, köhne barakaya bir ışık getirmişti sanki, gözleri mavi saçı sarıydı, teni ise beyaz, Yüzünde gökteki Jartiar’ın berraklığı vardı, durgun yüzünde bir gülümseme ile yanağında beliren gamzeyle Greece’e baktığında, Ölülerin Bekçisi hiçbir şey hissetmedi, ama arkasında bir şangırtı duyuldu Jagrof bira şişesini elinden bırakmıştı adeta, hayran bir şekilde gelen kadına bakıyordu.
Kadın zarif adımlarla bara doğru ilerledi üzerinde uzun bir etek ve omuzdan askılı basit bir bluz olsa bile, çok etkileyici görünüyordu. Greece yine de umursamadı, hayatında bütün erkekleri maşa gibi kullanan kadının özgüvenini taşıyan basit biriydi gözünde; bir gülümsemesi karşısında erkeklerin aptallaşmasından mutlu olan bir kadın.

Ama Greece o aptallaşma hissini bile hatırlamıyordu, o tarafı şehrinin üzerine derin bir kül tabakası örtüldüğünde halkıyla beraber ölmüştü. Kadın, Greece’in ondan etkilenmediğini görünce şaşırmadı, bunu Greece beklemiyordu, demek ki birileri tarafından uyarılmıştı. Çünkü bu kadından etkilenmeyecek çok az kişi vardı, ve o kişilerden biri kapıyı açarak içeri girdi.

Kadın tam bir şey söyleyecekken içeriye giren Robin Harwart’ın yüzü ciddiydi, omuzluk heybesinde birkaç tane dağ tavşanı, ve bir kuzu leşi vardı. İçeriye doğru bakarken gözleri kısıldı, ama bakışları hemen Jagrof’a döndü.

“Jag, yedi kilo et getirdim.” dedi sakin bir ses tonuyla, “Akşama çocuklara iyi bir ziyafet hazırlarsın.”

“İyi iş, John” dedi Jagrof kendine gelip gözlerini zorda olsa kadından aldı, Robin’in heybesini çıkarıp ona verirken. “Bunları, Wilcad’a vereyim yüzsün, suratın asıldı sanki bir durum mu var?”

“Şehrin dışında çok haydut var.” dedi Robin, ciddiyetle, ardından gözü bir an Greece’e kaydı Ölülerin bekçisi bu bakışı fark etti, ama Robin konuşmaya devam etti. “ Kapanlarımı bozuyorlar, ona moralim bozuk, bir bira yuvarlayıver şuradan da keyfim yerine gelsin.”

“ Yeni buzhaneden çıkardım –

Greece onları dinlemeyi bırakıp kadına doğru döndü, Kadın bariz bir ilgiyle Robin’e bakmaktaydı, anlaşılan sadece kendisinin onun çekim alanının dışında kalacağını zannediyordu, halbuki Robin’i ya da Buranın bekçisi ve avcısı John’u da pek etkilememişti.

“Yakışıklı ilginç bir adam,” dedi kadın şaşkınlıkla, en sonunda Greece’e doğru dönerek. “O yüzle rahat soylu olabilecekken, bir avcı olarak yaşaması ne acınası.”

“Hayatta, yapılanlar dış görünüşe göre yargılanılmamalı ve bir de mesleklerine göre” Diye cevap verdi Greece, sert bir sesle “Benimle görüşmek isteğinizi söylemiştiniz.”

“Ben Gloria, öncelikle.” dedi kadın elini uzattı, Greece eli isteksizce sıktıktan sonra, Gloria konuşmasına devam etti. “ Özel koruma kiralamak istiyorum.”

“Burası bir Arena dövüş okulu bayan, paralı asker yeri değil.” Dedi Greece ciddi bir sesle.

“O yüzden, Okulun sahibi, İmran Rajikaard’a değil size geldim.” dedi Gloria, sessizce mavi gözerinde çaresizlik okunuyordu sesi nerdeyse bir fısıltıya indi“ Birkaç kez bana karşı suikast girişimi oldu, bunu kimsenin bilememesini istiyorum, buraya sadece, özel bir dövüşçü satın almak için size fikir danıştığım için geldiğim biliniyor. Özellikle, üç büyük şehir lordunun bu haberlerden uzak durması gerekli, haber yayılırsa bunu kimin, yaptığını öğrenebilmem imkansız hale gelir.”

“Siz Lord Falcon’un hamisinde değil misiniz orada güvenebileceğiniz kimse yoktu mu ki buraya geliyorsunuz Buz Prensesi.” dedi Greece sesinde bariz bir alay vardı

“Çekinceniz, yok gibi sözlerinizi sakınmıyorsunuz.” dedi Gloria, mavi gözleri kısılmıştı başını hafifçe yana doğru eğdi, “ Size yüz Ag, veririm, göndereceğiniz kişiye de elli Ag vereceğim, fakat koruma istediğim özellikte olmalı.”
Greece, elini sakalına götürdü, Yüz elli Ag iyi bir paraydı, lakin o parayı pek umursamıyordu, Astgarlıların kızıl altınlarını hiç sevmezdi, lakin bu kadının neden Falcon’un bu kadınla ilgili ne işler çevirdiğini öğrenmenin fırsatı bir daha eline geçmezdi, “Pekala, elimde bir çocuk var, çok üst düzeyde dövüş kabiliyeti olmasa da, Kaplan stilini az çok biliyor, sizi buranın suikastçilerinden koruyabilir, şahsi öğrencilerimden bir tanesi üstelik de sizi rahatsız etmeyecek biri bir kız.”

“Ama – “

“Aması yok bayan, teklifim bu.” Diye sözünü kesti Greece” Biraz düşünün, bir kızı hizmetçi kılığında sokabilirsiniz, hatta nedimeniz bile yapabilirsin, her an yanında olur kimse şüphelenmez. Ayrıca, benim bizzat ettiğim bir kişi, tek başına beş Astgar piyadesine bedeldir, çıplak elle de silahla da dövüşebilir, Hem bu onun eğitimi hem de sizin korumanız için mükemmel bir i olacaktır. Ayrıca toplam iki yüz Ag istiyorum.”

Gloria, şaşkınlıkla duraksadı ama bu çok kısa sürdü ağzını bir an açtıysa da, düşünceyle kapattı. “Pekala, kabul ediyorum, çocuğu yarın Batıngan Çarşısının kuzeyindeki Açık meydana yollatırsın ben onu orada alacağım paraya gelince – “

“Kıza ver.” dedi Greece ayağa kalkarken, “Her ihtiyacı karşılanacak, bir aksilikte kızı alırım. Nerde olursa olsun. Kız parayı alacak, ve ona zarar gelmeyecek.”

Kadın hafifçe başını yana doğru eğdi, ve ayağa baktı. “Anlaştık,. Ama şunu söylemeliyim ki sizde değişik bir hal var bayım, pek çok kimsede göremediğim.”

Greece, bir şey demedi, bu soruya gereksiz bir cevap vermeyi istemiyordu, O tabiî ki bir çok adamdan farklı olacaktı, bunu soyuna güvenen, genç bir kadın anlayamazdı. Gloria uzun sarı saçlarını savurarak ayağa kalktı, “İyi günler, Usta.” dedi çekici bir gülümsemeyle ardından nazlı bir yürüyüşle barakalardan çıktı.

Greece, arkasını döndüğünde, Robin Harwart’ın delici bakışlarıyla karşılaştı, anlaşılan her şeyi duymuştu. Derin bir iç çekti, Ovidia’yı, Falcon’un şatosuna yollamak anlaşılan onun hiç hoşuna gitmemişti, Ne de olsa, kızını ona ihanet etmiş bir adamın bu kadar yakınına sokmak istememesini gayet makuldü, ama Greece’in bunu yapmak için bir çok makul sebebi vardı ve bunun başında da Walger geliyordu.

******


Eski bir yıkık, evin içinde yırtık pırtık kahverengi pelerine sarılmış bir adam, volta atıp duruyordu, elinde varakları yıpranmış, üzeri kesiklerle dolu eski bir kitap vardı, Yürürken kitabı okuyor hiç vakit kaybetmeden sayfaları çeviriyordu. Kavuştuğu heyecanla oturmayı bile unutmuş, öylece

“Çok eski… Çok arkaik…” diye mırıldanıyordu. Kitabı tek eliyle okuyordu öteki eli uzun pelerinin içinde saklanmıştı. “Uzun yıllar içinde, bu kitabı nasıl saklamışlar, Kara elden Evanir’e teşekkür etmeliyim, İlkdoğan notları... Muhteşem…”

O sırada eski evin kapısı birden yere yıkıldı içeriye giren hırpani kılıklı adam elinde uzun, paslı bir bıçak tutuyor gözleri deli gibi parlıyordu. “ Yabancı, demek gizlice bu semte girip hayatta kalabileceğini düşündün, kılığın güzel ama bize karşı işe yaramaz. Burası Kapısızlar Semti, hiçbir kapı burada kapalı kalmaz.”

Adam kitabın kapağını tek eliyle kapatıp, pelerininin içine soktu. Başına sardığı uzun pelerinin arasından menekşe mavisi bir göz gözüküyordu. “ Tek kişi mi fark etti beni?”

“Burada tek kişi demek milyonlarca kişi demek, Stihis’in kapısızlar semtine hiçbir yabancı uğrayamaz, izinsiz giriş yapanı ilk bulan ödülünü alır.” Dedi adam ve hızlıca kitabı heybesine yeni koymuş olan mavi gözlü adama saldırdı.

Bıçağı geniş açıyla rakibinin sol bacağına savuran, hırpani adama, karşı mavi gözlü adam bıçağın açısından sağa doğru bir topuk hareketiyle dönerek rahatça savuşturdu. Adamın bıçağını boşa savurup ileriye doğru bir adım atıp bir an durduktan sonra geriye doğru tekrar saldırırken, mavi gözlü adam elinin bir hareketiyle adamın boğazının yan tarafını kesti. Adam bıçağını bırakıp kan fışkıran boynunu tutarken, diğer eliyle de rakibinin kahverengi pelerinini çekti.
Pelerin yere düşerken, adamın sağ elinin arasında uzun bir jilet göründü, uzaktan bir kitap ayracı gibi görünüyordu. Ama hirpani kılıklı adamı şaşırtan bu değildi, adamın yüzünün çoğu kısmı yanmış biçimsiz bir şekle dönüşmüştü saçlarının bir kısmı kahverengi bir kısmı beyazdı. Gözünün bir tanesinin göz kapağı yoktu, diğeri ise her nasılsa sağlam kalmıştı, burnu kısmen düzgündü ama ağzının yarısı erimiş dudakları birbirine yapışmıştı. Sol Kolu dirsekten itibaren kopmuştu, ama menekşe mavisi gözlerinde delilik ile garez arasında bir parıltı vardı.

“Kimsin sen ?” dedi Hirpani Adam boğazını tutup yere yığılırken,

“Bana katip derlerdi.” Dedi adam soğukkanlılıkla kitabını çıkartırken, “Buraya tek kaldığına göre kapının kapalı olduğunu bir tek sen fark ettin, şimdi kapı açık artık beni rahatsız eden olmaz.” Dedi zor duyulabilecek bir fısıltıyla Jileti kitap ayracı gibi kitabın ilk sayfasına koydu, bu jiletin sadece bir tarafı keskindi. Kitabı koltuk altına koyup üzerine kahverengi yırtık pırtık pelerini örterken ölmekte olan adama baktı. “Ses çıkarma, kitap okurken rahatsız edilmekten hoşlanmam..


Yorumlarınızı buraya gönderebilirsiniz....,

sanat-kosesi/kurdun-dogumu-tanitim-yorumlar-t3946.html
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm-3 İlkdoğan


"Gerçek nedir bunu mu merak ediyorsunuz?, Gerçek yalanın ikizidir, biri doğru biri yanlış. Birileri kendileriyle ilgili bir şeyler söylerken birini hep saklarlar, bazıları birileri hakkında konuşurken bazı şeyleri hep açığa vururlar. Halklar kendilerini kandırandan hoşlanır onun peşinden gider, düzen arar ama istedikleri kaostur."

Simarios Snaga


Hava geceydi ve sıcaktı. Jartiar’ın ışığı saçından yansıyıp zırhında parlıyor, elindeki şarap kadehine yansıyordu. Gözleri balkonundan aşağıdaki şehrin manzarasına baktı, silik, pis ve kasvetli bir şehirdi burası, Orchirist gibi değildi Orası daha merkezi bir sistemle oturtulmuştu, binaları daha aralıktı, oysa burası sık binalar kısa ara sokakları, sadece iki meydanı olan giderek güneye doğru genişleyen bir şehirdi. Stihis kaçakçılığın başkentiydi, hırsızlığın üç kağıtçılığın, onuruna daha sığdıramadığı nice şeyin başkenti, Yine de onun bir kentiydi hala onun, hala ona ait olan.

Elindeki kadehi hafifçe salladı, şarap biraz çalkalanarak üzerine yansıyan ışığı dağıttı, şaraba bakan kendi sülietini de. Gökyüzüne çevirdi başını, yıldızlar. Takımyıldızlar, gökte mavi mavi parlayan Jartiar, batmak üzere olan Güzün Hanımı hala oldukları yerde duruyorlardı. Bir an ürperdi, sanki bir hareket hissetmişti, arkasında. Eli hemen kılıcına gitti ama bunu yapması çok saçmaydı, nerdeyse bin adam tarafından korunan bu sarayın, içine sızıp gizli hüküm odasına girmek mi? Bunu Harlin’in suikastçileri bile başaramazdı.

Ama o bir Astgar şövalyesiydi, hala öyleydi bir ülkenin kralı olsa da. Bu yüzden Scart Corpean hızla arkasını döndü, kılıcını o kadar hızlı çekmişti ki kıvrımlı kılıcı bir kıvılcım saçarak kınından çıktı. Tek gözüyle etrafı taradı, kimsecikler yoktu fakat etrafta bir terslik olduğunu sezmişti, havayı kokladı. Kekeremsi bir koku vardı etrafta, büyünün kokusu. Şövalyelik doktrinindeki üç öğreti kafasında çınladı,

Büyünün soyu derin, kokusu fark edilebilirdir.

Kılıcın boyu nizam, çeliği adalettir.

Onurlu yaşamak, Yaşamın hakkaniyetlisidir.


Boştaki elini pelerinine götürdü, kendisini tehlikede hissetmesine rağmen yüzünde gülümseme vardı, kanı heyecan ile kaynıyor. Uzun zamandır ilk kez kendisini gergin hissetmiyordu. Eski günlerine tehlike dolu günlere geri dönmüş gibi hissetti kendisini. Kaşları çatıldı, büyüyü yoğun olarak hissediyordu.

“ Göster kendini!”

Bu sözden hemen sonra, birden bile etraftaki mor bir sis belirdi, ve sislerin arasından, orta yaşlı gibi görünen bir adam çıktı. Kıyafeti kan kırmızısıydı, giysilerinin ek yerlerinde altın yaldızlarla, süslenmişti. Siyah tokalı çizmelerle balkona zarif bir adım attı, sol elinde kristal başlı bir baston vardı. Kızıl saçları ve sakalları yüzünü çevreliyor kahverengi gözleri eğlenircesine bakıyordu.

“Gerçekten de, takdire şayan bir adamsınız Kral Scart Corpean.” dedi adam sağ elini havaya kaldırdı, “Kalan büyücüleriniz iyi iş çıkarmışlar, tabi bir acemiye göre.”

Scart Corpean,ifadesiz yüzle kılıcını kaldırdı. “Buraya ne için geldin büyücü?” dedi zehir gibi bir sesle, “ Armandan, Wartline mensubu olduğunu görüyorum. Seni buraya efendin ne amaçla gönderdi ?”

“Efendi mi ?” dedi adam yüzünü buruşturdu, “Alernan Torano’yu hiç efendi olarak görmedim, görmeyeceğim, size onun bilgisi dışında geldim. Halinizi anlayan biri diye düşünebilirsiniz beni, duyduğuma göre büyücüler konusunda sıkıntı çekiyormuşsunuz.”

“İsmini söyle büyücü?”

“Önce teklifimi dinleyin, eğer reddedersiniz, adımı bilmediğinizden beni şikayet edemezsiniz.” dedi büyücü, elindeki bastonunu çevirirken, Kralın gözlerine baktı, Corpean’ın bir gözü metalın arkasına gizlenmişti ve çiğ bir sarı renkteydi, diğer gözü ise düzgün mavi bir renge sahipti, “ Duyduğuma göre, Kara isyancı, sizin doğudaki bir çok şehrinizi ele geçirmiş, Gar-Dirth Dağlarına kadar dayanmış. Yine duyduğuma göre elinizde nerdeyse hiç büyücü yokmuş, Grosierlerin taraf değiştirmiş. Bir de Tepeiçi Savaşını kaybedişiniz durumu iyice kötüleştirmiş, herkes o adamın peşinden koşuyor. Büyü gücünüz çok zayıflamış Gerçi bu durum benim buray rahatça ulaşmamla da kanıtlanıyor.”

“ Çok şey duyuyorsun.” diye hırladı Scart Corpean gerçeklerin yüzüne vurulması onun hiç hoşuna gitmemişti. “Sadede gel.”

“Sadet şu ki, ben size bin kişilik seçkin büyücü birliği oluşturabilirim, bu birlikle beraber savaşı kazanmanıza yardım edecek, en azından başkenti kaybetmeyeceksiniz.” Dedi adam tehlikeli bir şekilde gülümseyerek.

“En son hatırladığımda Wartline’ın lideri, Torano’ydu.” dedi Corpean, kafasını şehre doğru çevirdi, bin büyücü ona çok şey katabilirdi, doğudaki Trollerle bağlantısı kesilmişti, İsyancının bu kez Aredlerle bağlantısının kesilmesi için Kerion’a saldıracağını biliyordu. Bin büyücü çok işine yarardı ama o hayalperest değildi. “ O ise bana yüz adamını bile vermez gerçi müzakerelerimiz var ama – “

“Oraya geliyorum.” diye atıldı büyücü, “Eğer Torano, müzakereler içinde isyancılar tarafından, öldürülürse, hem Wartline tarafından saldırılmak için bir sebep olacaktır, hem de artık onun sözü geçerli olmayacaktır ve ben bin adam için konseyimizi ikna edebilecek güçte olacağım.”

Astgar Kralı sert sert büyücüye baktı, o kirli oyunlardan hoşlanmazdı, tam ağzından bu onursuzluk lafı çıkıyordu ki aklına Chuitchik’in bir sözü geldi. “Savaş, sadece kılıçların oyunu değildir Scart. Dehanın, mantığın oyunudur. Bunu anlamanı beklerdim.” O anda aklına gelen bu söz bir anda görüşünü değiştirdi, evet o bir şövalyeydi ama Krallığın bekası için o da kirli oyunlar oynamak zorundaydı. Sert sert, adama baktı.

“Bunu yapabilecek şekilde ayarlamalar yapacağım,” dedi Corpean, ciddi bir sesle “Adını söyle şimdi?”

“Ah, gayet tabi,” dedi büyücü gülümseyerek “Ben Kont Davis Marchans, Wartline’ın Kule Başkan yardımcısıyım, ve Wartline’ın yardımcılığına Torano gibi, bizzat Üç büyük büyücü tarafından atandım.”

Elrohir, Rubingard, Simarios, hiç sevmediği üçlü, kendi çıkarlarını gözeten ölümsüzler, hepsi Astgaryanın düşmanıydı, fakat Scart, Torano’nun bu üç büyücüden zamanla uzaklaştığını biliyordu, ya bu adam o üç büyücüye ne kadar yakındı? Bunu öğrenecekti. Bu düşüncelerini saklayarak, konuşmaya başladı. “ Torano’nun zayıf yönlerini anlatan uzun bir bilgi metni istiyorum ki Harlin ve adamları üzerinde çalışabilsin.”

Kont Marchans, iç cebinden bir tomar parşömen çıkardı ve krala uzattı. “ Hazırladım bile.” Dedi gülümseyerek.
Corpean, parşömeni aldı, fakat açmadı, adamın gözlerine baktı, güvenilmez bir adam diye geçirdi içinden bu kişilerle oynanacak oyunu en iyi Harlin bilirdi. Arkasını döndü, yarın ona soracak soruları vardı. “Çekilebilirsin.” dedi büyücüye, cevap vermeyince arkasına baktı, büyücü çoktan gitmişti.


********

O sıcak gecenin ilerleyen saatlerinde, Kıllı Joe Hanı tıka basa doluydu, pek rahat bir han sayılmazdı, üç bölümden oluşuyordu, ilk kısmı bardı, Barın sol tarafından ilerleyince, ikinci kısım olan küçük sahne ve etraftaki sandalyelerden oluşmaktaydı. Barın sağ tarafı kumar bölümüydü, Pis yeşil örtülerin üzerinde oynanan çeşitli oyunlar… Jilet gibi açılan kartların yeriydi burası fakat bugün insanlar kumar oynasalar da, kulakları Sahnedeydi, çünkü bugün bar toplantısı vardı.
Nickoy Waldemer, elinde gitarıyla sahneye çıktığında tılkım tıklım dolu sahne ve han onu alkışladı, öyle dolmuştu ki küçük salon adım atacak yer yoktu, Barın başında olması gereken Joe bile onu izlemeye gelmişti, Niye gelmesindi ki Nickoy bar toplantılarında hep eski hikayeleri anlatırdı kimsenin duyamayacağı hikayeler, sahnedeki sandalyesine oturdu. Seyircisine baktı, şapkasını çıkarıp onlara selam verdi, elini kaldırdı sesler sustu. Ve güzel, bariton sesiyle konuştu.

“Hoşgeldiniz, şeref verdiniz. Şimdi, size bir hikaye anlatacağım, şarkılar daha sonra, özlemler daha sonra, hayaller çok daha sonra, önce bir hikaye. Zaman kötüleşirken, sırtıma bir hançer saplanmamışken, cesedimi burçlara germemişken, dinleyin beni. Şarkıları başkaları da söyler, hayalleri bazıları dile getirir, ama geçmişin öykülerini, hiç kimse.” Dedi yavaşça sonra birden sesini yükseltti. “ İYİ DİNLEYİN!” salondakiler irkildiler, “Bugün size kimsenin anlatmadığı, anlatamayacağı bir hikayeyi anlatacağım, İlkdoğanları anlatacağım? Cho’yu anlatacağım, Elrohir’i anlatacağım, Are’yi anlatacağım, hatta Archiond’u bile anlatacağım.”

Salondakiler, irkildiler İblislerin Ölü Kralı aradan kaç yüzyıl geçerse geçsin unutulmuyordu, Nickoy, derin bir beklentili bir sessizlik bırakarak sustu, gülümsedi ardından devam etti, “ İlk çağlar karanlıktı, insanlar basit bir kabile halindeydiler yönlendirilmemişlerdi, Cüceler derinlikleri yeni kazıyordu, Duegarlar ortaya çıkmamıştı bile, Theangular basit birer hayvandılar, İşte o zamanlar Justisarı, Baallar ile Troller yönetiyordu.

İşte o zamanlar, Justisar huzurluydu. Bugün Trollerden korkuyorsunuz çünkü onların vatanında ikamet ediyorsunuz, Bugün Baalları ve benim bile adına ulaşamadığım, ırkları halkları hatırlamıyorsunuz çünkü, onları yok ettiniz. İşte bu yıllarda, geldiler ortaya çıktılar. Bazıları büyük bir gemiyle geldiklerini söyler bazıları tanrıların huzurundan indirildiklerini söyler, Bu konuda eski kitaplar şunu söyler Justisar’ın başlangıcında 9 İlkdoğan indi yeryüzüne eşleriyle birlikte her biri kendine değişik suret seçti kendine kimi savaşçı oldu kimi gezgin kimi ihtiyar… Bunlar ne kadar doğru sizce? Bildiğim bir şey varsa geldiklerinde sadece dokuz kişi oldukları ve eşleriyle birlikte geldikleridir,
Sonuçta, dokuz kişi, her biri, farklı bir surette her biri bir tanrının himayesinde ortaya çıktılar, Onlar bu dünyaya tanrıları getirdi, yeni halkları, bana bakmayın öyle, din kitaplarında ne okuduğunuzu biliyorum, İlk yürüyenin Elrohir olduğunu söyleyen, Gece elflerini kutsayan o kitap. Belki Elrohir ilk yürüyendi, belki daha sonra tekrar ortaya çıktı, inanmak istediğinize inanın, duymak istediğinizi duyun, ama “ yine sesini yükseltti “UNUTMAYIN!, bir ozanın bunu size söylediğini, geçmişin karanlıklarından kurtulun ve işitin bu sözlerimi.

Onlar dokuz kişiydiler, dokuzu birbirine kardeş dediler, Aralarından ikisi dışında, kimse kardeş olmasa da, onlar arkalarından halklar getirdiler tapınaklar inşa ettiler. Aralarında iki büyük güç vardı, biri Elrohir diğeri Archiond iki mavi ırk kendileriyle birlikte ırkları da ortaya çıktı, Gece elfleri Elrohir’indi, İblisler, Archiondun. İblisleri bilir misiniz, eski resimlerdeki gibiler miydi sizce. Bilemeyiz, bilmezsiniz, tasvir edemem edemeyiz anlatamam dilim dönmez, aklım çalışmaz. Çünkü ben onlarla savaşmak başka okumak çok başka, İblisle – “

“Onlar, gücün vücut bulmuş haliydiler.” diye sözünü kesti buz gibi bir ses, içeriye Siyahlar içinde şapkasını kafasının üzerine çekmiş olan Falcon girmişti. Salon korkuyla sus pus oldu kimse hareket edemiyordu, Falcon kafasını kaldırdı, kömür gibi kara gözleri parlıyordu. “ Karanlıkta, puslu bir gecede ilerlerken önünüze çıkan gölgeydi onlar, büyünün yoğunluğunu öyle bir taşıyorlardı ki, toprak altlarında inliyordu, boyları uzundu, tepenizde dikildiklerinde gördüğünüz dev kıvrımlı bir boynuz oluyordu. Karanlık üzerinize çöküyordu umutsuzluk, kayıp hissi her yanınızı sarıyordu, gırtlağınıza korkudan safranız geliyordu… Siz gerçek bir kayıp yaşadınız mı? En büyük kaybınız, paranızın çalınmasıydı, belki de yakınlarınız öldürüldü önemli mi değil?

Size birde ben İlkdoğanları anlatayım mı?” diye sordu usulca, aslında bu soru Nickoy’a sorulmuş bir soruydu, Nickoy gösterisinin bölünmesinden hoşlanmazdı, ama bu akşamki planı biliyordu ses çıkarmadı, seyirciler sus pus olmuşlardı.

“Onlar, bir seçilmiş, bir kutsal değildi, olmadılar olamadılar. Onları normalin dışında yapan tek şey küçük bir oyuncak ve kurnazlıklarıydı. ” yavaş yavaş sahneye giderken konuşuyordu. “Ben Nickoy gibi üstü kapalı değil açık açık konuşacağım, Büyünün var olduğu bir dünyada, kimin tanrı kimin onun seçilmişi olup olmadığını nerden biliyorsunuz. Bilemezsiniz, bilemeyiz ama bildiğimiz tek şey var o da bu.” dedi parmağındaki safir bir yüzüğü gösterdi. “Bunlar İlkdoğanların yüzükleriydi, bunlar birbirlerini bulmalarını ve özel toplantılar yapmalarını sağlayan yüzüklerdi, İlkdoğanların bir kısmı öldü, bir kısmı yaşıyor, Kılıç saplanıncaya kadar da yaşanlar ölmeyecekler neden mi cevap bu ?”

Cebinden kırmızı bir gül çıkardı, gül mum ışığında parlıyordu. “Justisarda kutsal tek bir şey varsa o da bu güllerdir, Bu güllerin gücü nedir biliyor musunuz? Herhangi bir kişiyi hastalıktan, yaşlılıktan muaf muaf bir ölümsüzlüğün gücü. Yaşamın ve enerjinin sembolü… İşte Dokuz İlkdoğanın yüzüğü birleşince, bu güllerin kapısı bize açıldı, Yüzükleri tamamlamamız uzun sürdü, keşfetmemiz ise çok daha uzun ve şimdi artık hazırız, gelin kardeşlerim, kendimizi göstermemizin zamanı geldi.”

İlk olarak ayağa Falcon’un yakınındaki Nickoy Waldemer kalktı, Ardından yanına Han sahibi, Kıllı Joe geldi, hemen sonra batı yakasının en korkulan okçusu, Jedsun Rolwest ayağa kalkmıştı, Zırhlı gül rengi miğferiyle onun ardından ortaya çıkan kişi Ziagull Khaleda’ydı, Ardından yaralı yüzü ve uzun saçlarıyla, korku saçan İmran Rajikaard ayağa kalktı, Arka sıralardan yaşlıca bir adam Sensei Hansel Maid gelerek, gruba katıldı, ardından, Eldia De Corla idi güzel bir kadın tahtadan bir asasıyla gruba katıldı. En sonuncusu intişamla ayağa kalkıp balina armalı gümüş zırhıyla sahneye geldi Bu Agusto Binferio Von Dressen’di.

Falcon şaşkın halka doğru bakarak üç kelime söyledi. “Artık İlkdoğan biziz.”
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm-4 Karanlık Düşünceler


"Gerçek mi demiştin? Anlatayım gerçek pek çok kişinin söylemekten çekindiği bir şeydir, gerçekleri duymak çoğu zaman kötü sonuçlar doğurur ama biz kendi doğrularımıza göre kötü sonuçlarıda göze alabilmeliyiz, sonuç olarak dünya yalanlar ve gerçekler diye ikiye ayrılmadı. Bir gerçek gün gelir tüm yaşantınızın yalan olduğunu söyleyebilir o zaman gerçeğinizi siz kendiniz belirleyeceksiniz."

Robin Harwart



“Sakın bana danışmadan kafana göre iş yapma!” diye hırladı Robin ve ardından, Greece’in küçük odasının kapısını sertçe çarpıp çıkıp gitti.

Bir zamanların Ölülerin Bekçisi, Wallace Greece sağ eliyle sakalını sıvazladı. Küçük bir taburede oturuyordu ve Dünyanın Umudunun tepkisini düşünüyordu. Robin kendinden habersiz böyle bir şey yapmasına çok kızmıştı, kızını tehlikeye atmasına değil. Bu adama ne olduysa, kendi kızını bile göründüğü gibi umursamıyordu. Kendi kızıysa tabi…

Huzursuz bir biçimde ayağa kalktı. Bir şeylerin ters gideceğini hissediyordu, bu his öyle bir şeydi ki, çok uzun zaman önce ülkesindeki son birasını yudumladığı andan beri hissetmediği bir şeydi. Yumruklarını sıktı, yanık olan sol kolunu kaldırdı.

Gözünün önüne alevler içindeki kızıl saçlı adam geldi, gaddar, bir o kadarda eski yüzünü hatırladı. O adamı Falcon ile Snaga bile durduramamıştı. Üçü birleşmiş yinede durduramamışlardı, onu kim durdurabilirdi, Robin Harwart mı? Elrohir mi? Kendini gizli bir araştırmalara vermiş olan, Robin artık eskisi gibi kendine güvenmiyordu. Hükümsüzlerden bahsedildiğinde gözlerinde hep bir korku vardı, o adamın gözlerinde daha önce hiç korku görmemişti. Fakat ona hak veriyordu, elini duvara dayayıp iç çekti, eğer kaybedecek bir şeyi olsaydı o da korkardı.

Belki de kaybedecek bir şeyleri hala kalmıştı….

Belki o da korkmalıydı……

**********

Karanlığın içinde, iki adam duruyordu. İkisi de uzun boyluydu, ikisinin de düz saçları vardı omuzlarına inen, ikisinin de yüzü taştan oyulmuş gibiydi. Karanlığın bu kem saatlerinde iki büyücü, birbirlerine bakıyorlardı.
Biraz geride kamp ateşleri, ve sekiz araba dolusu kervan vardı, ama onlar yalnızlığı seçmişti, her zaman yalnızdılar, her zaman tek ve ulaşılmaz. Bir süre konuşmadılar, ikisi de sabırlıydı, konuşmadan önce birbirlerine baktılar, uzun zamandır görüşmemişlerdi.

Gözlerinin üzerine taktığı geniş siyah gözlüğü tamamen giydiği beyaz kıyafetinin içinde geniş bir tezat oluşturan, Alernan Torano kıpırdandı. Uzun beyaz saçlarını dümdüz bir şekilde arkaya atmıştı, beyaz kıyafetlerinin üzerinde dikkatli gözler dışında görünmeyecek kadar ince sarı ipeklerle işlenmiş rünler göze çarpıyordu. Karşısındaki büyücü gibi asası yoktu, Torano diğer büyücüler gibi asaya ihtiyaç duymamıştı, ama karşısındaki sıradan bir büyücü değildi. Gece Elflerinin kralıydı.

Mor saçlarının bir kısmını yüzünün sol tarafına atmış olan, Elrohir vakurdu. Görünen tek gözü çakmak çakmaktı. Öyle bir sinirliydi ki duygusuzluğuyla tanınan Torano bile gerilmişti. Gece Kralı, sımsıkı gümüş topuzlu asasını tutuyordu. üzerindeki kıyafetler şık değildi, bu kendine her zaman düşkün olan Elrohir'in bile ne kadar sarsıldığını gösteriyordu.

Torano, Elrohir’in neler yaşadığını duymuştu. Önce Ölülerin Bekçisi Wallace Greece’in ihanetine uğramıştı, ardından en
büyük güçlerinden biri olan Sendar’ı kaybetmişti. Bu olaylardan sonra, tanrısının gazabına uğradığı yüzünün yarısını kaybettiği söylentileri ortaya çıkmıştı, bir de hemen üstüne Snaga kardeşlerin, katledildiği haberi Wartline'a bomba gibi düşmüştü. Torano bu işi Kulerden dışarı çıkarmasada, Elrohirin kesinlikle bunu bildiğini anlamıştı. bunlara rağmen birde Falcon ona hakaret edercesine kendi grubunu İlkdoğan ilan etmişti.

Torano, hem Falcon’u hem de Rubingard ile Simariosu düşündü. Brave Falcon, Karanlıkların Şahini, onu hiç sevmezdi, her zaman birilerinin arkasına saklanmıştı. Bu hamlesi Astgar Kralı Scart Corpean’ın zayıflığından dolayı ortaya çıkmıştı. Sendarlıların bile dışladığı bir Sendarlıyı kim severdi ki. Fakat Rubingard ile Simarios farklıydı, o ikisi ve karşısındaki ilkdoğan onun ustalarıydı. Öldüklerini duyduklarında, bütün büyücülerinin zihnini kapatmıştı. En azından ölmeden önce yanına gelen Simarios Snaganın dediklerini yapacaktı.

“Bu hükümsüzlerde kim ki bu kadar telaş yapıyorsunuz?” demişti Snaga karşısına geldiğinde.

“Onlar, yıkımın ayak sesleri, gözleri olmayan bir budala bile bunu anlayabilir Torano.” demişti Simarios Snaga yere tükürerek. “Onca yolu buraya senin soğuk bakışlarını görmek için gelmedim. Bu bir uyarı Torano, bütün büyü kullanıcılarının zihnini kapa, yoksa elinde hiç büyücü kalmayacak.”


Bunu dedikten kısa bir süre sonra ölüm haberi gelmişti, eğer bu hükümsüz dedikleri, her ne ise en güçlü iki büyücüyü hemen öldürebilmişlerdi, Ustalarını öldürmüşlerdi, normalde onları hiç sevmesede, üzerinde emeği olanların bu şekilde yok edilmelerine seyirci kalamazdı. Astgar iç savaşla kaynarken, Delenor Sendarın yıkımıyla hala kaostayken ve Galvor onlara güvenmezken yapacağı şeyler kısıtlıydı. Elrohir’in onun yanına gelmesi ve bu halde olması onunda zor durumda olduğunu gösteriyordu. Hükümsüzler gelirken tek sağlam yer, kendi organizasyonuydu. Wartline büyücüleri henüz hükümsüzlerden etkilenmemişti. Ve böyle bir şeyin olması söz konusu bile olamazdı, o Wartline’ın başındayken nizam asla bozulamazdı. Buna asla izin vermeyecekti.

“Öldürüleceksin.” dedi Elrohir fısıltıyla sessizliği bozarak görünen gözü sinirle parlıyordu. “ Buraya bunu söylemek için geldim. Astgara gidersen bir daha geri dönemeyeceksin.”

Torano şaşkınlıkla bir an dona kaldı, ama yüzü ve gözlerini gizleyen gözlüğü sayesinde hiçbir şey hissetmemiş gibi görünüyordu. “ Kim?” dedi sadece soğuk bir sesle,

“Bunu bilmiyorum,” dedi Elrohir, “ Bana gelen haberlerden çözdüğüm büyüsel kodlar bu yönde, bu kadar büyüsel kodlu şifreyi ancak kudretli büyücüler yapabilir.”

“Hain mi var diyorsun?”

“Astgar kralına isyan eden Grosierlerde olabilir, bilmiyorum.” dedi Elrohir ama yüzü ciddiydi, “Fakat bu zamanlarda senin kaybın bizi daha da zorlu bir duruma sokar, O yüzden oraya gitmemen gerek.”

Torano biraz duraksadı, Elrohirin bağlantılarına güvenirdi, hem o onun ölmesini isteyecek son adamdı. “Seni dinleyeceğim.” dedi en sonunda “ Ama aklımda bir plan var, eğer gitmezsem bu işin arkasında kim olduğunu asla öğrenemeyiz. Oraya Torano olarak gidersem öleceğim bu doğru ama farklı bir şekilde gidersem bunun arkasında kim olduğunu öğrenebilirim. Fakat yardımın gerekiyor.”

“Nasıl bir yardım?” dedi Elrohir ciddi bir sesle

“Ben Torano olarak gitmezsem yeni bir Torano oraya gitmeli, ve beni senden başka kimse oynayamaz, ve oraya senden başka kim giderse gitsin ölecektir. Kendimi korumak uğruna başka hayatları riske edemem. Hem bu senin için gerçek ilkdoğanın kim olduğunu gösterme fırsatı doğurur.”

“Falcon’u öldüremem.” dedi Elrohir ciddi bir sesle, “Onlar güçlü bir gruplar ve bizi hiçe saydılar ama onların bile yardımına ihtiyacımız var.” dedi derin bir nefes aldı. “ Yinede, teklifin makul Torano, zekanı hep takdir ettim, benim ve senin orada olman onları dize getirecektir. Hem Scart Corpean’ı da yanımıza çekebiliriz.”

“O zaman, düşmanlarımıza sürpriz yapalım.” dedi Torano, sert bir ifadeyle.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm-5 Gizemin Ayak Sesleri


"Gerçek mi? Onu boşverin en iyisi ben size önce yalanlardan başlayayım, yalanları öğrendikçe gerçeğin ne olduğunu kendiniz farkedecek, kendi gerçekliğinize o zaman inanacaksınız. Seçim sizin, yalanlar gerçekler, yada gerçeğin içindeki yalanlar, hangisine inanacağınıza kendiniz karar verin."

Brave Falcon



On bin kişilik isyan ordusu, Korian şehrinin önlerindeydi, yeni gelmişlerdi ve kamp çadırları kurulmaya başlanmıştı, Sarı Çitanın Üzerine İşlenmiş çift taraflı savaş baltası figürü, düz lacivert üzerine konulmuş olan, İsyan Ordusunun sancağı, şehrin kuzey tarafındaki bozkırda biten bir çicek gibi her yerde dalgalanmaya başladı.

Askerler, yerleşirken onların etrafında dolaşan, uzun boylu göğsü çıplak olmasına rağmen Kukuletalı bir lacivert bir pelerin giyen adam, birden arkasını döndü. Arkasında, kahverengi nerdeyse parçalanmış olan peleriniyle hem yüzünü hem de gövdesini örten, kamburunu çıkarmış bir adam vardı. Adamla göz göze geldiler, dilenci kılıklı bir adamın görünen tek gözü menekşe mavisiydi, Kukuletalı iri adamınsa soğuk kahverengi renkliydi gözleri.

“Tedbirlisiniz,” dedi hırpani kılıklı adam, zor duyulan bir sesle “İsyancı Lideri Kara Gölgenin, daha temkinli olacağını düşünmüştüm. Yalnız dolaşmasını beklemiyordum .”

“Bana suikast teşebbüsünde bulunanlar, bunu bir şekilde ödediler,” dedi Kara Gölge, sabahın lk ışıkları, kaslı ve düzgün gövdesi üzerinde parlarken yüzü gölgeler içindeydi. “ Fakat onlar senin gibi bilinmemek yerine bilinen güvenilir olmayı tercih ederlerdi, Ne istiyorsun pelerinli adam?”

“Benim senin gibi şatafatlı isimlere ihtiyacım yok. Bana Katip de yeter,” dedi güneş yüzünün yanmamış olan kısmına vurdu, gülümsüyordu. “ Gelişini herkesten gizleyebileceğini mi sandın? İstersen buradaki savaşı yüzünü bir göstermenle bitirebileceğini bilmiyor muyum sanıyorsun?”

Kara Gölge, duraksamadan yürümeye devam etti, “ Kendi tercihlerim var diyelim, ben dediğin gibi görünmek isteseydim, bunu çok önce yapardım. Fakat, insanların bana değil Kara Gölgeye inanmasını istiyorum. Ayrıca genç adam, bazı şeyleri sadece sen bilmiyorsun, Katip adı daha mütevazi bu doğru. Bir zamanlar ki kişiliğine uygun ama artık o kişi misin sence? Bence değilsin.”

Katip duraksadı, pelerinin içinden bir kitap çıkardı, Kara Gölgeye uzattı, “ Benim hakkımda çok şey bilinir ama pek azı doğrudur. Bunu oku burada saf gerçeklik yazıyor. Kolumu kaybedişim, her şeyimi yitirişim. Tamamen doğru ve tamamen saf, işimde adil olduğum herkesçe bilinir.”

“Değişik bir bakış açısı demek.” dedi Kara Gölge ciddiyetle, kitabı uzanarak aldı, “Bu hediye için mi geldin?”

“Düşmanımın düşmanına bir saygı göstergesi, ikimizde Astgar kralını bu Justisar’da istemiyoruz.” dedi Katip, eli bir an pelerinin içinde kayboldu. “Senin ortaya çıkman birçok dengeyi değiştirecektir. Zafer daha da kolay olacak böylelikle.”

“Belki daha kolay, ama daha adil değil.” dedi Kara Gölge, etraftaki askerlere baktı, sakince çadırlarını kuruyor gibiydiler, yanlarından geçen iki adamı da fark etmemişlerdi, “ Bazı şeyler nasıl yapılmaya çalışırsa çalışılsın, olacağına varır. Su akar yolunu bulur Katip.”

“Bu cevabı hayır olarak mı almalıyım.” dedi, Katip elini kaldırdı, iki parmağı gökyüzünü gösteriyordu. “O halde, bunun için üzgünüm.”

Kara gölge bir an için kas katı kesildi, etrafındaki kimse onu göremiyordu. Askerler normal bir şekilde işlerine devam ediyordu, Dostu Barok’un hemen yakınından geçtiğini gördü, ama ona bakmadan yanından hızla geçti. Elindeki kitaba baktığında kitabın içinden mor iplerin çıkıp kendini sardığını gördü. Böyle bir tuzağa nasıl düşmüştü, öfkeyle zangır zangır titreyerek, katibe baktı.

“ Gözlerinin karanlığın içinde parladığını görebiliyorum.” dedi Katip, ayağıyla Kara Gölgenin etrafına rünler çizerken, “Fakat o efsanelerdeki adama büyük kahramana hiç benzemiyorsun şimdi, neyse ki biz sizin gibileri pek öldürmüyorsunuz.”

“Hükümsüzlere mi çalışıyorsun?” diye kükredi, Kara Gölge kasları öyle kabarmıştı ki büyüsel ipleri bile zorluyordu. “Bu yüzden mi Scart’ı öldürmeye çalışıyorsun?

“Düzgün dur.” dedi Katip, rünü çizmeyi bitirirken. “ Hükümsüzler mi? Saçmalıyorsun, benim Robin Harwart’ın saldığı köpeklerin altında çalışacağımı nasıl düşünebilirsin. Ben V.R ‘nin iradesine hizmet ederim. Hükmün ilerlemediği, Justisarın gerçek sahibine. Ben Büyük Üstada hizmet ederim…”

“Büyük Üstad mı?” dedi Kara Gölge şaşkınlıkla “ Robin Harwart mı? Sen neden bahsediyorsun, Kim bu adamlar? Basit bir Sendarlı ile, gölgeler içindeki bir Nimros’un mu altından çıkıyor bunlar?

“Hiçbir şey bilmiyorsun.” dedi Katip, “ Sen kuzeyde uyurken, Justisar’da çok şey değişti, artık benim gibi basit bir katip bile seni esir alabiliyor. Kendini biraz güçlü olduğunu düşünen kendini İlkdoğan ilan edebiliyor. Bu küçümsemeniz sizin sonunuz oldu, o yüzden bu kadar az kaldınız. Şimdi –

O sırada sözü gırtlağına yapışan kaslı bir elle kesildi, kasları kabarıp şişen, Kara Gölge kendini tutan, büyülü ipleri koparmış, rünün içinde olmasına rağmen kolunu bariyerden dışarı çıkarıp, Katibin gırtlağını mengene gibi sıkmıştı. Kolu kan revan içinde olsa da gayet rahat görünüyordu.

“Beni kimse esir alamaz.” dedi Kara Gölge, “ Hele bu kadar basit büyülerle, komik! Bana bak Katip, benim kim olduğumu bilmem kibrimden değildir. Ben İblis Kralı Archiond ile büyüsüz savaştım, büyüsüz yendim Trollerin kafalarından taht yaptım, Cücelerin derin mağaralarında savaştım, Troller bana saygı duydu, Adımı tek haykırışımda binlerce kabile bana cevap verirdi, Krallar önümde diz çökerdi. İlk Barabr diye seslenirlerdi bana. Şimdi anlıyor musun ben kimim?”

Katip güç bela kafasını salladı.

“SÖYLE!!! KİMİM BEN!!!” diye kükredi Kara gölge

“ İlk Barbar, Bozkırların Efendisi, İlkdoğan Are.” Diyebildi katip sesi nerdeyse bir fısıltıydı.

Are, Katibi gırtlağından tuttuğu gibi beş metre öteye fırlattı. “ İyi, şimdi efendine kim olduğumu daha iyi anlatırsın.” dedi ve sessizlik bariyerini yumruğuyla kırarak, arkasına bakmadan ordugahın içinde uzaklaştı.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm-6 Gerçeğin Arkasındakiler


"Gerçek sadece görebildiğiniz şeylerdir, daha fazlası değil."

Are.



Wallace Greece, sabahın erken saatlerinde uyandı. Eğrilmiş eski yataktan ayağa kalkan, Ölülerin Bekçisi birkaç günde olduğu gibi yine huzursuzdu. Ovidia’yı bugün Falcon’un şatosuna bırakacaklardı, içinde bununla ilgili kötü bir his vardı. Sol elini başına götürerek, odasının kapısına doğru yürüdü. Odasının kapısını açtığında kapının eşiğine katlanıp konulmuş kahverengi yeni pelerinini fark etti. Gülümsedi, Walger unutmamıştı.

Pelerinini hızla sırtına geçirirken yürümeye başladı. Bu baraka okulun yatakhanelerinden biriydi, yedi oda vardı bu barakada, Robin ile Walger da bu barakalarda kalıyordu. Barakadan dışarı çıktığında su fıçısının yanında Robin’i gördü. Dalgın bir biçimde pipo içiyordu. Çelik mavisi gözleri bir an Greece’in üzerinde gezindi üzerindeki eski kıyafetlere rağmen asil biri gibi gözüküyordu.

“Haberler var.” dedi Robin Harwart piposunun dumanını gökyüzüne savururken. “ İsyancı ordusu, birçok kasabayı ele geçirmiş. Korian’a doğru ilerliyormuş.”

“Bu olabilecek bir şeydi.” dedi Greece, Scart Corpean iyi bir savaşçı olabilirdi ama askeri dehası çok zayıftı ve konseyinde de suikastten başka bir anlamayan Harlin dışında da kayda değer bir kişi yoktu. “Aredya ile bağlantısını kesmek istiyor, Trollerle kestiği gibi. Kara Gölge deneyimsiz bir isyankardan çok bir generali andırıyor.”

“Doğru.” dedi Robin, dikkatli bir biçimde piposunu ağzından çekti. “ İsyan başarıya ulaşmamalı, Scart ölmemeli, fakat onun ölmesini isteyen insan çokluğunu düşününce bu zor olacak gibi gözüküyor.”

“Sorun ne?”

“Brave.” dedi Robin, dişlerini gıcırdatarak “ Rahat durmuyor, zamanında ona koruması için verdiğim şeyleri kullanmak niyetinde. İlkdoğan yüzüklerinin benim bulamadığım parçalarını da ele geçirmiş. Kendisi ve grubunu İlkdoğan ilan etmiş.”

“Salak! Kendini açık hedef haline getirdi.” dedi Greece öfkeyle, “Bu Scart’ın kötü durumunda yapılacak mantıklı hamle, fakat hükümsüzler ve diğer İlkdoğanların bizzat Elrohir’in şimşeklerini üzerine çekecek. Neden böyle bir hamle yapıyor ki ?”

“Çünkü korkuyor.” dedi Robin, Greece’e baktı. “Hükümsüzlerin onun peşinde olduğunu bir şekilde öğrenmiştir. Brave etrafında bir koruma duvarıyla şatosunda ve rakiplerine gözdağı vermeye çalışıyor. Muhtemelen, Gloria bu nedenle sana gelip koruma istedi, Buz prensesi olayın arkasını tam olarak kestirmese de bir sorun olduğunun farkına varmış olmalı.”
Greece’in o anda aklına Falcon ile en son konuştuğundaki sözleri aklına geldi. “Seçkin güçlü adamlardan bir grup kuruyorum” demişti Kara Şahin kastettiği grup buydu demek. İlkdoğanların yüzükleriyle yeni bir dokuzlu oluşturmak, sinsice bir plandı fakat Hükümsüzlere karşı her güç kırıntısına ihtiyaçları olabilirdi. “Artık Hükümsüzleri açıklamak zorundayız, eğer ikimiz bu açıklamayı yaparsak bize inanacaklardır.”

Robin sertçe Greece’e baktı. “Bu kimliğimizi deşifre etmek olur. Bunun için henüz erken, yapacağımız işler henüz bitmedi. Kheldar’ı bulamadık hala. O olmadan hala tem değiliz. Hükümsüzlerin istediği bütün adamlar buraya toplanana kadar niyetlerimizi açıklayamayız. Üstelik buraya Wartline lideri Alernan Torano geliyorken.”

“Wartline mı?” dedi Greece şaşırmıştı. “ Bu adamı tanıyor musun?”

“Şahsen hayır,” dedi Robin “Fakat Brave güçlü olduğunu hiçbir tepki vermeden dövüştüğünü söylemişti aynı Elrohir gibi. Üç Büyük büyücünün iki öğrencisinden biriydi Torano, fakat benim işim Torano ile değil, Torano’nun gücünü ele geçirmeyi arzulayan Davis Marchans’la.”

“Onunla mı görüşeceksin?” dedi Greece ciddi bir ifadeyle “Peki, o zaman ben Ovidia’yı bırakmak için Gül Şatosuna gideceğim. İtiraz etme, Falcon ile konuşmayacağım. Sadece bazı şeyleri kendim görmem gerekiyor.”

“İyi, kendimizi asla açığa çıkarmamalıyız.” dedi Robin piposunu yere boşaltırken, “Günü gelene kadar, biz basit insanlarız sadece.”

Greece kafasını salladı, kukuletasını açıp yüzünü yıkamak için fıçıya eğildiğinde, Robin ileriye doğru yürümeye başlamıştı bile.

***********

Katip, öfkeyle homurdanarak, bir mağaranın girişine nerdeyse sürünürcesine yürüyerek geldi. Bugün, boyutsal değişim büyüsünü günde iki sefer kullanarak hata etmişti. Ağzının kenarından kan sızıyor, içi titriyordu. Gizli Mağarasına girerken, etrafına baktı. Gar Dirth dağlarının kuzey yamaçlarında kimse görülmese de, o tedbirliydi. Mağaranın girişinde havaya birkaç gizemli rün çizdi ve içeriye girdi.

Derin bir mahzen şeklinde yapılmış bu mağaranın ilk kısmında pek bir şey yoktu, Birkaç eski, kitap ve birkaç altın dolu sandık. Katip, bunları umursamadan, Sarkıt ve dikitlerle kaplı mağaranın ortalarındaki bir yerdeki ufak dikitin ucuna dokundu. O anda, bir mekanizma sesiyle mağaranın tabanında derinlere doğru inen bir merdiven ortaya çıktı.

Yavaş yavaş merdivenlerden inen katip, gizli araştırma salonuna adımını attı. Etraf, kitaplarla doluydu, uzun kitaplık raflarıyla dolu olan salonun bazı yerlerinde raflar bile yetişmemiş üst üste kitaplar konulmuştu. Büyük bir çalışma masasında yığınla yazılmış olan günlükler ve birçok parşömen kalıntısı vardı, Masasına gidip çekmecesini açtı, küçük mavi renkli bir şişede sakladığı ilacından biraz içti. Rahatladı en azından titremesi kesilmişti, Pelerinini sıyırıp bir köşeye koydu. Pelerinin cebindeki, kitabı çıkarıp masanın üzerine koydu. Kapısızlar Semtinin derinliklerine gömülmüş olan bu kitabı bulmak için üç ayını harcamıştı, fakat buna değmişti. Kitabın adı Elrohir – İlk Yürüyenin Anılarıydı, ve bu kitapta aradıkları o meşhur haini bulmuşlardı. Tabi bunu doğrulatması gerekiyordu.

Salonundaki askılıktan, siyah düzgün pelerinini giyerek yaralarını örttü ve diğer salona geçti. Bu salon kendi kişisel salonundan daha büyüktü ve ikiye bölünmüştü bir kısmı, demirci atölyesiydi. Demirci atölyesinin tepesindeki V.R. ürünü hemen göze çarpıyordu, diğer. Özel güçlendirilmiş bölgelere ayrılmış büyüsel alanla çevrili hapishaneler vardı. Büyüsel alanın hemen dışında, ise geniş demir parmaklıklar bulunuyordu, Hem büyü hem de çelikle hapsedilmek için yapılmıştı bu hapishaneler. Demirci ocağından gürültülü bir cozz sesi yükseldi, anlaşılan Avcı çalışıyordu. Onu pek umursamayarak çoğu boş olan hapishanenin önüne geldi.

“Demek geldin yanık surat.” dedi sağ uçtaki bölümden ona seslenen hapishane sakini, “Görüyorum ki planın işe yaramamış seni küçük piç.”

“İşe yaramayacağı açıktı, Are’ye büyüsel bariyerler, çok üst seviyede olmadıkça işlemez,” dedi makul yapıda konuşan ortadaki bölümden. “Senin büyülerin güzel lakin kas gücüne karşı dayanıksız.”

“ Onu bile yenemedin, beni buraya tıktığın halde öyle mi?” dedi sol uçtaki öfkeyle kükreyerek. “ Beni siz zayıf düşürmeseydiniz bunlar asla başıma gelmezdi.”

“Kapayın çenenizi.” dedi Katip üç mahkumunda tepesinden bakarak, Üç mahkumda, oturur pozisyondaydı. Üçünün de Kızıl, beyaz ve siyah sakalları yerleri süpürüyordu, Üçünün de gözlerinde nefret vardı. “ Size soracağım bir şey var, cevap vermek elinizde. Cevap verenlere iyi muamele yapılacak.”

Akirama, Rubingard ve Simarios aynı anda başlarını kaldırdı, üçünün de gözleri kısılmıştı. Katip, konuşmaya devam etti. “ Bana Glaroth hakkında bilgi vermenizi istiyorum.”

Akirama, dişlerini gacırdattıysa da bir şey demedi, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Rubingard’ın bakışları Salonun tavanını dolaştı. Simarios Snaga, gülerek konuşan kişi oldu. “ Glaroth mu? Onun adını öğrendiysen kim olduğunu da bilmen gerekir. O konuda bizim bilgimiz yok, yanımızdaki ateş efendisine sor, git Elrohir’ e sor. “ dedi ve derin bir nefes aldı. “ Sana yüz defa söylediğim gibi, ahmaklığın sınırlarında geziniyorsun, Büyük Üstadmış, V.R. ‘nin iradesiymiş. Kendi iradesizliğini, bir grup kaçkınla savunuyorsun. Büyük Üstad öldü, ideallaeri yok oldu, etraf Hükümsüzlerin dönüşüyle yıkımın eşiğine girmişken. Bizi ne akla hizmet burada tutuyorsun?”

“Büyük Üstad’ın ölümünü sana kim söyledi? Robin Harwart mı? Yoksa bir zamanlar onun emrinde çalışmış olan Wallace Greece mi? Bu dünyada gerçekler ile yalanlar karışmış lafını sürekli diyen adamın buna inanması ne kadar manidar.” dedi Katip, “Robin Harwart, bir şeyleri keşfetmişti, bir şeyleri değiştirebileceğini düşünüyordu, fakat öğrendikleri yetersizdi, bu yüzden etrafındaki insanları ölüme götürmekten başka bir yapmadı. Ölülerin Bekçisiyse her zaman olduğu gibi aptalın tekiydi zaten.”

“Onun arkasından böyle konuşma. ” dedi ellerini beyaz bir beze silen, belden üstü kaslı ve çıplak olan, siyah düzgün kesilmemiş dağınık saçlı adam. “Hiçbir adam her şeyin sonunu göremez, o bile göremedi. Dünyanın Umudu olmasına rağmen…”

“Bu konuyu konuşmak istemiyorum Avcı.” dedi Katip sinirli bir ses tonuyla ve ardından, mahkumlarına döndü. “ Bana Glaroth’u anlatın, eğer düzgün şartlar oluşursa yeni hücre arkadaşınız o olabilir.”

Bunun üzerine Akirama tebessüm etti, “En güçlü hükümsüz olarak görülen, Fakat yinede bize ihanet edip mühürlenmeyen. Elrohir’in akıl hocasını, acınası büyülerinle mi hapsedeceksin.”

Katip duraksadı, “Bunun için planlarım var,” dedi ve arkasını dönerek ilerlerken ekledi, “Ayrıca bilgi için teşekkür ederim. Glaroth’un hükümsüz olduğu, Elrohir’in günlüğünde yazmıyordu.”
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 7- Ölüme Tepki


"Gerçek, göremediğimiz yalandır, Yalan ise göremediğimiz gerçek. Bu kavramları böyle düşünürsek, neyin gerçek neyin doğru olduğunun bakış açımızla ilgisi olduğunu anlayabiliriz."

Rubingard Snaga



Nickoy Waldemer, lavtasının tellerini kontrol ediyordu, gitarının tellerindeki yıpranmanın fazla olması sinirlerini bozmuştu. Şapkasını çıkarmış, yanındaki masanın üzerine koymuştu. Uzun sarı saçları dalga dalga omuzlarından sırtına dökülüyordu. Gitarını duvarın kenarına dayamıştı, masada şapkasının yanında yarısına kadar içilmiş bir kadeh şarap duruyordu.

Aslında sinirleri birçok şeye bozulmuştu. Kapısızlar Semtine sakladığı gizli kitapları biri tarafından çalınmıştı. İlkdoğanlar hakkında bilgilerdi adamın çaldıkları, neyse ki onların bir kopyasını Justisar Günlüklerine çıkartmıştı, fakat orada buluna bilgiler değerli olmaktan çok yol göstericiydi. O sırada çınn diye bir sesle lavtasının teli koptu. Nickoy dişlerini sıktı, lavtasını kibarca alıp masaya koydu. Bu işe Falcon ile konuşmalımıydı?

İşaret parmağındaki kahverengi kehribar yüzüğe baktı, Bu yüzük İlkdoğan Kahrun’un yüzüğüydü, araştırmacının yüzüğü kendisine uyuyordu. Uzun yıllar sonra bu şatoya sırf, o yüzükleri bulduğu için gelmişti, artık amacına ulaşmıştı, fakat Falcon onun gitmesini istemiyordu. Hükümsüzlerin ortaya çıkışı, bütün planları alt üst etmişti.

Eline şarabını aldı, odasının balkonuna çıktı. Gökyüzünde Jartiar, mavi mavi parlıyordu. “Nerdesin güzün hanımı?” diye mırıldandı, Nickoy. Şarkı yazmak için güzel bir geceydi. Fakat son şarkısını, on beş yıl önce yazmıştı. Güzel bir şarkıydı, o şarkı nasıl da herkesi ağlatmıştı, bir an bile düşünmeden ne gitarsız ne lavtasız duru sesiyle söylemeye başladı şarkısını

“Deniz sıcak, hava soğuk üşüyorum,
Bir acı var yüreğimde ağlıyorum
Kimse bilmiyor, gerçek nedenini,
Bir kayıp var biliyorum ve ağlıyorum…

*****

Gitarım eski, şarkımız yeni
Şimdi soluyor, ipek gibi teni
Onu kucağımda tutuyorum,
O ölüyor, soğuyor bedeni

******

Kimse bilmiyor, herkes duruyor nefessiz
Kanlar içinde ölüyor, sevdiğim kimsesiz,
O Mavi gözleri, sımsıcak ve masum
Şimdi kapanıyor sonsuza ben çaresiz.


******

Bedeni soğudu, kanı çekildi,
Ne yapıyor şimdi kocası yine dikildi
Sevdiğim canım kardeşim öldü, soğukta
O kara adam tarafından ölüme verildi

*****

O adam ki unuttu, sevginin nedenini
O adam ki unuttu, karısının bedenini
O adam ki korkak, aciz - “

“YETER.” dedi bir ses, şarkının o hüzün dolu etkisini bir anda bozarak, “Yeter.”

Nickoy Waldemer, gözünde yaş gelen adama bakıyordu. Kara şapkasını gözlerinin önüne indirse de, yaşlar yanağından süzülüyordu. Bir elini şapkasını tutarken öteki eli boşlukta sallanıyordu. Birden bire kafasını kaldırdı. Kara gözlerini Nickoy’a dikti.

“On beş yıl oldu.” dedi Nickoy, sert bir sesle, yüzünde hiçbir ifade yoktu.“Şimdi mi ağlıyorsun?”

“Ben her gün ağlıyorum Nickoy,” dedi Brave Falcon, soğuk bir sesle, “Bunu kimse bilmiyor sadece, daha dün gibi olanlar aklımda…”

“Niye geldin?” dedi Nickoy, öfkeyle konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Yoksa kendini o adama saldırırken bulabilirdi. “ Rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim.”

“Önemli olaylar Nickoy,” dedi Falcon, şapkasını çıkarıp sol elinde tuttu, düz siyah saçları gecede parlıyordu, “ İsyancıların lideri suikaste uğramış, Torano buraya geliyormuş. Burnuma Scart’ın pis kokuları geliyor. Lakin bunların şimdilik ehemmiyeti yok.”

Falcon, balkona doğru ilerleyerek, Nickoy’un yanındaki sandalyeye oturdu. Bir gül çıkardı ceketinin cebinden. Önlerindeki küçük sehpaya koydu, “Bugün bunların zamanı değil, haydi Nickoy bir şarkı daha söyle, ruhlarımıza onun ruhuna karanlıkta kalmamış, masum ruhlara.”

Nickoy ona doğru kaşlarını çatarak baktı, Falcon ciddi ve samimi görünüyordu, yaşlandıkça eski hataları ona daha çok acı veriyor olmalıydı. Bu karanlık, adamın yüreğinde ne yattığını bir türlü çözemiyordu, “Masum ruhlar, doğru onun ki masumdu, Ya sen ya ben masum muyuz artık, masum olabilir miyiz?”

Falcon, siyah gözlerini Jartiar’a doğru dikti, “ Feda edilecek yaşanılacak pek çok şey varken, biz feda etmedik yaşamadık, belki de biz değil ben demeliydim. Ben ne Robin, ne Silvan gibi kahraman olmadım, olamadım. Onlara kendini feda et diyorlardı, ikisi de öleceğini bile bile gittiler yolculuklarına. Robin’in son fedakarlığı bizi kurtardı, onun gibi biri olmasaydı şu anda güney Justisar yok olmuş olurdu.”

“Nasıl yani?” dedi Nickoy bu konu oldukça ilgisini çekmişti.

“Robin ile Chuitchik’in dövüşünde, güç patlaması ortaya çıktı. Büyünün aşırı yoğunluğu yüzünden oldu bu olay, Robin
patlamayı küçültmek için gücü kendi bedenine çekti, sonuçta yok olan sadece Asuka oldu.”

“Robin, böyle öldü yani?”

“Bir şekilde öldü Nickoy, boşver artık.” dedi Falcon, “Bana şarkı söyle Nickoy, eski günlerdeki gibi.”
Ve Nickoy itiraz etmeden şarkı söyledi.

******

“Glaroth hakkında bilgi istiyorum Magus?” dedi Katip, eski hırpane bir kitaplıktaydı ve Glaroth hakkında bilgi aramak için rafları araştırıyordu.

Ağzı burnu kan içinde, kalan kısa boylu kambur büyücü, homurdandı sadece. Elleri ve ayakları kalın bir diske büyüyle bağlanmıştı. Snaga’nın tek öğrencisi Magus, Snaga’nın gizli mekanın içinde katibe yenilmişti. Katip, küçük büyücüye baktı, iyi dayanmıştı. Mühürleri iyi kullanıyordu, bu mekanın varlığını Snaga’nın üzerindeki giriş mühürlerinden öğrenmişti,

Simarios Snaga kendine o kadar çok güveniyordu ki, gizli sığınağının yerini gösteren gizli mühürleri bile yanında taşıyordu. Katip en sonunda aramayı bırakıp, Magus’a doğru yöneldi, “Sen özgür bir insansın, basit tanrıcılık oynayanların piyonu olma, anlat bana. Glaroth hangi sürüngeni temsil ediyor, güçleri ne? Zayıflıkları neler? Bildiğin her şeyi söyle bana.”

Magus tam bir şey söyleyecekti ki, sözü kalın bir sesle kesildi. “Hükümsüzleri mi arıyorsun yoksa?”
Katip, dış mühürleri rahatça bozmuşa benzeyen yeni gelen adama doğru bir göz attı, Siyah bir elbise giymişti, kısa kesilmiş siyah saçları ve mor renkli gözleri vardı. Esmerdi, yüzü ciddi görünmekle birlikte gözleri sanki onunla alay ediyordu.

“Seninle karşılaşmayı beklemiyordum Zackarias.” dedi Katip soğukkanlılıkla,

“Beni tanıyorsun.” dedi Zackarias, siyah deri eldivenlerini çıkartırken, “Bende burada senin gibi bir veledi bulmayı beklemiyordum, Simarios ile konuşacaktım.”

“Akirama’yı mı arıyorsun?” dedi Katip gülümseyerek, sağ elini kaldırdı parmak uçlarında küçük jiletler belirdi. “ Burada Glaroth’u ararken seninle karşılaşmayı hiç ummazdım.”

“Bizi tanıyorsun demek, ama bu tanımış olman biraz eksik beni tanımana rağmen beni yenebileceğini düşünüyorsan?” dedi Zackarias, elini salladı parmak uçlarında ucunda demir dikenler bulunan ağır bir zincir belirdi, “Küçük çıkarımlar yapmayı bırak, ben senin diğer karşılaştığın varlıklara benzemem. Ben Ölümün Hükümdarıyım. Gücümün yarısına sahip olsam bile, bu senin için bir anlam ifade etmez. Akirama’nın yerini biliyor gibisin, bunu bana şimdi söylemene gerek yok, ölünce nasıl olsa kendin söyleyeceksin.”

Katip, dişlerini sıktı. Soğukkanlı olmaya çalışmasına rağmen, karşısındaki adamın çok güçlü olduğunu biliyordu, üstelik sır saklamak da bu adama karşı işe yaramazdı. İstemese de o gücü kullanmak zorundaydı. En azından kaçmak için.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 8 Kavganın Ayak Sesi


"Gerçek, sizi yaralayan yaraladıkçada sizi başka yaralara karşı güçlü kılan şeydir."

Walger Harwart


Batıngan çarşısında güneş tepeye yükselirken bir çok satıcı tezgahlarını açmıştı, sabah saatleri olduğundan pek müşteri yoktu burada. Çarşısının sonundaki meydana doğru giden, iki genç de müşteri değildi. Onlar bir buluşmaya hazırlanıyorlardı.

Walger etraftakilere pis pis bakıyordu, Omuzlarını açıkta bırakan bir tünik giymişti, kaslı kolları belindeki uzun kavisli hançere yakındı. Henüz sabah bile olsa, ayılmaya çalışan sarhoşlar ve kabadayılar onların başına bela olabilirdi. John’a söz vermişti, gerçi gözleri her zaman tuhaf bir şekilde parlayan o adamı hiç sevmemişti ama kızını önemsiyordu.
Ovidia, koskoca okuldaki tek arkadaşıydı ve o da şimdi gidiyordu.

Yanlarından geçen kirli sakallı bir adam, gülümseyerek Ovidia’yı süzdü. Walger dişlerini sıktı, Ovidia elini Walger’ın koluna koydu. Ona doğru döndü kızın, kıs kasa kesilmiş beyaz saçlarının arasından görünen yeşil gözleri endişeliydi. Walger onun yüzüne bakınca sakinleşti, bugün çok güzel görünüyordu doğrusu. Beyazlar içindeydi, eteği dizinin hemen altına kadar uzanıyor ve güneşte parlıyordu. Bir an neden böyle giyindiğini hatırladı Walger. Ovidia, bir Leydinin nedimesi olacaktı. Bir çok teknik öğrenmesine rağmen onu bir nedime yapacaklardı. Sırf ustasının kızı yetersiz görmesi yüzünden kızı nedimeliğe yönlendirmişlerdi. İlk defa ustasına bu kadar nefret duydu. Ne köleleri yakması, ne de onu yumruklaması onu bu kadar kızdırmamıştı, Ovidia arkadaşıydı satılık bir mal değildi!

“ Sakin ol.” dedi Ovidia, yüzünde derin bir endişe hakimdi.

“Ben iyiyim.” dedi Walger, gülümsemeye çalıştı fakat yüzü acı çekiyormuş gibi bir ifadeye bürünmüştü. Göz ucuyla kıza baktı, o sanki bu ayrılıktan üzülmüyor gibiydi. Çelik mavisi gözleri kısıldı, eğer o gitmekten memnun oluyorsa kendisi niye bunu dert ediyordu.

O sırada yanlarından geçen bir sarhoş, geğirerek, Ovidia’nın koluna doğru hamle yaptı. Walger bu hareketi göz ucuyla fark etti, sarhoşun kıza uzanan kolun tuttuğu gibi, geriye doğru çevirdi sarhoş adam havada takla atarak yüz üstü yere yığıldı.

Bir anda çarşıdaki insanlar duraksasa da, Walger adamı öldürme dürtüsüyle savaşarak, Ovidia’ya yürümesini işaret etti. “ Gidelim havuza çok kalmadı.”

O sırada önlerini, uzun boylu siyah saçlı bir adam kesti. Üzerinde silah yoktu, yüzünde bir gülümseme vardı. “Siz, Gloria Hanıma mı gidiyordunuz?”

Walger, adamın üzerindeki düz üç çizgi amblemini tanıdı, Bu Gokai, adlı Sthis’den Brohen’e kadar oradan Von Kress’e kadar üç ülkeye de yayılmış geniş bir dövüş okulunun simgesiydi. Bu okula kabul edilen keşişler son derece güçlü oluyorlar, üst rütbeli Kılıç ve Yumruk Loncası için paralı askerlik yapıyorlardı.

“Ben Gloria Hanımın kendisiyle buluşacaktım ama.” dedi Ovidia meraklı yeşil gözlerini adama doğru dikmişti, Walger kızın karşısındaki herifi şöyle bir tarttığına emindi. Fakat kendisinden on beş santim Uzun olan en az da iki kat ağır olan bu adama karşı ne yapacağını açıkcası kendi de kestiremiyordu. Aslında mesele fiziksel ağırlık değil taşıdığı amblemin ağırlığıydı. Fakat, bu beklenmedik adamın ortaya çıkışı, önceki sarhoşun gelmesinin o kadarda tesadüfi bir durum olmadığını gösteriyordu. Hislerine güven demişti Ustası ona, etrafa baktı. Bir çorap satıcısının hafifçe doğrulduğunu gördü. Köşedeki, oturaklarda oturan yaşlı bir adam onlara bakıyordu.

“Gloria Hanımın acil bir işi çıktı kendisi gelemeyecek.” dedi Gokai okullu adam, “Beni sizi almam için gönderdi kendisi. Bundan sonra size ben eşlik edeceğim.”

Ovidia, Walger’a göz ucuyla baktı, Walger kafasını kısa bir şekilde salladı, çelik mavisi gözleri adamın üzerindeydi. Ayak kaslarının gerildiğini hissetti, Bunu rakibi olan adam da hissetmiş olmalıydı ki direkt ona doğru döndü. “Şimdi kavga istemiyorsan eve gitmelisin çocuk.”

Walger bir şey demeden Ovidia, hiç beklenmedik bir şekilde adamın diş kirişine çok sert bir tekme attı. Adam, elbise giymiş kızdan böyle bir saldırı beklemediği için darbeyi tüm şiddetiyle hissederek sol dizinin üzerine çöktü. Walger hiç vakit kaybetmeden, yumruğunu adamın şakağına doğru savurdu.

Fakat adam hızlıydı, sağ dirseğiyle saldırıyı engelledikten sonra sağ dizinden ve sol elinden güç alarak, Walger’ın tam çenesinin altına doğru bir tekme çıkardı. Walger bu ani karşı saldırı karşısında geriye çekilmeye çalıştı, fakat geç kalmıştı.

Tekmenin şiddeti çok fazlaydı, öyleki Walger geriye doğru fırlayarak domates kasalarının üzerine ne ara uçtuğunu hatırlamıyordu bile, Ezilmiş ve kırılmış kasalardan doğrulduğunda adamın hareketi yeni bitirip Ovidia’ya doğru döndüğünü fark etti. Ağzını kontrol etti, çenesi kırılmamıştı, fakat dudağı patlamıştı, ağzından sızan kanlar ezilmiş dometeslerin ve vücudunun üzerine damlıyordu. Yediği iyi bir tekmeydi fakat ustasından yediklerine kıyasla komik kalıyordu, fakat tekmenin hızı konusunda aynı şeyi söyleyemezdi.

Adam, Ovidia’ya doğru tehditkar bir adım attığında, Walger daha fazla tereddüt etmedi, Kurdun Ova taktiğini kullanacaktı. Hançerini çekti, ve zik zak çizerek hızla adama doğru koşmaya başladı, Adam, saldırıyı hemen fark ederek döndü. Walger saldırısını göğsüne yapacakmış gibi öne atıldı, rakibi bu darbeyi savuşturmak için geri çekildiğinde. Arka ayağından detek alıp sıçrayarak, Adamın uzun boy dezavantajını da kullanarak bacaklarının arasında daldı.

Ama, adam bunu da gördü ve havaya sıçradı, Walger içinden küfretti, tamamen arkası saldırıya açıktı, ve rakibi bu fırsatı kaçırmadı. Sırtına inen tekme, onu toprak yola dümdüz bir şekilde yapıştırdı. Walger, Ovidia’nın çığlık attığını duyar gibi oldu. Nefesi kesilmişti, Ustasının her zaman söylediği ciğerlerini koru lafını şimdi daha iyi anlıyordu, İkinci tekmede sırtına inerken kendi etrafında dönmeyi başardı.

“ Bu dövüşü şimdi bitireceğim velet.” dedi Adam yumruğunu kaldırdı, gözleri Walger’ın boynuna kilitlenmişti. Nefes borumu parçalayacak diye düşündü, Walger acıyla sırtının acısından hareket bile edemiyordu. İlk darbe akciğerine ikincisi ise böbreğine gelmiş, onu nerdeyse hareketsiz bırakmıştı. Ovidia’ya doğru baktı, kızı nerden geldiği belli olmayan biri tarafından tutulmuştu. “Gokai okuluna rakip olabileceğini mi zannediyordun?”

Walger’ın çelik mavisi gözleri, alevlendi ama yapacak hiçbir şeyi yoktu burada ölemezdi, ölmemeliydi, Adam yumruğunu indirdiğinde gözlerini kapatmadı, işte bu yüzden her şeyi gördü. Kahverengi yeni birpelerin giymiş biri, hızlı bir darbeyle yumruğun yönünü değiştirdi. Gokaili adam şaşkınlıkla geriye doğru baktığında, Pelerinli adamın eli mengene gibi adamın gırtlağına yapıştı.

Walger şaşkınlıkla, Ovidia’ya baktığında Ovidianı yanındaki adamında bilinçsizce yatmakta olduğunu gördü. Walger bir daha pelerinli adama baktığında Pelerinin çok tanıdık geldiğini fark etti, Uzun boylu adamı tek koluyla çok rahatça kaldıran Greece’in eli adamın nefes borusundaydı. Küçümseme dolu bakışlarla adama bakıp kafasını salladıktan sonra.

“Efendiniz kim?” diye sordu yavaşça,

Köşedeki oturaklarda oturan yaşlı adam yavaşça ayağa kalktı, Üzerindeki siyah pelerini çıkartıp kenara koydu. İki admım ileri attıktan sonra, “Benim.” dedi Sensei Hanseil Maid.

Ustası adamın boynunu kırıp, yaşlı adama doğru döndüğünde yüzü taştan oyulmuş bir soğukluktaydı, gözleri bir an, Walger ile Ovidia’ya doğru kaydı “Gidin!” dedi kısa bir sertlikte,

“Hayır gitmiyorlar.” dedi Sensei, rahat bir tavırla, bir ayağını geri atarken.

“ Buna sen karar vermezsin.” dedi Greece gövdesini biraz eğdi

“Hımm, birkaç bir şey bildiğini görüyorum.”

“Birkaç dan daha fazla.” dedi Greece, gülümseyerek, “Senin kim olduğunu biliyorum Maid, kendine en güçlü keşiş diyen adamsın. Artık öyle bir çağdayız ki Büyük Üstadın öğretilerini bilmeyenler bile kendine en güçlü diyebiliyor.”
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 9 Büyü, Yumruk ve İhanet


Gerçek yazılanları okuduktan sonra, aklınızda kalan çıkarımların tam tersidir.

Mert Şahin.


Katip, elindeki jiletlere baktı, bir de kapalı kaldığı tavana, ve duvarlara, buradan çıkmak zorundaydı. Karşısındaki adam, Zackarias elindeki zinciriyle kıpırtısız duruyordu ilk saldırısını bekliyor gibi görünüyordu. Akirama kadar aptal değil diye düşündü Katip. Elerrindeki Jiletleri oynarken vakit kazanmak için konuşmaya başladı.

“ Beni bu kadar küçük görüp bana saldırmaman, ilginç doğrusu Zackarias,” dedi Katip yavaşça. “ Akirama’nın adı seni korkutmuş gibi,”

Zackarias, ileriye doğru bir adım attı. “ Bir şeyden korktuğum yok, çocuk. Sadece merak ediyorum, sözlerinde yalan yok. Akiramayı yakalamışsın, ama gücün de belli, sadece aptallar tuzağa düşer, elinde güçlü bir koz olduğuna inanıyorum. Ona yakalanacak kadar da aptal değilim.”

“Yakalanmış olabilirsin.” dedi Katip, elindeki beş jiletten ikisini hükümsüze fırlattı. Zackarias jiletleri durdurmak yerine kenara çekildi. Jiletler arka duvara çarptıkları anda patladılar. Zackarias elindeki üst kısmı bıçaklı zincirleri yönlendirerek katibe doğru saldırdı. Ard arda gelen zincirlere doğru, iç cebinden çıkardığı parşömeni daire şeklinde açarak, bir şeyler mırıldandı ortalığı derin bir toz tabakası kapladı ve zincirler boş bir şekilde şangırdadı. Bu sırada Katip, ani ışınlanma büyüsüyle daha demin jiletle yıkıp yol açtığı yere doğru ışınlanmıştı. Parçalanmış duvardan hızla dışarı atladı. Bulundukları yer, dağların arasındaki heybetle dikilen siyah bir kuleydi. Hızla aşağıya doğru düşerken elini şaklatıp avucu büyüklüğünde küçük bir alev topu oluşturdu ve onu içerisinden hala duman sızmakta olan, çıktığı yere doğru fırlattı.

Mühürün içine sıkıştırdığı gaz metan gazıydı, hem bir süre sersemleten hem de yanıcı, Kalenin yıkık yerinden içerisine attığı alev topu büyük bir şiddetle Kulenin tepesini havaya uçurdu. Patlamanın etkisiyle hızla aşağı düşen Katip hırpani görünen pelerinin gücünü kullanarak havada süzülmeye başladı.

“Bu onu öldürmez ama en azından bir süre oyalayacaktır. ” diye mırıldandı, geriye doğru bakarken.

“Yanlış tarafa bakıyorsun, Çocuk.” dedi o hırıltılı zalim ses, Katip önüne döndüğünde, o büyük ve kalın zincirleri zayıf adamın sırtına bağlanarak bir kanat şekline bürüdüğünü ve kanatların çırpılarak, onu havada tuttuğunu fark etti.

“Fena değil.” Dedi Zackarias üzerinden dumanlar tüten yanmış sağ kolunu gösterirken, “Hiç fena değil, “Anti büyü septimi içeren yanıcı bir gaz demek, zayıf noktalarımıza iyi çalışmışsın. Fakat gördüğüm üzere o tek kozun buydu.” Yanık olmayan sol elini kaldırdı, işaret parmağını ona doğru uzatırken “Şimdi ölmenin zamanı geldi.”


***********


“Büyük Üstad mı?” dedi Sensei, Hanseil Maid elini zayıf yüzünde dolaştırarak. “Mitlere inanan bir hayalperest mi karşımdaki?”

Greece bir anda yaşlı adamın önünde belirdi, yumruğunun hedefi adamın direkt kalbiydi, fakat yaşlı adam hızlı bir hareketle avucunun içiyle Greece’in bileğine vurarak yumruğunu değiştirdi, ama Greece bir an bile duraksamadan sağ elinden destek alıp, tekmesini Maid’in böbreğine doğru savurdu.

Sensei, tekmeyi koluyla durdurup tuttuktan sonra, greece bu sefer boşa giden sol elinden de destek alarak diğer ayağını adamın yüzüne doğru savurdu fakat şaşırtıcı hızla sensei bunu da durdurunca Greece kendi etrafında dönerek sensei’nin kavrayışından kurtulmaya çalıştı eğer kurtulursa tekmesi elbet Sensei’in bir tarafına gelecekti.

Greece’in hızlı dönüşü onu sensei’den kurtardı ama Sensei tekmelerden hızlı hareketlerle sıyrılmaya başladı. Greece yuvarlanarak ayağa kalkarken tiksintiyle. “Yılan.” diye fısıldadı.

Sensei, soğukkanlılıkla, “Kurt.” diye cevapladı Ölülerin Bekçisini, ve ekledi “Lakin Kurt tekniklerinde, yüksek tekmeler yoktur, siz sıra dışı bir kurt profili çiziyorsunuz.”

“Pek şaşırmamış gibisin.”

“Hızınız sizi tahmin edilebilir kılıyor.”

“Öyle mi?” dedi Greece, ayaklarını kenara açtı, rakibinin ard arada gelen ataklardan sıkıldığının farkındaydı, bu Yılanın zayıflığıydı o yüzden stilini biraz olsun değiştirmek zorundaydı. Ellerini öne koyarak hafifçe yana eğildi.

Sensei Hanseil Maid’in gözleri kısıldı,

“Köpek Stili demek”

Greece sadece gülümsedi.

*******

Alernan Torano, sessizce ilerleyerek yanında yürüyen kendisine bakıyordu. Elrohir iyi bir büyüyle nerdeyse kendisine tığa tıp benzeyen bir kopyaya dönüşmüştü. Kendisi ise gözlüğünü çıkarıp biraz sakal takıp kıyafetini değiştirdiğinde, farklı bir adama dönüşmüştü.

Elrohir ile şehre geldiklerinde hızlı bir şekilde şehir merkezindeki, saraya doğru gönderilmişlerdi. Saraya geldiklerinde ise şehir lordları onları karşılamıştı. Stihis şehir lordları, üç kişiydi, Merkez bölgesini ve Batıngan çarşısı ve Havuz meydanımı içine alan bölgenin lordu olan Camester Florth kısa boylu, geniş omuzlu vücuduna uyan kırmızı giysiler giymiş küçük gözleri olan sinsi bir adamdı, Torano onun hakkında bir zamanlar tüccar olduğunu oy birliğiyle Lord yapıldığını biliyordu, bu oy birliği sistemini Scart Corpean tahta geçtiğinde getirmişti fakat bu durum onun için hayırlı olmamıştı.

Nitekim, Kapısızlar semtinin ve şehrin batı kısmından sorumlu olan bölgenin lordu olan Brave Falcon bu durumun sebebiydi, bu oylama sebebiyle bir Sendarlı bile lord olabiliyordu ve Falcon batı bölgesinin oylarıyla Lord olmaya hak kazanmıştı. Sistemin açığını bulan Falcon gündüzleri Lord geceleri terorist oluyordu, fakat bunu kimse kanıtlayamıyordu.
Fakat Doğu bölgesindeki askeri kışlalardan, arenalardan ve dövüş okullarından sorumlu olan Devgan Faith seçimle gelmeyen Stihis’in en eski Lorduydu. Beyaz parlak zırhlar içinde bir Astgar Şövalyesi gibi görünse de öyle değildi. Hep öyle olmaya çabaladığını duymuştu Torano ve Falcon ile hiç anlaşamadıklarını da.

“Hoşgeldiniz, Lord Torano” dedi Camester yaltaklanarak,

“Ben Lord değilim,” diye duydu kendi soğuk sesini Torano “Beni efendiniz karşılamayacak mıydı?”

Fena değil diye düşündü Torano, Elrohir kendi taklidini iyi yapıyordu.

“Scart’ın biraz işi varmış.” dedi Falcon alayla gülümseyerek. “Ailesel bir mesele sanırım.”

“Düzgün konuş Kralınla.” diye kükredi Lord Faith, “ Yoksa – “

“Misafirimiz varken böyle konuşmayın.” Diye araya girdi Camester gülümseyerek elini salladı saray kapıları açılırken “ Buyrun, Kralımız işlerini hallederken bize şehir ve çevresi hakkında size bilgi vermemiz emredildi.”

Torano, kendisinin yani Elrohir’in gözlerinin içine bakarak, kuleleri sor diye içinden geçirdi, Stihis dışındaki, Gar-Dirth dağlarının eteklerindeki büyücü kulesinin durumunu merak ediyordu. İsyancılar hakkında güvenilir bilgiyi ancak kendi büyücülerinden öğrenebilirdi. İçeriye büyük bir salona doğru girmek için yürüdüler.

Fakat içeri girerken kendisi yani Elrohir, bu konuları aklına bile getirmiyordu anlaşılan, Falcon’a doğru dönerek. “Kendinizi, İlkdoğan ilan ettiğinizi duydum.” dedi sesinde belirgin bir gıcırtıyla.

“Şehirdeki söylentiler çabuk kulağınıza gelmiş.” dedi Falcon gülümseyerek, “Bunlar kuru söylentiler sadece, lakin sizin ilgilenmeniz çok tuhaf normalde bu konuları umursamazdınız.”

Torano yumruklarını sıktı, kendisi olsa tabi ki umursamazdı isterse milyonlarca salak kendini ilkdoğan ilan etsin. O daima kendi büyücüleri ve Wartline’ın bekasıyla ilgilenirdi. O sırada büyük bir kapı açıldığına dikkat etti, Torano kralın geldiğini düşünerek ve konuşan adamların dikkatlerini çekmek için hafifçe öksürdü.

Büyük kapının ardından çıkan kişi Kral değildi, içeri giren dev gibi, bir toprak elementali ve onun ardından gelen bir sürü Aragorth’du. Zayıf noktalarım diye düşündü, diye düşündü Torano. Falcon2a doğru baktı o da şaşkındı. Çünkü Camester ile, Faith birden bire gözden kaybolmuştu, Torano’da ışınlanmak için konsantre oldu lakin başaramadı, Salon mühürlenmişti.

Torano, Elrohir ile Falcon ile birlikte tuzağa düşürülmüştü….
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Cevapla

“Sanat Köşesi” sayfasına dön