Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Ölülerin Bekçisi 2. Kısım Kurdun Doğumu

Müzik, yazı, fotoğraf, resim, sinema, televizyon, opera vb ilgilendiğiniz sanat dalları hakkında yazabileceğiniz yer.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 10: Katibin Gerçeği


Katip, karşındaki zalim yüze doğru baktı. Zackarias’ın kadim yüzü sertti, siyah yağlı saçları geriye doğru taranmıştı, kanca burnunun üzerindeki gözleri kapkaraydı, ölüm kadar kapkara. Hükümsüz, zincirden oluşan kanatlarını açmış gökyüzünü kapatırken yavaşça aşağıya doğru süzülüyorlardı. Zackarias yanık olmayan kolunu kaldırdı, ve derinden bir sesle

“Vergias Die Mortian” diye mırıldandı.

Kalbine doğru giden zincirlerden kaçmak için büyüsünü iptal etti, Katip. Hızla aşağıya düşerken zincirler hemen kafasının üzerinden geçtiler, Zackarias’ın tepesinde tısladığını duydu hayal meyal tepeye baktığında Ölümün Hükümdarının ona doğru hızla süzüldüğünü fark etti, Kaçışı yoktu burada ölecekti, En azından bazı bilgileri dostuna ulaştırması gerekiyordu.

Eli pelerinin içindeki cebine giderken iki kolum olsaydı her şey farklı olurdu diye düşündü, burada bu şekilde ölmezdi. İnsanlara güvenmesi onu yarım bir adam yapmıştı, geçmişteki yüzler aklına geldi. Bir çok söz, bir çok anı ama en acısı, onu bu hale getirendi ölümün kıyısından döndüren, yaşamının adaletsizlikle dolduran.

“Sana elimi uzatıyorum, Galamarın oğlu.” demişti Chot Chuitchik, siyah atının üzerinden onlara doğru bakarken, “ Hiçbir zaman gelmeyen adaletten, neyin iyi olmadığını bilmeden iyilik için savaşmaktan yorulmadın mı? Ne yaptığını bilmeden oradan oraya koşmaktan bıkmadın mı artık. Ben sana, bazıları gibi uşaklık önermiyorum, kendi yerimin yanında bir ortaklık öneriyorum.”

Eski yıkık bir harabelerdeydiler, savaşın kaderini değiştirecekleri yerdeydiler, tek bir adamın koruduğu, ölülerin kol gezdiği yerdeydiler. Robin Harwart, onları bu yoldan götürmüş, savaşı yenmenin tek imkanının ölüleri kullanmaktan geçtiğini söylemişti. Robin, herkesin korktuğu ölülerin bekçisinden korkmuyor, bu işin zor olmayacağını söylüyordu.

Fakat işler hiç bekledikleri gibi gitmemişti. Ölülerin Bekçisi onlara bir oyun oynayıp, Robin’in en güçlü düşmanını karşısına dikmişti, şimdi ise bir sütunun başında dikilmiş olacakları izliyordu, Yaşı belli olmayan gri gözlü adam, yüzünde geniş bir sırıtmayla.

“Adalet mi?” dedi Robin Harwart, yanına gelip bir adım öne çıkarak, “ Senin adaletin, kanlı kılıçlarla kadınları öldürmek, Kuleleri yakmak mı? Şövalyeleri zırhları içinde pişirmek, kazığa oturtmak mı? Amacın batıya adını kanlı harflerle yazmak olduğunu söyleyen sen mi adaletten bahsediyorsun?”

“Adaletten bahsediyorum, savaştan değil.” dedi Chot Chuitchik kızıl gözleri bir an parlayarak, Robin’e baktıysa da sonra tekrar ona döndü. “Hazır adaletten bahsetmişken, sana bir hikaye anlatayım Galamarın oğlu, Sendar’ın adaletini anlatır bu hikaye, Karşımda şu çift kılıçlı avcı hariç duran siz sendarlılar, bu hikayeyi bilmezsiniz belki biriniz hatırlayabilir?”

Herkes, aralarındaki en yaşlı olan Sendarlı’ya doğru döndüler, Brave Falcon şapkasını gözüne kadar indirdi, yüzünde bir sırıtma vardı. “Adaletten bahsediyorduk savaştan değil.” dedi vakur bir ifadeyle.

“Senin küçük hesaplı entrikalarından bahsetmiyorum,” dedi Chuitchik, “Bunu sen değil ancak mavi gözlü, dünyanın umudu bilebilir, uzun zaman önceki bir aile tartışmasını, Bir abi kardeşin diyaloğunu yaşanması bir adamın sırf abisinin hor gördüğü biri ile evlendiği için tamamen kucağındaki bir bebekle sokağa atılan bir adamın hikayesi bu, karısının cesedi daha soğumadan karda kışta, Sendar da terk edilen bir adamın hikayesi. Anarion Harwart, büyük kılıç ustası, Kılıç Konseyi başkanı, kardeşini bir çırpıda silen çocuğunu kurtlara yem eden adaletli bir sendarlı!”

Robin’in zangır zangır titrediğini hissetmişti o anda, Keven’in elini Robin’in omzuna koyuşunu görmüştü, Falcon’un derin bir nefes aldığını duymuştu. Kheldarın kılıçlarını kavradığını da öyle.

“Şimdi, bu adalet meselesini anladığına göre sen bilekliğin taşıyıcısı, Galamarın oğlu, bana katılıyor musun?” dedi Chuitchik kızıl gözleriyle onu tepeden tırnağa süzdü. “Bana katıl ki Altın kılıç ile bilekliğin gücü birleşsin, bu Sendarlıları rahatça yenip batıya huzur getirelim.”

O sırada tepelerinden bir kahkaha duyulmuştu, korkunç gülmeyi unutmuş bir adamın kahkahası deliliğin ve mantığın sınırlarında gezen bir adamın kahkahası. Bir Sütunun tepesinde tünemiş kahverengi pelerinli Ölülerin Bekçisi bu manzarayı izlerken gülüyordu.

“Adaletten bahsedenlere de bir bakın.” dedi o kalın derinden gelen sesiyle, “Bilekliğin, taşıyıcısına anlatılan hikayelere bir bakın. Ey çocuk sana buranın neden böyle olduğu hikayesini anlatmadılar mı? Bu ülkenin neden harabe olduğunu cesetlerin her adımda karşına çıktığını söylemediler mi? Söylemezler, ne Chuitchik ne de Robin bahsetmez bundan Çünkü onlar kendi adaletlerini yaratma peşindeki güç peşindeki umarsız adamlardan başka bir şey değiller. Oysa adalet birdir tekdir, dengedir. O dengede elinizdeki, yasak silahların yok olmasını söyler, yok edin birbirinizi Yok edin ki Justisar’da iblislerin son izi de sizinle beraber silinsin.”

Chuitchik ile Robin’in bakışları Ölülerin Bekçisine kenetlendi, ikiside ellerini aynı anda kaldırdılar, Robin’in elinden mavi bir yıldırım Chuitchik’in elinden mavi bir alev topu fırladı. Ölülerin Bekçisi bir anda sislerin içine doğru geri çekildi. Büyük bir patlamayla sütunlar yıkıldı, başka bir tarafta Ölülerin Bekçisinin sureti sislerin arasında gözüktü.

“Ölmemiş?” dedi Oscorp Harlin adındaki Chuitchik’in kiralık katili, şaşkınlıkla o tarafa doğru bakarak.

“Zaten ölü olan, ölmez.” dedi Greece, sadece ve o sislerin arasında yine gözden kayboldu.

“Dövüşten sağ çıkan tarafı muhtemelen öldürmeye çalışacak.” dedi Falcon, Robin’e doğru bakarken, “Kötü bir kapana kısıldık.”

Robin ona doğru sertçe baktı, “Ölülerin Bekçisi bizim için sorun değil Brave.” dedi sert bir sesle, “ Sen önündeki soruna odaklan.”

“Sorun biziz değil mi?” dedi Chuitchik, gülümseyerek, “Scart, sağıma geç, Oscorp arkamda dur, Priestia sen solumda dur, Cirth sen geride kal.”

Robin hiçbir şey demedi, Keven, Scart Corpean’ın karşısına, Falcon, Priesta’nın önüne, dikildi. Kheldar, arkasına geçti. Robin ona doğru dönerek gülümsedi, etkileyici yüzü ve parlak saçlarıyla etkileyici bir intiba bırakıyordu insanda.

“Korkma Gindeon, seni hayatım pahasına koruyacağım.” demişti, ve o an Gindeon ona inanmıştı. Fakat Robin Harwart, yanılmıştı, hep yanılmıştı. Ölülerin Bekçisi hakkında da onu koruyacağı hakkında da verdiği sözler hep boş çıkmıştı….

Devam Edecek……
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak


Bölüm 11 Kati Gerçek



Katip, Gindeon, uçurumdan aşağıya doğru düşüyordu peşinde ölüm vardı,

Dünyanın Umudu Robin, Eski kılıcı Camelothian’ı kınından çıkarmaktaydı, yüzü ciddiydi.

Ölülerin Bekçisi, Greece, yaşlı bir keşişle dövüşüyordu, sonuçsuz bir dövüşün öfkesi vardı içinde

Kara Şahin, Brave Falcon kapana kısılmıştı, kama büyülerinin hiç birini kullanamıyordu, çaresizdi.

Astgar Şövalyesi, Scart Corpean ifadesiz bir yüzle kapana kısılan üç büyücüye bakıyordu sabırsızdı.

Katil, Oscorp Harlin, Batıngan Meydanındaki, keşişlerin dövüşünü izliyordu, gülümseyerek

Avcı, Kheldar karşısında iki ilkdoğan bir hükümsüz varken sakince demir dövüyordu, ama huzursuzdu.

Hepsi farklı yerlerdeydi şimdi, bir zamanlar her şeyin başladığı yerde birlikte olmuş birbirileriyle savaşmışlar, bazı olayları tetiklemişlerdi. Büyük savaşın olduğu sonuçların nedeni ölülerin bekçisiyle başlıyordu, en azından herkes bunu böyle biliyordu. Fakat Gindeon, kimlerin neyin tarafında olduğunu Hükümsüzlerin neden ve nasıl ortaya çıktığını, aklı ilk başta büyük savaşın anılarına gitmişti ama her şey ondan çok ama çok önce başlamıştı. Mirharch’ın bilekliğini, Silvan’ın cesedinde bulduğu anda, o an da yolu büyük üstatla kesişmişti.

Gindeon, elinde geniş bir defterle kazı alanını geziyordu. Arkelog katibiydi, burada eski tür kuş fosili keşfetmişlerdi, Protonaht deniliyordu bu dev kuşlara ve soyları tükenmişti. Büyük kemikler üzerinde araştırma yapan arkadaşlarına bakarak dev kuşun kemik sayılarını not etti, ölçülerini hızlıca yazdı. Ardından fosile tepeden bakmak için, en yakın tepeye doğru çıkmaya başladı.

Tepeyi tırmanırken, kayaların arasındaki bir parıltı dikkatini çekti, menekşe mavisi gözlerini kıstı etrafına baktı, kimse ona dikkat etmiyordu. Hızla oraya doğru yürüdü, o sırada onu gördü, Kayanın arasına sıkışmış bir ceset, sarı uzun saçları hala dökülmeden durabilmişti, yüzü neredeyse dökülmüş bir kemik gibiydi, yeşil giysileri lime lime olmuştu. Nerdeyse bin yıl bu derece döküntüye sebebiyet verse de ceset çok iyi korunmuştu. Kayanın içinde nerdeyse gömülmüş olması bunu bir dereceye kadar açıklayabilirdi, ama sol kolundaki o parlayan cisim bu durumda başka bir şey olduğunu gösterir gibiydi.

Kalın altından yapılma bir bileklik, olduğunu gördü ilk başta. Sonra kuru kafa kabartısı dikkatini çekti, onun altında ise bir yazı vardı yazıyı incelediğinde, Eski Askca olduğunu gördü, bin yıl önce yok olan bir ülkenin yazısı, Gindeon on iki dil biliyordu, dünyadaki en önemli tüm dilleri öğrenmek onun tek amacıydı, 26 yaşında bunu başarmış olması onu Askcaya da yöneltmişti, akıcı el yazısı hoşuna gitmişti şimdiki yazıyı okuyuncaya kadar,


Ölümün içindeysen eğer, korku sana artık bir şey ifade etmez

Tanrıların gücü elindeyse artık ölümün içi de sana bir şey ifade etmez.


“Tanrıların gücü.” diye mırıldandı Gindeon çok saçma bir düşünceydi bu, Wartline’da okuduğu yıllarda Alernan Torano böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını söylemişti. Rahat bir hareketle bilekliği cesedin sol kolundan çıkardı. Gülümsedi, hiç büyü sezemiyordu, güzel bir takı diye düşündü kendinde görebilmek için sağ koluna taktı.

O anda dizleri üzerine çöktü, sanki bir anda tüm derisi soyulmuş gibiydi, bütün hücreleri paralıyordu, ellerine baktı bir iskelet gördü, tüm dersi soyulmuştu öldüm, öldüm diye düşündü. Bir anlık panikten sonra, sakinleşti ödüm aptallık yüzünden artık dönüş yok diye düşündü rahatladı, sonra birden bire derisi tekrar yerine geldi, dünya tekrar yerine geldi, terden sırılsıklam dizlerinin üzerinde öylece durdu, Ta ki İskelet onun boynunu kavrayana kadar.

Buz gibi soğukluk hızla içine yayılırken, kollarını kımıldatacak hali yoktu, iskeletin boş göz çukurlarının arasından yeşil bir parlama gördü, boğazı daha da sıkıldı, nefes alamıyordu. O sırada bir tekme, iskeletin kolunu yere gömdü. Parçalanan kemikler arasında orta boylu kaslı son derece yaşlı bir adam çıktı. Fakat ceset yılmamıştı, diğer koluyla yine ona doğru saldırıya geçecekken. Yaşlı adam onun göğsüne doğru avucunun içiyle vurdu o anda adamın bir kolunun olmadığını gördü Gindeon adamın darbesi iskeletin kafasından beline kadar olan bütün göğüs ve kol kısmını parçalamıştı. Biraz iskelete bakan adam Gindeon’a doğru döndü

“İyi misin evlat?” dedi kalın siyah kaşlarını çatarken, yüzündeki yaraları kırıştırdı. Kafasının yarısına kadar keldi ondan sonrası ise uzun ve bembeyazdı. Sakalsız yüzünde birçok yara vardı, üzerine giydiği paçavra gibi bir kıyafet yüzünden açık duran göğüsüde öyle, sağ kolunun yeni boşlukta sallanırken sol kolu kalın ve kaslıydı. Aşınmış demir kemerinde ise kısa bir hançerden başka bir şey yoktu.

“İyiyim.” diye mırıldandı Gindeon ayağa kalkarken kendini aşırı yorgun hissediyordu. “ Siz kimsiniz?”
“Adım Urier. Keşişim. ” dedi yaşlı adam, sertçe “Ya sen genç adam?”

“Ben Gindeon Galabsi, Galamarın oğlu Arkelog katibiyim.” dedi otomatikman, bu akademiden kalma bir alışkanlıktı, daha sonra gözü kolundaki bilekliğe takıldı “ Bu nedir?”

“Bu birçok şeyi değiştirebilecek bir silah vebu silahı taşıyabilecek çok az kişi vardır.” dedi Urier, sakince bir taşa otururken, “Çünkü bu, Büyük Üstadın yaptığı ve kralıma teslim ettiği, ama krallığımızı yok eden silah.”

“Kralım derken?” dedi Gindeon hayretle, “ Bu Askca, Asuka krallığı yok olalı bin yıl oldu sen nasıl yaşayabilirsin yoksa Sendarlı mısın?”

Keşişin kaşları çatıldı. “Sendar mı? Ah hayır kesinlikle değil, fakat şurada cesedini parçaladığımız kişi ünlü bir Sendarlıydı. Neyse, madem ki sen bu bilekliğin taşıyıcısı oldun, hükmün böyle verildi. sana bazı gerçekleri söylemem gerekecek.”

“Gerçek derken?”

“Kati Gerçekleri, bu bilekliğin o kitaplarda anlatıldığı gibi iblisleri yok etmek için kullanılmasının amaçlanmadığı gerçeğini, eğer bu gücü taşıyacaksan altındaki sorumluluğu ve bilincide taşımalısın, o yüzden bu bilekliğin esasında onları yok etmek için tasarlandığını bilmen gerekiyor.”

“Onlar kim?”

“Senin tanrı dediklerin, Justisarın zorba hükümdarları, ve onların tüm suretleri,” dedi Urier kayıtsızca. “ Başlangıçta onların tanrı olmadıklarını on beş kişilik, bir yüksek büyücü konseyi olduklarını bilmek sana şok edici geliyor değil mi? Onlar Hiandarlardı, krem tenli, Gri saydam gözlü büyüyü seven bir ırk. Justisarın şimdi de harabe olan Asukanın yakınlarında Garburum şehirlerinde yaşayan on bin kişilik nüfuslu bir halktılar. Etraflarında pek çok tuhaf ırk vardı lakin Troller, dışında onlara kimse zarar veremiyordu. Onlar derken bir madde buldular irityum adında, büyü gücünü çok çok arttıran özellikli bir madendi bu ve on altı kişilik büyücü timini bu güce ulaştığında, artık yenilmezdiler ve tanrı olmayakendileri dışındaki tüm halkı yok etmek istediler o adar kişi içinden yalnız bir kişi karşı çıktı ve bir kişide kararsız kaldı diğerleri tereddütsüz kabul ettiler ve tanrı oldular.”

“Fantastik bir hikaye, yaşlı adam bu bilekliğe rağmen.” diye güldü Gindeon “Senin demene göre on beş tanrı olmalıydı neden sekiz tane tanrı var bunların yedisi nerede?”

“Bu on altı kişinin hepsi, aynı bölgede tanrı olmadılar, o zamanlar Justisar bu kadar küçük değil büyüktü. Daha sonra volkanlarla üç kıtaya ayrıldığında, bunlarda bölündüler. Fakat şimdi hepsi bir tanesi hariç hepsine Justiar’dan ulaşabilirsin. Fakat kısaca anlatayım, diğer kıtada çok geçmeden anlaşmazlık çıktı bu yedi tane tanrı arasında, aralarından bir tanesi, bu altı tanrının hepsini, yenip Justisara sürdü. Bu sürülen altı tanrıdan beşi ise Justisarı ele geçirmek için, buraya bırakılan tanrılarla savaştı, fakat buradakiler yendi ve onları mühürledi, ve kendi aralarında onlara hükümsüz diye seslendiler.”

“ Ya o halkının öldürülmesine karşı olana ne oldu? “ diye sordu Gindeon kendini hikayeye kaptırmıştı.

“ İşte o gerçeği bilen ve gerçeğe inananları arıyor, ona o maddeyi vermekten sakındılar ama o yinede o güçlü maddeyi buldu. Ve kendine değil, bu bilekliğe yerleştirdi.” dedi Urier kati bir sesle, “Kendinden sonrakilerde, bu şansı kaçırmasınlar diye. Gerçek adaleti sağlasınlar diye, yok edilen canların halkların intikamlarını alsınlar diye.”

“Yani o Büyük Üstad mı ?” dedi şaşkınlıkla Gindeon küçük dilini yutmuştu. “Bilekliği yapan?”

“Evet,istersen seni onun yanına götürebilirim Katip, Onunla, Justisarın gerçek hükümdarıyla tanışmak ister misin ?” dedi Urier, ve uzun yıllardan sonra ilk kez gülümseyerek.

Ve Gindeon da gülümsedi, işte o gün büyük üstadla tanışmıştı....

Devam Edecek,
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

12. BÖLÜM BÜYÜK ÜSTAD



Katip, uzun zamandır yanında taşıdığı gizli kağıdın Mührü açtı, Tepesinde Zackarias, zincirleri üzerine savurmuştu. Kağıt üçe bölünerek gök yüzüne doğru uçarken ilk zincirin karnına saplanıp sırtından çıktığını hissetti, acıyla kasıldı. Önemli bilgiler, sağlam kişilerde kalmalıydı Zackarias kimliğini asla bilemeyecekti, Ölümün zinciri bir kez daha karnına saplanırken, aklında sadece bu vardı kimliği bilinmemeliydi.

Uzun geniş ev gibi oyulmuş dev gibi bir mağaradaydılar, Urier tıraşlı yüzünü okşayarak etrafa baktı, buraya gizli bir rün büyüsüyle gelmişler iç mağarada belirmişlerdi. Urier, sert yüzünde tedirgin bir heyecan ile ona yolu gösterdi gösterirken de bir yandan da konuşuyordu.

“Bu mağarayı uzun zamandır kimseyi almadım.” dedi sertçe, dar bir koridorda ilerlerken. “Buralar Labirent gibidir, bir kez yolu kaybedersen kendini kaybedersin. Sen Bilekliği kabul eden, Silvan’dan sonraki kişisin, o bileklik senden önceki iki kişiye ziyandan ve ölümden başka bir şey getirmedi umarım sana daha iyi şeyler getirir evlat.”

Gindeon bilekliğe baktı, içinde kötü bir his yoktu aksine rahattı biraz da heyecanlıydı, O bir araştırmacıydı, Tanrıların aslında öyle olmadıklarını öğrenmek onun için hem yıkıcı hem de merak edici bir olaydı, Ayrıca Asuka’lı canlı biriyle konuşmak bu heyecanın tuzu biberiydi adeta. “Bu Tanrı olmayan varlıklar Asukayı nasıl yok ettiler? Ve Sen nasıl odluda oradan sağ kurtulabildin?” diye sordu.

Yaşlı Keşişin, kalın kaşları çatıldı. “Merak, sırf buraya bunun için geldin değil mi? İnanmıyorsun, ama inanacaksın.” Dedi ve köşedeki bir odanın kapısını açtı. Odaya girdiklerinde odada büyük masif rafların ve hava geçirmez camların arkasına sıralanmış, dev gibi kıvrılmış kocaman boynuzlu dev kafatasları onları karşıladı. Bu kafataslarının altında daha küçük boynuzlu kafatasları göze çarpıyordu duvarların içinden dışına oyulmuş birçok heykel vardı. Altlarında birçok açıklama vardı. Birçok İsim gözüne çarptı, Gindeon’un onlardan bir tanesinin önünde durdu, iki kılıcını göğsünün üzerinde birleştirmiş olan efsanevi Kılıç Ustası Mardukan’nın suretiydi bu. Silvan’nın hocasıydı bu adam Çift Kılıç kullanan nadir Sendarlılardandı.

“Bu adam – “ diyebildi Gindeon.

“Evet, Mardukan.” Dedi ifadesiz bir yüzle Urier. “ Bir çok İblis öldürdü, büyük bir kahramandı ama yaptığının bilincinde değildi, bir çok Asukalıyı öldürdü, kralıma suikast düzenledi.” Sol eliyle koymuş olan sağ kolunu göstererek. “Bu onun eseridir. Bence bu heykel bu mağaraya yakışmıyor, fakat büyük üstad özellikle iblislere ağır ceza verenleri kutsamamızı söylerdi, o yüzden mezarı buradadır, eşyalarıda öyle.”

“Sendarlıları sevmiyorsun sanırım?” dedi Gindeon, Sendarlı kahramanlık hikayeleriyle büyüdüğünden bu durum ona oldukça yabancı geliyordu.

“ Sevmemem için çok şey yaptılar, fakat bazılarının hakkını vermek lazım,” dedi Urier düşünceyle “Mardukan hesapçı ve gücüne çok fazla güvenen bir adamdı fakat Silvan onun ölümünden sonra daha oturaklı oldu, Silvan ile çok savaştım cesur, mert bir adamdır. Fakat nasıl kullanıldığını göremedi. Hiçbir Sendarlı göremiyor. Bilekliğin gücünü ve gerçek kehaneti taşımaya hep korktular. İste asıl ben buna kızdım hep.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Ne Silvan ne de öğrencisi Robin bilekliğin gücünü taşımayı kabul etmediler,” dedi Urier, “Robin, Silvan’ın cesedinin başında ağladığında onu buraya getirdim ve sana söylediklerimi söyledim, Yapacak şeyide söyledim Fakat o bu yolculuktan çok yara aldığını, ne Elrohir ile ne de onun efendileriyle uğraşmayacağını söyledi. İşte şimdi sen varsın gerekli olan her şey şimdi yapılacaktır.

“Ne yapacağız peki?” dedi Gindeon şaşkınlıkla “Dünyanın Umudu diye söz edilen Robin Harwart’ın yapamadığı şeyi ben nasıl yapacağım ki.”

Her şeyin zamanı var, ama önce üstadın suretiyle tanışmalısın.” dedi Urier büyük odanın içinde bir kapıyıaçarken. “İçeri gir, Üstad sana seslenecektir.”

Gindeon tedirginlikle içeriye girdi, İçeride iki tane lahit vardı. Birinin üzerine, V.R. rünü işlenmişti, diğerinde Evanir yazıyordu, hiçbir ışık olmamasına rağmen bunları okuduğuna bir an şaşırdı, sonra iç çekerek bilekliğe baktığında bileklik parıldamaya başladı. Göz kamaştırıcı bir parlaklıktı bu, Gindeon bir an yere düştüğünü hissetti etraf karardı.

Ardından gözlerini açtığında ona elini uzatan adamı gördü.

Siyah saçları önüne düşen, bu adamın görünen sağ gözünde bir bilgelik vardı, yüzünün çoğunu bir poşu ile kapatmıştı. Yüzünün görünen kısmında metalik bir tenin üzerinde parlayan yeşil bir göz vardı, bir çok mana ile dolu bir çok gizem ile tanışan.

“Tut elimi Gindeon Galabsi.” dedi içten gelen sesiyle, “ Bilekliğin taşıyıcısı, Son Gölge, Hükmün Son Çocuğu.”
Gindeon elini tuttu adamın, içten bir güç kazandı sanki hızla ayağa fırladı, gözlerinde şaşkınlık vardı, “Sen o musun?”

“O mu?” dedi adam duraksayarak, “O değilim, o çok başka bir yerde şimdi, ben sadece üstadım, hep böyle bilindim, gerçeğin saptırılan iradesine inanan, kandırılan halkların bilmediği V.R’nin iradesine inandım, onun adına çalıştım, fakat ondan korkmayanlar, kendilerinden korkmayanlar ona şirk koştular.

Gökyüzünde onun adı vardı, yüzyıllar önce yüz bin yıl önce, yüz milyon yıl önce, onun adı vardı. Hala da var görmesini bilenlere, Yıldızlarda, karanlık dehlizlerde, her yerde o adı görebilirsin, yıkılmış tapınaklarda hep onun adı anılır, onun adı, V.R’nin iradesi, ben o değilim, ben tanrı değilim, ben sadece ona inanan onun üstadıyım. Ben Büyük Üstadım.”
Gindeon bu tirat karşısında istemsizce de olsa da diz çöktü. Karşısındaki varlık o kadar eski o kadar farklıydı ki gözünde Urier’in sözlerindeki derin saygının nedenini bu defa anlıyordu. Başını öne eğmişti.

“Ayağa kalk Gindeon Galabsi, ben diz çökeceğin bir varlık değilim. Hiçbir zamanda olmadım, beni diğerlerinden farklı kılanda bu. O yüzden, işte o yüzden kimsenin önünde diz çökme gerçek tanrılar diz çökmeler, kurbanlar istemez, dualar istemez. Gerçek tanrı sadece minnet, duymanı ister onu saygıyla anmanı ister. Kalk şimdi, kalk ki diz çökmüş diğerlerini kurtarabilesin.”

Gindeon ayağa kalktı, Büyük Üstada olan saygısı her an daha da artıyordu, saygıyla ona baktığında adamın gözünde hüzün gördü,

“Bu yol, gerçeği anlatma yolu çok ıstıraplıdır, bu uğurda yaşayan çok kişi çok acı çekti, çekmeye devam ediyor, Urier örneğin onun yolu çok ıstıraplıydı, bütün sevdiklerini öldürdüler gözünün önünde ülkesi yok oldu. Ya Greece, benimle dalga geçmek için Kedfith ona öyle bir ceza verdi ki, her gün ölüyor orada şimdi, Ya Evanir, hepsini anlatmaya ne zaman ne sözler yeter, O yüzden acı çekeceğini bil, çünkü otoriteye, sisteme baş kaldıranlar, daima acı çekerler.”
Bunu dedikten sonra, yüzündeki peçeyi açtı, yüzünün geri kalanı nerdeyse parçalanmış bir et gibiydi, çenesinin yarısı yoktu. Diğer gözü erimişti, Gindeon korkuyla geriye çekildi, O anda aklına Urierin sözleri geldi, Bu tanrılar kendileri dışındaki tüm halkını hiç acımadan öldürmüşlerdi, onları karşılarına çıkan tek adamada bundan daha beterini yapacaklardı elbet.

“Yaptılar,” dedi Büyük Üstad, sözlerinde nefret yoktu ama derin bir hüzün vardı, “Onlar dostlarımdı ama bir an bile düşünmeden güç için bütün halkımızı öldürdüler, beni asit çukuruna attılar. Zacharias zincirleriyle yerin yedi kat dibine bağladı beni, Akirma üzerime alevleri boşalttı, Myrcid beni mühürledi, Aikroth çenemin yarısını gürzüyle parçaladı. Ölmedim, güçsüzdüm, o kıdemli taşı kullanmayı reddettim, ama sonunda şans yüzümüze biraz güldü. Hüküm ateşi seni bana getirdi zamanımız az hüküm saati yaklaşıyor öğreneceğin çok şey var onları yenip yok etmen için gereken güce sahip olmalısın.”

Gindeon şaşkınlıkla yutkundu.

“Onlar benimle dalga geçmek için beni öldürmediler bana nice ölümler izlettiler.” Dedi sert bir şekilde "Ama ben onlar kadar acımasız değilim, onlar hangi deliktelerse ortaya çıkarıp hepsini teker teker bu düzlemden sileceğim…”


Devam edecek….
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

13. Bölüm: Birine Ölüm Birine Yaşam


“Haber yollayabileceğini mi zannediyorsun?” dedi Zacharias, kara gözlerini kıstı elini kaldırdı, fakat hiçbir şey olmadı. Kağıtlar kuşlara dönüşerek uçmaya devam ettiler. Ölümün hükümdarının kaşları çatıldı kolunu kaldırıp, Katibi, kendine doğru çekti. Gindeon gülümsüyordu, Zacharias katibi gırtlağından tuttuğu gibi yukarıya doğru kaldırdı. Katibin her tarafı deşilmiş kan revan içindeydi, onu tutan Hükümsüzün, soğuk hissis parmaklarıyla onun boynunu kavrarken, her an öfkesi daha da artıyor, solgun yüzü gittikçe kararıyordu, ama yüzünde bir gülümseme belirdi.

“Nasıl olsa kime gittiklerini öğrenip onları da öldüreceğim.” dedi Zacharias, “Basit bir ölümlü büyük bir kısmı mühürlü bile olsa benim gücüme karşı koyabilir mi? Hiç Sanmıyorum. Şimdi öl, seni zavallı insan…”

“Mührü tamamlayabildim.” dedi Gindeon fısıltıyla, “Benİm Cesedimi asla bulamayacaksın Vasgondaglı Zacharias.”

Gindeon bu Büyük Üstaddan duyduğu sözü rakibini afallatmak için söylemişti, ancak bu şekilde ona bilgi vermemeyi başarabilirdi. Beklediği olmuş Zacharias eski çok çok eski adını duyunca şaşkınlıktan bir an için duruşunu gevşetmişti, Gindeon Mührü serbest bıraktı, hayatında ikinci sefer ateşin içinden geçiyordu ilkinde vücudunun yarısını kurtarabilmişti, şimdi ise o yarısını da yok ediyordu. Bu kadar erken ölmeyi düşünmemişti, fakat geride bırakacağı dostları onun görevinin devam etmesini sağlayacaktı, büyü bütün vücudunu sardı bir anda ateş alarak patladı.
Zacharias, mühür salınımını görmüştü hızla zincirlerini kendine sararak, bir kalkan oluşturdu ve darbeden kurtuldu. Dumanlar kalktığında nerdeyse hiçbir iz yoktu, zincirindeki kanlar dışında, Zacharias öfkeye tıslayıp yere inerken kendi kendine söylendi.

“ Üstad Valerion ” diye tısladı, Zacharias “ Demek Akirama’yı ele geçirdin, hem de basit bir uşakla. Sen Kedfith ve İlkdoğanlarından daha ciddi bir rakipsin, onlar Soraya’yı bile İlkdoğanıyla zar zor yendiler, Sen ise Akirama’yı ele geçirdin, hem de basit bir uşakla. İlk hamleyi senin yapacağını düşünmem gerekirdi. bundan sonra ona göre davranacağım…”



********



Avcı, Kheldar sakince demir döverken, Mağaranın iç tarafında kağıttan bir kuş belirdi, süzülerek girdi, Kheldarın masasına kondu bir kalın kitaba dönüştü. Kheldar’ın gri gözleri şokla açıldı, yumruklarını sıktı, “Kim??” diye kükredi,

“Zacharias.” dedi derinden gelen bir ses, “Uyandığımda aklıma gelen ilk düşünceydi, yaşam gücünü bana aktardı, ölmeden önce.”

Kheldar şaşkınlıkla gölgenin içinde beliren, sarı saçlı adamı gördü, yavaş yürüyordu, uzun zamandır hareketsiz kalmış gibiydi, Yüzünün bir yarısını saçlar kaplamışken diğer yarısında mavi gözü görünüyordu. Eski kadim diyarlarda kalmış elf ırkının bir temsilcisiydi karşısındaki, sadece kendisini eski kitaptaki efsanelerden görmüştü, Kara el mağarasını onun yaptığı söylenirdi.

“Evanir?” dedi şaşkınlıkla, mühürlü hapishanesinden kafasını uzatan, Rubingard, “Bir elf standartlarına göre yaşaman imkansız, altı bin yıl önceki ilk Wartline konseyinden beri tanışıyoruz en az iki kere ölmen gerekirdi.”

“Biz elfler tam olarak ölmeyiz, sadece yaşam gücümüz gider. Bunu bilirsin sanırdım Rubingard.” dedi Evanir, soğuk bir sesle, “ Gindeon öldürüldü, Zacharias tarafından bana ölmeden önce söylenen tek söz bu. Üçünü esir almışız, dahası da gelecek. Ayrıca Kardeşleri babalarını çağırmak için kullanmak gerekecek, kan anlaşmasının mühürleri hazır mı?”

“Gindeon hazırlamıştı.” dedi Kheldar ciddi bir yüzle başı önüne eğikti, sol gözünden bir damla yaş süzülüyordu.

“Kan anlaşması mı?” dedi Simarios Snaga gülerek, “ Yüzyıllar önce bir kere bizi bu yolla yendin diye aynı numaranın bir daha işleyeceğini mi zannediyorsun, sen ölüler dünyasında uyuyalı bin beş yüz yıl geçti Evanir. Bazı şeyler çok değişti, güçler dengeler büyünün kavrayış noktası... Bir çok şey, senin kafanın alamayacağı”

“Bazı şeyler asla değişmez.” dedi Evanir kati bir suratla, “Senin boş konuşman, benim büyülerimin gücü. Kheldar adın buydu değil mi ? Arkadaşın cesurca şeyler yaptı, onun için üzül ama metanetini kaybetme, bu davamız uğruna ilk ölen değil son da olmayacak, şimdi onun başladığı işi bitirmenin zamanı geldi.”

Kheldar, önlüğünü çıkarıp attığında, Evanir ortadan kaybolmuştu bile…

*****

“Işınlanamıyorum.” dedi Falcon kireç gibi bir yüzle etrafa bakarak, Torano yaşlı bir adam kılığında aynı şeyleri düşündü, bir blok bariyer tekniği kullanmış olmalıydılar İçeriye giren Aragorthlara bakan Torano, yanımda Elrohir olmasaydı iyi kapana kısılacaktı. Öte yandan Falcon’u onun bu işte rolünü merak ediyordu fakat Elrohir’ in hızlıca el mühürleri yapmaya başladığını görünce, küfretti, kendisi el mührü yapamadığı herkes tarafından bilinirdi,

“ Açığa çıkmak zorundayım.” dedi Elrohir, ciddi bir yüzle, “Güçlü bir bağlama büyüsünü el Mührü dışında hiçbir şey çözemez.”

“ El mührüyle mi yapılmış?” dedi Falcon ciddi bir yüzle kara kılıcını çekerken,

“Kapa çeneni.” diye hırladı Elrohir, “ Çift katmanlı büyü, uzun zaman üzerinde uğraşılmış, büyük ihtimalle hala tutuyorlar.”

“Beni yenmek için mükemmel bir yol.” dedi Torano ciddi bir yüzle kendi görüntüsüne döndü. “ Zekice, hadi bizi anladım, ya seni niye burada tuttular Brave Falcon.”

Torano’nun Elrohir’e Yaşlı adamın ise Torano’ya dönüştüğünü gören Falcon, şapkasını yüzüne çekti, “Bir şeylerin ters olduğunu hissetmiştim, bu hem sizden dolayıydı hem de onlardan. Bu ona uymasa da Scart’ın işi, beni öldürmeyi her zaman istiyordu.”

O sırada önlerine atlayan Aragorth’lar sözlerini kesti. Falcon eğilerek bu demirden daha sert maddeden yapılan tenlere sahip kurdumsu yaratığı bir kılıç darbesiyle iki ye böldü. Elrohir kendi önündekinin kafasını gümüş topuzlu asasıyla parçaladı.

Torano, geriye doğru çekildi, “Aragorthlar benim için yanlış seçim,” dedi parmaklarını birbirine kenetlerken, gerindi hızlı bir büyü sözüyle, ellerini açtığında geniş açılı bir şimşek dalgası odadaki bütün Aragorth’ları kızarttı. Ama yeni yaratıklar gelmeye devam ediyordu, üstelik bunlar Aragorthlardan çok daha güçlü türlerdi.

“Seni öldürmem gerekir,” dedi Elrohir, Falcon’a bağırarak “ Evimde ağırladığım her zaman birlikte çalıştığım adam benim yüzüme nasıl tükürür.”

“Bazı gerçekleri öğrendim.” dedi Falcon, “Hükümsüzler gibi, Kara Elin gizemi gibi, yüz bin yıllar boyunca hep baş aktör olarak sahneyi yönettin, eski ilk doğanların çoğu öldü, tanrıların hükmü azaldı. Artık Justisar halkının onları hükümsüzlerden koruyacak gerçek tanrılara, gerçek ilkdoğanlara ihtiyacı var.”

Elrohir sinirden mosmos kesilirken Torano şaşkınlıkla “ Ne diyor bu?” diyebildi sadece.

“ Uyan artık, Torano.” dedi Falcon, “Kaç yıldır Büyü Kulelerini Yönetiyorsun, büyünün var olduğu bir dünyada gerçekten kimin tanrı kimin ilkdoğan olduğunu nerden biliyorsun?”
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm:14 Greece'in Dönüşü


Wallace Greece, Ölülerin Bekçisi, başını önüne eğmişti, yüzünde bir gülümseme vardı, “En güçlü keşiş, demek?” diye mırıldanıyordu, Uzun kahverengi pelerini rüzgarda dalgalanıyor, içine giydiği deri zırh göze çarpıyordu. Deri zırhın üzerinde altı deri kayışla çapraz bir şekilde bağlanmıştı, Bu deri kayışların sonunda üç tane sol tarafta üç tane de sağ tarafta olmak üzere altı tane kemik saplı hançer göze çarpıyordu. Sabah güneşi tepeye yükselirken, Ölülerin Bekçisinin gri gözü gölgeler içindeki başlığının arasından parlıyor karşısındaki rakibini inceliyordu.

Bol kıyafetler giyen Sensei Hansel Maid, Uzun tepeden bağladığı beyaz saçları omzuna iki dalga halinde dökülüyordu. Favorilerinin alt kısmından uzattığı sakalları dışığında yüzünde bir sakal izi yoktu. Kalın beyaz kaşları ciddiyetle çatılmıştı, bacalarını geniş bir açıyla açtı, kollarını kaldırdı, parmak uclarıyla Ölülerin Bekçisine gel işareti yaptı.

Greece, duraksamadan çift bacağından destek alıp iki buçuk metre yükseğe sıçradı, artık etrafta bu dövüşü izlemeyen kimse kalmamıştı, herkes bu sıçramayla derin nefes alıp şaşkınlıkla baktılar kimilerinin ağzından çığlıklar duyuldu. Greece, rakibinin balık stiline geçtiğini görmüştü, uzun yüksek sıçrama balık adamların zayıf noktasıydı. Geri kalan o dört senede Akirama’nın acı yenilgisini üzerinden atmak için Greece çok çalışmıştı, Ölülerin Bekçiliğini bıraktığından beri geçen on beş yılda uzanıp içki içmekten başka bir şey yapmadığı için oldukça zayıflayan bünyesi yüzünden az daha Walger’ı koruyamıyor, başkalarının gözünde küçük görünüyordu. Bir zamanlar Robin Harwart’a Chot Chuitchik’e kafa tutan gücüne kavuşmak için, hala çok sıkı çalışıyor, özel tekniklerini geliştirmeye uğraşıyordu. Ancak o zaman Hükümsüzlere karşı bir şansı olabilirdi.

Havada kendi etrafında dönüp hız kazanan Greece, bacaklarını geniş açıyla hızla döndürerek, rakibine savurdu, Sensei pervane gibi dönen bacakları savuşturabilmek için hızlı bir şekilde dönen iki bacağın arasından girerek Greece’in arkasına geçti, Bu zor hareketi nasıl yaptığını önemsemeyen Greece hızla arkasını dönerek tekmesini savurdu ve senseinin tekmesiyle havada çarpıştı. Sensei Hansel Maid, fırsattan yararlanıp Greece’in ayağına basarak, sol bacağını Greece’in kafasına savurdu. Greece sol yumruğunu demir gibi kaldırarak darbeyi rahatça bloklayan Greece hızla yumruklarını savurmaya başladı.

Sensei yılan gibi öne arkaya savrularak rahat hamlelerle Greece’in bu darbelerini savuşturuyor olsa da, temkinliydi. Nitekim Greece’in yumruk darbeleri git gide daha seri hale gelmeye başladı, Greece’in still değiştirdiği açıkça gören, Sensei Hansel Maid aniden çömelerek, Ölülerin Bekçisine alttan bir yumruk savurdu. Yumruk bir çok darbeden kaçan Sensei’nin sıradan yumruklarına göre oldukça yavaştı.

Greece darbeyi gördü, kalkan kolun sol tarafını tutarak Sensei’yi kendine çekti, Kendine çekerken yumruğunu Sensei’nin suratına savurdu. Sensei boşta kalan eliyle başını tutarak son anda omzuna doğru yatırdı. Yumruk, Sensei’yi sıyırarak arkasındaki tezgahın brandasını tutan kalaslardan birini parçaladı, Branda üzerlerine yıkılırken Greece ile Sensei son anda geriye doğru sıçradılar.

Tezgah gürültü patırtıyla yıkılırken, Sensei Hansel Maid, yanağındaki ince kesiğe dokundu, kalın kaşları daha da çatıldı ama yüzünde bir gülümseme vardı. “Kaplan pençesi demek?” dedi oldukça yumuşak bir sesle “Bir dan daha sahibi olduğunuz ortaya çıktı. Efsanelere inanan bir adam için oldukça iyi fakat kaplan stili bu değil.” Dedi hızla Greece’e doğru sıçradı.

Öne doğru kapanan parmakları gören Greece, tüm parmaklarındaki enerjiyi alarak sımsıkı bir yumruk yaptı, ve rakibinin gelmesini bekledi. Yumruğunun gücü yüzünden eli iyice titremeye başlamıştı, rakibi elini geniş açıyla savurduğunda. Açısını kesmek için yumruğunu, kaplan pençesine geçirdi. Bu teknikle rakibini hareketsiz kılmaya onun üzerine gelirken enerji biriktirdiği diğer yumruğuyla rakibinin işini bitirmeyi planlıyordu. Fakat kaplan pençesinin gücünü hesaba katmamıştı.

Sensei’nin kaplan pençesi Greece’in sağ omzuna kadar kolunda derin bir kesik açtı. Greece acıyla haykırırak diğer yumruğunu rakibinin karnına geçirdi, yumruğu Sensei’nin karnının içine girerken, Hansel Maid ilerleyen kolu sertçe tuttu.

“Sen de kimsin ki en güçlü kaplan tekniğimi bile durdurabiliyorsun? Aynı teknikle benim karnımda bir delik açabiliyorsun?”

Greece yaralı kolunu kaldırıp hızla yumruğunu sıkıp enerji toplarken gülümsedi, “Bu teknik Büyük Üstad’ın tekniğidir daha hiçbir şey görmedin.” Diyerek yumruğunu kas katı sıktı enerji dagası şimdi dışarıdan bile görülebilecek bir seviyedeydi. Gülümsemesini kesmeyerek yumruğunu sensei’nin suratına savurdu.
Hensel Maid yumruğun gelişini fark edip bedeninin inanılmaz bir açıyla sağa kıvırıp havada takla ataıp hem karnındaki yumruktan kurtulan sensei, hem de Greece’in son yumruğundan kıl payı kurtuldu. Yere düşerken Greece’e uzaklaşması için bir tekme savurdu, Greece bu darbeyi basitçe savuşturarak, geriye doğru bir kaç adım daha attı.

Sensei Hansel Maid ayağa kalkıp doğrulurken, kaskatı bir haldeydi. Karnından akan kana rağmen hiçbir şey hissetmeyen katı bir yüz ifadesiyle Ölülerin Bekçisine baktı, “ O yumruk güçlüydü, kafatasımı parçalayabilirdi.
Greece, bir kısmı kesilmiş olan pelerinine ve kan içindeki sağ koluna bakarak, “Senin kaplan Stilinde şimdiye kadar gördüklerime benzemeyen bir güçteydi. Yoksa bu yarayı almazdım.”

Sensei Hansel Maid, ciddiyetle kafasını sallayarak bol yeninin üzerinden ufak bir demir sopa çıkardı, onu havada sallayınca sopa uzayarak Sensei’nin boyuna ulaştı. Bu silahı gören izleyicilerden bir kısmı derin bir oh çektiler. Çünkü Sensei bu silahla değil yenildiği hasar alındığı görünmemiş bir şeydi.

Greece’ sırıttı, ve Walger’a doğru baktı. Çocuk, keskin mavi gözleriyle savaşı izliyordu, yüzü yaralanmış olmasına karşın kıpırtısızdı. Ona izle manasına gelen bir kafa işareti yaptı. Çocuk belli belirsiz başını salladı. Greece sol eline kemik saplı hançerini aldı. Bir hançeri de gözle görülmeyecek bir hızla fırlattı.

Sensei Hançeri sopasıyla savuşturduğunda, Greece yanında bitmişti bile hızla yerden kayarak, yaşlı adamın ayaklarını yerden kesmeyi hedefleyen Greece’n planı kafasına doğru inen sopa yüzünden yarım kaldı Sopadan kaçmak için kenara doğru savrulurken hançeriyle Sensei’nin bacağına ufak bir çizik attı.

Sensei Hansel Maid aptal değildi durumu anlamış hızlı bir biçimde Greece’i yakın menzilinden uzaklaştırmaya uğraşıyordu. Bu yüzden hızla sopalardan kaçmaya çalışan Greece en sonunda kendini dışarıyaattı. Fakat sopayı sürekli etrafında döndüren Sensei Hansel Maid sopayı saplama hareketleriyle hızla ileri geriye hareket ettirerek Greece’i geri çekilmeye zorluyordu, Sopa hızla hareket ederken Greece kendini hızla savunuyor, metalin metela çarpma sesi her yerde yankılanırken izleyiciler soluksuzca izliyordu.

Sensei Hansel Maid, bu sırada sopasını kendi etrafında döndürerek hızla devinip almasını sağladı, bir yandan saldırılarına devam ederken bir yandan da sopaı hızla kendi etrafında döndüre Sensei Greece2e tüm gücüyle saldırıyordu. Greece sopanın hızının ve gücünün gittikçe arttığın fark edip sopanın dönünü değiştirmek için savunurken baskı uyguladı ama bir işe yaramadı sopa giderek dönüyor aldığı kavis yüzünden savunulması gittikçe zorlaşıyordu.

Sensei Aşğıdan yukarı doğru bir saplama hareketi yaptığında Greece’i sol omzunun hemen altından yakalayıp Ölülerin Belçisini bir Pazar tezgahına savurdu. Tezgahı parçalayarak içerideki kasaların arasına düşen Greece, Toz toprak içindeki Özel kum satan tezgahın içine düşen Greece üzerinden kumlar akarken yavaş yavaş ayağa kalktı.

Bunu gören herkes, şaşkınlıkla dili tutulmuştu. Sensei ise Sopasına dayanmış, ciddi bir yüzle Greece’e bakmaktaydı. Ölülerin Bekçisi gülümseyerek tezgahtan yavaş yavaş çıktığında omzunun alt kısmının haffçe ezilmiş olduğunu gördüler, darbenin bu kadarını alması son derece şaşırtıcıydı. Üzerindeki kumlar yavaş yavaş yere dökülürken gülümsüyordu.

“Tıpkı eski günlerdeki gibi.” dedi Greece yavaşça “Bedenim sonunda tıpkı eski günlerdeki gibi.” Sensei Hansel Maid şaşkınlıkla ona bakarken Greece devam etti, “ Ve sen benim karşıma çok yanlış zamanda çıktın En güçlü keşiş.”
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

15.Bölüm Ova Taktiği



Wallark Greece, Asukanın Veziri, Kralın Baş muhafızı, sarayın arka avlusunda, akademiden sağ kalan eski dostuyla antrenman yapıyordu. Dövüş yarım saattir sürüyordu ve bir çok akedemi öğrencisi bu dövüşü izliyordu, Greece’in karşısındaki adamın, sol elinde hançer görünüyordu, belden üstü çıplaktı, saçlarının ön kısmı tıraş edilmiş, arkaya doğru uzatılmıştı. Yüzünde bir çok yara vardı, ve sağ kolunun olduğu yerde yumru yumru bir kesik göze çarpıyordu.

Urier, hızlı bir sıçrayıştan sonra havadan dönen bir tekme savurdu, Greece’e, Greece bunu sol eliyle blokladı, sağ elindeki hançeriyle Uriere doğru bir hamle yaptı. Aynı anda Urier destek aldığı ayağıyla sıçrayarak Greece’in eline doğru bir tekme savurdu. Tekmenin etkisiyle Hançer elinden kurtularak kenara doğru savrulduğunda, Urier hançerinin yönünü değiştirip kabzasıyla sertçe Greece’in kafasına vurdu. Greece darbenin etkisiyle dengesini kaybederek yere oturdu, kızgın bir ifadeyle alnını ovalarken

“ Kurt sitilinde yüksek tekmeler yoktur.” diye söylendi.

Urier gülerek olmayan kolunu hançeriyle işaret etti. Ardından hançeri kınına sokarak elini Greece’e doğru uzattı. “Başka çarem mi var sanıyordun, sende biraz tekme kullanmayı öğren Wallark. Eskiden tekme kullanmadan dövüşmezdin şimdi ne oldu?”

Greece güçlü sağlam bileği tuttuğu anda Urier onu yukarı çekip kaldırdı. Greece gülümseyerek omzuna doğru vurdu, “ O kızlar için Kaplancılarla yaptığımız kavgalarda kaldı Urier, o zamanlar etkileyici oluyordu.”

“Hala da etkileyici olabilir.” dedi bir ses arkalarından, İki keşiş dönüp arkalarına baktıkların da akademideki Ustaları Gingord’u gördüler. Yanında, kraliyet birliği avcı timi lideri olan sarı saçlı Elf geliyordu. Urier gülümsedi, ustası
Gingord’u hep çok severdi, hatta saçını bile ustasının ki gibi önden traşlayıp arkadan bırakma adeti edinmişti. Greece ise düşünceliydi, elfin burada ne aradığını merak ediyordu doğrusu?

“Bir şey mi oldu Evanir,” dedi sert bir sesle, “ Sınırdan haber mi geldi, Kral bir şey mi istiyor?”

Sarı saçlarının büyük bir kısmıyla yüzünün yarısından fazlasını örten Evanir’in görünen gözü ona doğru döndü, “Bir sorun yok, Greece, Wilsdor’a eşlik ediyordum.”

Akademideki hocası olan, Wilsdor Gingord müşfik bir gülümsemeyle Greece’ doğru döndü, “ Sana yüksekten tekme yok diye az azarlamadım Wallark, fakat size şimdi bu tehlikeli zamanlarda tam tersini öğütleyeceğim. Urier’in zorunluluktan yaptığı şey aslında Kurt stilinin içinde olan bir şey, Kurt stilinin 5. Ova taktiği yüksek tekmedeki büyük ustalığı gerektirir. Urier bunu nerdeyse başardı, birkaç eksikle tabi.”

“Kurt stilinde 4. Den fazla Ova taktiği yok ki?” diye şaşkınlıkla itiraz etti Urier,

“Büyük Üstad size dördüncüsünü kendi elleriyle öğrettiğini ne zaman unuttunuz. O zamanda üç tane Ova taktiği var zannediyordunuz. Hiçbir şey başlangıçta gördüğünüz gibi değildir bunu unutmayın.”

“Hem de hiçbir şey.” diye ekledi Evanir, katı bir ses tonuyla

..............

“O darbe senin bütün kolunu etkisiz kılacak bir darbeydi.” dedi Sensei Hansel Maid, sopasını döndürüp sırtına doğru tuttu ardından eğildi, “Ayağa kalkmana izin vermeyeceğim.”

Ölülerin Bekçisi, Walgerın Ustası, Wallace Greece gülümsedi, hançeri kınına soktu. Ellerini dizlerine koyarak öne doğru eğildi bir an öylece durdu, ardından hızlı bir hareketle ileriye doğru atıldı. O kadar hızlıydı ki, nereden geldiği görünmüyordu.

“Ova taktiği.” diye mırıldandı Sensei, gözlerini kapattı ardından arkasını dönerek sopasını aşağıdan yukarıya doğru savurdu. Sopa ile Greece’in tekmesi çarpıştı. Demir sopanın darbeyi alan kısmı içine göçtü, sopa yamularak kıvrıldığında kendi devinimiyle dönerek diğer bacağını da Sensei’ye savurdu, Sensei Hansel Maid hızlıydı, iki koluyla da destek alarak bu darbeyi de durdurdu. Darbe o kadar şiddetliydi ki, Senseinin bacakları sert toprağa doğru 5 santim içeriye göçtü. O anda ustasının sözleri Greece’in kulaklarında çınladı.

“Karşınıza güçlü bir rakip geldiğinde ikinci darbeyi bile durduracak gücü bulacaktır, fakat Bu taktiğin gücü hiç beklenilmeyen üçüncü darbeden gelir.”

Greece kesilmiş hızını arttırmak için, senseinin kollarından destek alarak kafasının üzerinden sıçradı boşta kalan diğer ayağıyla, Senseinin ensesine sertçe geçirdi. Bu darbesi ilk ikisine göre daha güçsüzdü ama hasar verdiği yer ölümcüldü.

Sensei bu darbeyi durduracak zaman bulamadı, tekme onu ensesinden yakalayarak yere yapıştırdı, Senseinin fırlayan sopası büyük bir tangırtıyla, Walger’ın ayaklarının dibine doğru yuvarladı. Hansel Maid ise ağzı yüzü dağılmasına rağmen, hala dizlerinin üzerinde doğrulmaya çalışıyordu. Greece, yaşlı adamı takdir etti, çoğu kişi bu darbenin etkisiyle değil hareket etmek ölümün kıyısında yüzerlerdi.

“Nasılolabilir bu? Sen...sen sende kimsin?” diye tükürdü kanlar içinde Sensei Hansel Maid, “Basit bir okul hocası nasıl bu teknikleri bilebilir.”

“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” dedi Greece soğukkanlılıkla ama söylerken adama bakmıyordu, gözleri uzaktaydı, unutulmuş bir geçmişin silinmemiş anılarındaydı düşünceleri hala.

Bu sırada Walger, şaşkınlıkla eğilip Sensei'nin dökme demirden yaplmış olan sopasını aldı, ve tekme atılan yerin nasıl yamulduğunu şaşkın bir ifadeyle izledi. Ovidia’da onun yanına gelip sopaya doğru anlamsızca bakarken Walger sırtında ufak bir acı hissettiği anda arkasındaki adamın varlığını fark etti, ince bir hançerin ucu kürek kemiklerinin arasındaydı Adam öyle sessiz gelmişti ki Ovidia hala sopaya bakıyordu.

“Hakikatten hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş,” dedi ciddi bir ses fısıltıyla kulağına. “ Senin sırtını çizdiğim hançer zehirliydi, panzehiri bende eğer ustan, senin ölümünü izlemek istemiyorsa, Bu gece kanlı sırta gelsin yalnız, tek başına, biriyle gelirse panzehir yok, asla bulmaz bunu ona söyle.”

“Kimsin sen?” dedi Walger kireç gibi bir yüzle

“Ustan beni iyi tanır, Oscorp Harlin seni gece bekliyor de o anlayacaktır.”

“Ne demek istiyorsun?” dedi Walger korkuyla, ama cevap gelmedi arkasını döndüğünde çoktan gitmiş olduğunu kalabalığın dağılmaya başladığını fark etti. Ovidia ne oldu der gibi yüzüne baktı o da bir şey anlamamıştı, fakat Walger sırtındaki acı sıcaklıktan bunların hayal olmadığının farkındaydı, O Kralın suikastçisi tarafından zehirlenmişti…..
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

- 16. Özel Bölüm Varislerin Uyanışı İlk Kısım –



Nickoy Waldemer, Şatonun ana salonundan odasına doğru ilerlerken, Falcon’un geç kaldığını düşündü Ona soracak şeyleri vardı. Az önce ona gelen bir not kafasındaki tüm algıları değiştirmişti. Odasına doğru girerken etrafına doğru baktı. Buz mavisi bir elbise giymiş, uzun sarı saçlarını açıkta bırakmış Gloria’yı fark ettiğinde yüzüne nazik bir gülümseme yerleştirdi.

“Bir sorun mu var, Gloria?”

Güzel kadın, beyaz boynunu görünecek şekilde başını kaldırdı. “Yok, hayır sadece birini bekliyordum.”

“Pekala.” dedi Nickoy, gülümseyerek odasının kapısını açtı hızla içeriye girdi. Kalın meşe ağacından yapılma kapısını üç kez kilitledikten sonra, çalışma masasına oturup kilitli çekmeceleri sırayla açtı. Çekmecelerin içinden, çeşit çeşit notlar birkaç kalın ciltli defterler ve yazılmış parşömenler çıkarttı.

“Bunlar tamam.” dedi Nickoy sessizce ve son olarak pelerininin iç cebindeki kalın bir kitabı masanın üzerine koydu. Bütün elindeki geçmiş notları önündeydi. Şimdi ona kitapla birlikte gelmiş olan kısa nota da bir göz attı.

“ Nickoy Waldemer’a

Uzun zamandır sizi takip ediyordum. Katipliğiniz ve araştırmacılığınız adaletliymiş, notlarınız düzgün ve tarafsız. Sakladığınız kitabı, çaldığım için üzgünüm ama artık geri verebilecek durumda olmayacağım. Bu yüzden sizden şimdiden özür dilemek istedim. Size özür mahiyetinde gönderdiğim kitap, Elrohir’in zırvalıklarından daha çok şey anlatıyor. Örtülmüş olan Gerçeği anlatıyor bu kitap örneğin gösterdiğim bölümdeki hikayeyi pek çok noktada pek çok kişiden farklı şekilde dinlemiş olabilirsiniz ancak eksik olan parça bu kitabın içinde yatıyor. Gerçeği arayanlardan olduğunuza inancım tam bu yüzden en büyük miraslarımdan birini size gönderiyorum. Umarım bu gerçeği benden daha iyi bir şekilde kullanabilirsiniz.

Katip”


Nickoy merakla kaşlarını çattı. Katibin kim olduğunu bilmiyordu fakat eski ciltli kitabın üzerinde, V.R işareti vardı. Bu harfleri görünce aklına ilk gelen şey Valcardo Rafuj oldu. Silvan’a zamanında çok dertler açan eski bir örgütün adı ve simgesiydi V.R. 3. Çağ zamanında aktif olan bir örgütün simgesinin bu eski ciltli kitapta ne aradığını merak ediyordu doğrusu.

Bunu aklının bir köşesine not ettikten sonra jilet gibi bir ayraç ile ayrılmış olan kısmı açtı nazikçe. Eski ortak lisandan kelimelerle yazılmış bir anı başlangıç metni olduğunu yazış stilinden hemen anladı. Biraz okuduktan sonra, konunun Asukada yapılan büyük son savaş olduğunu fark etti. Hemen, masasının üzerindeki kitap ve anı tomarlarını çıkardı, Keven’in bu konu hakkındaki anılarını, Falcon ile konuşurken aklında kalan kısımları not ettiği parşömenlere baktı. 17. Kuşak C.H.O yıllıklarına Scart’ın bu konu ile ilgili hangi notlar yazdığını inceledi.

Elini çenesine götürerek, bu karmakarışık anılar dizgisini birebir sıraya dizerek incelemeye çalıştı. Farklar fazlaydı, ama öyküdeki ince detaylar bu farklılıkların altında yatanları ele verir gibiydi.

“Bu böyle olmayacak.” diye mırıldandı öykünün bütün versiyonlarını sıraya dizip ilk baştan sıra sıra incelemeye başladı. Bir yandan incelerken alt çekmecesinden temiz bir rulo parşömen kağıdı çıkardı, Tüm olayları ana hatlarıyla temize çekmeye başladı.



*********


16. yıl önce her şeyi başlatan geleceğe yön veren o savaş, gerçek içeriğiyle ilk kez burada yazıldı. Okuyun, Okuyun ki gelecek karanlıklaşmadan olacaklar hakkında bilginiz olsun.

Nickoy Waldemer.

Justisar Günlükleri XVI Kısım…

- Hüküm Savaşı -


19. Jursang 825 / 4.Çağ

Asuka, Mar- Toroch Harabeleri



Yıkık Binaların etraflarını çevirdiği bir medyadaydılar. Bir zamanlar büyük gösterilere ev sahipliği yapan meydan şimdilerde sadece on kişiyi üzerinde taşıyordu. Bir kısmı çökmüş bir kısmı ayakta olan, bir heykel, meydanın tam ortasında eski haşmetinden yoksun, büyük bir kısmı paslanmış öylece dikilmişti. Asuka’nın son kralının heykeliydi bu dikkatli bakılırsa Heykelin altında Nodier El Mirharch yazısının hala silinmediği görülebilirdi. Ama burada bulunanlar ne tacı çoktan elinden alınmış bir kralı ne de onun yıkık viranesini umursamıyorlardı.

Onların umursadıkları şey, ölülerdi. Savaşlara son verecek, savaş dengesini bozacak güçlü bir silahtı, iki grupta o silahı almak için çok uzun yollardan buralara gelmişlerdi. Ölüleri kontrol etmenin anahtarı bileklikti, fakat karşılarında güçlü altın kılıca sahip bir düşman varken bu ritüeli tamamlamak oldukça zordu. Kendisi için bile zor…
Bunları düşünen Robin Harwart, bir an için gökyüzüne baktı. Gri puslu silik bir gökyüzü vardı tepesinde, etrafını kuşatan grilik gökyüzüne de yansımıştı. Soğukluk, Ölülük, yaşanmışlık, gaddarlık hepsini bu yıkılmış viran olmuş şehirde görmüştü. Şimdi ise, Ölülerin Bekçisi ona öyle bir oyun oynamıştı ki kader hepsini buraya sürüklemiş, en büyük düşmanıyla karşı karşıya getirmişti.

Çelik mavisi gözleriyle karşısındaki en büyük düşmanına göz attı, yaşayan en büyük düşmanına.. Güç hastalığı yüzünden bitip tükenmiş bir adam, büyü gücü arttırıcı deneyleri yüzünden saçları erken yaşında beyazlamış, gözaltları yorgunluktan mosmor kesilmiş, öfkesi ve kendi kontrolünü yitirmiş bir adam.

Böyle olmasının bütün suçu babasındaydı aslında, her şey onun takıntısı yüzünden başlamıştı. Babası Anarion, Chuitchik’in babası Choros, tarafından gözlerinin önünde Voldrim’de öldürüldüğünde, kendisi Choros’u namı değer Kara Büyücüyü öldürmemiş olsaydı. Ve o çocuk yaşındaki Chuitchik bunu görmemiş olsaydı belki her şey daha farklı olacak, bu kadar insan ölmeyecekti.

Gençliğinde bütün ölümlerin sorumlusu İblisler sanırdı. O katı zalim ve güçlü ırkın yıkımı yüzünden kötülüğün ortaya çıktığını düşünürdü fakat insanların insanları öldürme merakını yüzyıl savaşlarında öğrenmişti. İblisleri yenmek için kullanılan silahlar, üç ulusun birbirine düşmesine neden olmuştu. Yüzüncü yıl katliamında Forwart Şehrinin tümüyle yok edilmesine kadar bu savaş acı katliamlarla sürmüştü. Şimdi ise bu savaşın kalıntıları hala Chuitchik tarafından kullanılmaya devam ediyordu. İblisleri yok eden silahı bu şekilde ele geçirmişti Kuzeyin Kanlı Hükümdarı. Büyük savaşlarla…

Şimdi ise eline geçirdiği Altın Kılıca çok güveniyordu genç adam. Babasına hiç benzemiyordu, çok uzun yıllar geçmesine rağmen kara saçlarından tek kızıl gözü görünebilen o adam Choros Chuitchik, hayatında korktuğu tek adamdı. Şimdi karşısındaki, sırf intikam uğruna hareket eden bu çocuğa; bu adamın oğluna her baktığında içinde ne saygı ne de başka bir his uyanıyordu.

Elini kılıcının kabzasına attı. Yine de karşısındaki çocuk, altın kılıçla güçlü bir rakip olacaktı. Yanındaki adamlar eskisine oranla yetersizdi. Kheldar, maharetli olsa da sade bir dövüşçüydü. Keven arkasında duran sağlam bir adamdı ama gücü yetersizdi. Gindeon’sa bilekliği doğru düzgün kullanamıyordu bile. Brave ‘e ise Silvan’a yaptıklarından sonra nedense hiç güvenemiyordu. Hele ki dün geceki o sözlerinden sonra.

Gözleri bir an için Falcon ile keşişti. Brave’in endişeli bir yüz ifadesi vardı, bir de aklındaki planı uygulamaya koymadığı için sinirli gözüküyordu. Geçen gece gizlice yanına gelip ona söylediği planı, uygulamak için çok ısrar etmişti.

“ Çocuğun bir şey öğreneceği yok Robin,” demişti Falcon, “Bilekliği kullanamıyor onun için bir yükten fazlası değil. Bu yüzden çocuğun kolunu kesip bilekliği almalıyız. O bilekliği büyüyü yönlendirebilen birisinin kullanması gerek bunu biliyorsun.”

“Ne diyorsun Brave?” diye parlamıştı bu sözleri duyunca. “ O çocuk bize emanet edildi, Bizim himayemizde yetişti. Sendar Öğretisinde öğrencilerini ölüme terk etmek mi yazıyor? Emanete hıyanet mi yazıyor Brave? Aptalca Hırsların ve Astgar nefretin yüzünden kendini kaybediyorsun!”

“ Bilekliği adam gibi kullanmazsak ortalıkta Sendar öğretisi kalmayacak! Çünkü Sendar diye bir şey kalmayacak bunu görmüyor musun? Onurlu davranmanın sırası değil. Chuitchik güçlü, güçlü olduğu kadar da kurnaz, bizden önce oraya gelmiş bile olabilir. Asuka’ya girmeden Bekçi ile uğraşmadan bu işi yapmalıyız. Çocuğun kolunu keselim bilekliği sen tak, Chuitchik’i ancak bu şekilde yenebilirsin.”

“Gindeon bana güveniyor. O, benim adamım ve ben adamlarıma ihanet etmem Brave. Güc için, kendi doğrularımdan vazgeçmem. Dövüş, sadece kurnazlıkla kazanılmaz.”

“Sadece onurla da kazanılmaz. Böylece aptalca davranmaya devam edersen öleceksin, hepimiz öleceğiz ve Sendar yok olacak. Sevdiklerimiz, ailemiz her şey ama her şey yok olacak Yapılan her şey boşa gidecek. Bunu mu istiyorsun?”

“Ölmekten korkmuyorum Brave, yaptıklarımdan da sadece kendime inanıyorum. Ölsem bile Chuitchik’i de yanımda götürecek gücüm var endişelenme. Unutma ki ihanetle gelen galibiyet, galibiyet değildir, kendi nefsine mağlubiyetindir.”


Bunları söylemişti o gece, fakat Brave’in söylediği şeylerde haklılık payı da vardı. Kılıcının kabzasını kavradığı anda öleceğini anlamıştı. Altın Kılıcı, Chuitchik’İn tam kapasite kullanamayacağını düşünüyordu ama onu fazla küçümsemişti Üstelik tepelerinde sadece Chuitchik ve altın kılıcı değil, Ölülerin Bekçisi de vardı. Yine de artık bunları düşünmenin zamanı çoktan geçmişti. Yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan Chuitchik’e doğru baktı.

“Başlayalım mı?” diye sordu sertçe

Kuzeyin Kanlı Hükümdarı Chot Chuitchik, “Altın Kılıcı” kınından çıkardı. Siyah ile beyaz karışık olan saçları rüzgardan dalgalanıyordu. Kızıl gözleri rakiplerinin üzerindeydi. Uzun kırmızı siyah kaftanı omuzlarının üzerinde dalgalanırken son derece kudretli görünüyordu. Kudretli olması da doğaldı çünkü soğuk iklimin efendisiydi, o. Yanardağların, ejderhaların, madenlerin hepsinin efendisi, Yüce Astgar halkının Kralı, Grosierlerin, Astgar Şövalyelerinin Başı. Bunlara rağmen her şeye rağmen karşısındaki soğuk hissiz ama gözlerindeki alevlerin sıcaklığıyla öfkesini derinden hissettiren, Robin Harwart karşısında hükmü zayıflıyordu. Bir an için elleri titredi. Korkudan değil, sinirden öfkeden. Eğer korksaydı, babasının gözlerinin önünde bu adam tarafından öldürüldüğü zaman, Brave Falcon’nun onu bütün çocukluğu zamanından beri kovaladığı zamanlarda korkardı. Elini yanağındaki ince yara izine götürdü. Bunu o Falcon denilen adam yapmıştı. Scart’ın babası olmasaydı, kafası yerinde olmayacağının bir işareti gibiydi o yara. Kızıl gözlerinde derin bir öfke dolu parlaklıkla baktı rakiplerine;

“ Burada ölümün eşiğine geldiniz.” dedi Chuitchik, “ Çok uzun zamandır sizden kaçtım. Uzun zamanlardı, ölümü beklediğim zamanlar bazı şeyleri hiç unutmadım, hiç affetmedim. O zaman karşınıza çıkacak gücüm yoktu Lakin şimdi, güç benim elimde ve siz benim karşımda duruyorsunuz. Yüzlerce yıl önceki gibi; aynı şekilde, yan yana yanlarınızdaki adamlar çok değişti ama siz hiç değişmediniz. Aynı buz duvarı gibi katı, merhametsiz ve soğuk… Peki ya sizi yakaladığımda, Gözlerinizin önünde Sendarı yıktığımda, kadınlarınızı öldürdüğümde, doğmuş doğmamış çocuklarınızı gırtlaklarını kestiğimde hala bu kadar katı, merhametsiz ve soğuk olacak mısınız? Yoksa ölmek için bana yalvaracak mısınız?”

Robin Harwart, hiç konuşmadan beyaz kılıcı, Cameloth’u hızlı bir bilek hareketiyle ortaya çıkardı. Bu kılıç Silvan’ın Robin ile birlikte yaptığı eski kılıçlardan biriydi, Altın kılıçtan sonra bilinen en güçlü kılıçtı, Kabzası yakut ve zümrüt taşlarıyla süslüydü. Keskin kenarı, gün ışığı alan kar gibi bembeyaz parlıyordu. Kılıcı kınından çektikten sonra Kılıcı aşağıya doğru tek eliyle savuran Robin, Chuitchik’e doğru baktı.

“Ne yapıp yapamayacağını bilmeden, gücünü kestirmeden, rakibinin gücünü kestirmeden konuşuyorsun.” dedi Robin, sert bir sözle. Kılıcının savurmasıyla ortaya çıkan rüzgar, Chuitchik ve adamlarının yüzlerine çarparken.

“Yüzündeki yarayı unutmuşsun?” dedi Falcon, bu sırada kara şapkasının altından gülümseyerek. “ Kafanı kurtaran adamın, Hugh Corpean’ın kafasını nasıl uçurduğumu unutmuşsun. Bir zamanlar beceriksiz şövalye bozuntularına güvendiğini de, Şimdi eline aldığın – “

Brave Falcon’un sözü, Scart Corpean’ın öfke dolu haykırışıyla kesildi. Babasından böyle bahsedildiğini duymak, soğukkanlı Astgar şövalyesini deliye çevirmişti. Kıvrımlı kılıcını bir yıldırım gibi çekti hızlı bir adımla Falcon’un yanına gelip kılıcını, onun kalbini deşmek için saplamak amacıyla savurdu.

Fakat Falcon hızlıydı, arkasında siyah bir duman bırakarak sola doğru yöneldi. Ardından kılıcını çekerek, hızlı bir savurmayla Scart’ın yüzünü hedef aldı. Scart bu darbeden geriye sıçramış olsa da tam anlamıyla kaçamamıştı, Falcon’un kılıcı, onu sol gözünden yakalamış, gözünü yerinden çıkararak yüzünün sol üst tarafında enlemesine derin bir kesik oluşturmuştu. Scart sol elini yüzüne götürüp acıyla dişlerini sıkarak, geriye çekildi. Kanı yol yol akarak sol elinden kurtulup yere damlıyordu ama hala kılıcını diğer elinden bırakmamıştı.

Falcon, hızından hiçbir şey kaybetmeden olduğu yerde kılıcını sağa kavis çizerek döndürüp ikinci bir darbeye hazırlanırken, Chuitchik “ Scaartt!!!” diye kükredi. Hızla altın kılıcı Falcon’un üzerine savurdu, fakat araya Robin girdi, Altın ve gümüş kılıç çarpıştığında ortaya çıkan güç öylesine yoğundu ki, etrafındakileri bir şok dalgasıymış gibi geriye doğru fırlattı.

“İşin benimle Chuitchik.” dedi Robin, derinden gelen sesiyle. Saçları gücün etkisiyle havada dalgalanırken, çelik mavisi gözleri ateşle parlıyordu. “ Uzun zamandır bu anı kolluyordun. İşte karşındayım, senin elinde Justisar’ın en güçlü silahı, artık benden güçlüsün. Beni yok etmek istemiyor muydun? Bana saldır, ben buradayım ve en buradayken başka kimseye dokunamazsın.”

Chuitchik, öfkeyle kısılmış kızıl gözleriyle Robin’e baktı, “ Karşımda ezileceksin, Robin Harwart, o zaman arkadaşlarını kimse elimden alamayacak. “ dedi, öfkeyle.“ Ne kadar güçlü olduğunun bir önemi yok, Yıkım benim elimde, Justisar artık benim!”

Bunları söyleyen Chuitchik, altın kılıcı havaya kaldırdı, Kalın kılıcın üzerinde yazan antik işlemeler parıldadı, Chuitchik’in kızıl gözleri büyü gücünün etkisiyle yerinden çıkarcasına açıldı. “Deianda Ves Gomma.” diye kükredi,
Robin’in gözleri şaşkınlıkla açıldı, bu denli güçlü bir büyüyü Altın kılıçla yapmak, buradaki herkesin sonunu getirirdi. Kılıcını havada çevirdi, kılıcı havada beyaz parıltılar yayarak bir hare çizdi, “Die Geste de Somman” diye fısıldadı yavaşça ve tepesinde büyük beyaz bir kalkan belirdi. Gözleri ciddi bir yüzle Scart’ı izlemekte olan Falcona doğru döndü. “Brave diğerlerini koru.” dedi sadece.

Falcon tepede beliren Chuitchik’in yıldırım oklarını görünce, hızla, kılıcını ters çevirip havada bir sembol çizdi. Ama tam sözleri söyleyecekken kafasına karanlık simsiyah bir yumruk savruldu. Falcon darbeden kılpayı kurtulup, rakibine baktı. Ölülerin Mumyası, Priest, uzun boyuyla onun karşısında duruyordu. Simsiyah bandajla kaplı vücudundan öbür dünyanın soğukluğu yayılıyordu, sargıların arasından görünen gözleri buz mavisi gözlerinden beyaz dumanlar çıkarken görünmeyen ağzının gerisinde dişlerinin gıcırtısı duyuluyordu.

“Ciddi bir rakip.” diye homurdandı Brave Falcon, ceketinin iç cebine elini atarken.

“Siyahlar içinde bir rakip.” Dedi Priest kan dondurucu sesiyle, “ Karanlıktan korkan ama ona inanmayan.”
Falcon iç cebinden, uzun saplı hançerlerinden birini çıkarıp fırlattı. Şapkasının arkasından tek gözü gözükürken, kılıcını ters bir şekilde çevirdi. Hızla giden hançer birden çoğalarak on hançere dönüştü. Ölülerin Mumyası, yumruklarını sertçe sıktı. Sırtından çıkan sert sargılarla hançerlerin hepsini durdurdu. O sırada, Falcon hemen rakibinin sol ayağının yanında bitmişti bile. Kılıcını hızla Priestin kafasına doğru savurdu, Tam o sırada, yer öyle bir sarsıldı ki Falcon ile Priest dengelerini kaybedip bir an için düşer gibi oldular. Falcon’un kılıcı ise Priestin kafasınu uçurmak yerine göğsünde derin bir kesik açtı, Falcon içinden küfrederek, Robin ile Chuitchike baktı. Nerdeyse herifin işini bitirecekti.

Chuitchik’in güçlü darbesiyle tepesindeki kalkanı parçalan Robin kenara çekildi. Parlak saçları dağılmıştı, kıyafetinden dumanlar tüterken alnından kan sızıyordu. Etraf duman altında kalmıştı. Tepelerindeki Mirharch heykelinin kalan kısmı parça parça dağılırken, diğerlerinin üzerine dağıttığı kalkanının hala sağlam olduğunu görünce, kaşlarını çatarak önce Falcon’a baktı Ardından vücudundaki büyü gücünü iki katına çıkardı. Artık etrafında mavi bir büyü aurası vardı. Gözleri, kop koyu bir maviye dönüşmüştü canlı gibiydi alev alev yanıyordu. Kılıcını ters bir şekilde tutarak, kabzasını avcuna dayadı. “ Asiehf Der Cameloth” dedi katı bir sesle, havada birçok ışıktan kılıçlar belirdi ve hızla Chuitchik’e doğru uçtular.

“Bunlar benim için hiçbir şey.” dedi Chuitchik, yüzünde gülümsemeyle altın kılıcı havada savurdu, bütün ona doğru giden kılıçlar havada parçalandı.

Robin kılıcını hemen sağ yanında döndürürken “ Kılıç Ustası Stili 1: Bin görünüm bir kesiş Astoniakta.” dedi, bunu söylerken kılıcını öyle hızlı döndürüyordu ki sağ elinde birden daha fazla kılıç varmış gibi gözüküyordu. Şaşırtıcı bir hızla Chuitchik’in yanından hızla geçti. Chuitchik şaşkınlıkla karnının sol tarafında beliren derin kesiği fark etti. Sol kolunu ise altın kılıcın kenarı korumuştu. Robin arkasına doğru döndü, çelik mavisi gözlerinde telaş yoktu.

“Altın kılıç,” dedi sadece. “ Normalde bu darbenin seni ikiye bölmesi gerekirdi.”

“Bu kılıç ustası tekniğiydi.” diye hırladı Chuitchik, karnını tutarken “Sen nasıl bilebilirsin?”

“Ben Silvan’dan eğitim aldım, Kendi kılıcımı kendim yaptım, 4. derece avcıydım. Sadece sınava girmedim.” dedi Robin, kılıcındaki kanları gri toprağa doğru savururken “Son Kılıç Ustası Ünvanı, ustamda kalmalı.”

Oscorp Harlin, bu sırada konuşmalardan fırsat bularak Robin’in kör noktasını tespit etti. Bel bölgesi. Dünyanın Umudu bel bölgesini pek kımıldatmıyordu doğrusu. zehirli hançerini çıkardı. Tek çizik hepsini beladan kurtarmasına yeterdi. Chuitchik asla anlamayacaktı çünkü zehir yavaş tesir eden ama zayıf düşüren güçlü bir bitkiden yapılmıştı, hançerini hızla fırlattı. Ama hançeri başka bir hançere çarparak yön değiştirip eski binaların birine savruldu.

Harlin, öfkeyle bunu yapan adama doğru baktığında çift keskin kenarlı kılıcın ona doğru savrulduğunu fark etti, kafasını eğdikten sonra, bir topuk hareketiyle rakibine botundan bir hançer fırlattı. Kheldar, kılıcını çaprazlayarak hançerden kurtuldu. Kılıçlardan bir tanesini düz bir tanesini ters tutarak dizlerini kırdı. Saçlarının bir kısmı kısa bir kısmı uzundu, sanki bir kılıç kafası yerine saçlarını kesmiş gibiydi. Kirli sakallarının kapladığı yüzünde keyifli bir sırıtış vardı ama gri gözleri rakibinin üzerindeydi.

Oscorp Harlin, kemerinin üzerindeki hançerini çekti. O da öne doğru eğilmişti. “İki suikastçinin düz bir alanda kapıştığı pek görülmemiştir, Prens Kheldar.”

“Bana iltifat ediyorsunuz, Bay Harlin.” dedi Kheldar, “Bana sizin yörelerde Presten çok Avcı diye seslenirler.”

Bu sırada Keven tam Robin’i uyaracaktı ki, Kheldar’ın Harlin’i engellediğini gördü. İki suikastçi savaşırken Keven diğerlerine baktı. Robin, Chuitchik ile savaşırken, Falcon ise Priest savaşıyordu. Köşedeki Cirth Scealboat’sa, Scart’ın yarasıyla ilgileniyordu. Kendisi, dövüşmek istiyordu ama Robin, ona her ihtimale karşı Gindeon’un yanında kalmasını söylemişti. Kılıcı Armo’yu kınında gevşetti, burada her an kullanması gerekebilirdi. O sırada savaşın gürültüsü içinden hafif bir ses duydu, Hemen arkasına döndü, Keven.

“Bir şey mi oldu?” dedi Gindeon şaşkınlıkla etrafına bakarken.

Keven elini dudağına götürdü, etrafında şöyle bir döndükten sonra sisler içinden şimşek gibi bir hızla sıçrayan adamı güç bela fark edebildi. Ölülerin Bekçisi, sert tekmesini Gindeon’un kafasını sağ yanından yakalayıp onun kafasını koparmak istediği için savurmuştu ama Keven’in kılıcın ters yüzü ile tekme ile Gindeon’un boynu arasına girdi.

Greece şiddetli tekmesi kılıcı yavaş yavaş kenara doğru savurmaya başlayınca Keven, “Dien Des Armo” diye kükredi. Silvan’ın kılıcı tüm şiddetiyle alev aldı. Greece alazlanmış bacağını aşağıya indirerek elinden destek alıp diğer bacağını Keven’in suratına doğru savurdu. Keven bu ani karşı saldırıyı hiç beklemiyordu, Keven yediği darbenin etkisiyle geriye doğru savruldu, burnundan kan boşalıyordu. Greece ellerinden destek alarak hızla ayağa kalktı, elinde beliren hançeri Gindeon’un gırlağına saplamak için harekete geçti.

Bu seferde araya, uzun kıvrımlı bir kılıç girdi. Scart Corpean sol gözünün üzerine yeni bandajlanmış sargıyla savaşa tekrar katılmıştı. Kızıl saçları rüzgarda savrulurken yüzü ciddiydi.

Keven şaşkınlıkla ayağa kalkarken “Neden?” diyebildi sadece

“Çünkü, eğer bilekliği o ele geçirirse. Asla hedefimize ulaşamayız.” dedi Corpean öfkeyle. “O yüzden taşıyıcı savaş sonuna kadar kesinlikle ölmemeli.”

Gindeon’un önüne geçmiş iki adama bakan Greece gülümsedi, “ Bana karşı birlik olmanız ne hoş, söz konusu güç olunca nasılda küslükler unutuluyor. Nasılda kendinize bu kadar da güveniyorsunuz? Nasılda bana karşı durabileceğinizi düşünüyorsunuz?” dedi ardından gülümseyerek, hızlı bir hamleyle Scart’ın önünde belirdi ve sol kolundan çıkarttığı ani yumrukla Scartın zırhını delip kolunu karnından içeriye soktu. Keven ile Scart şaşkınlıkla olduğu yerde dona kalırken. Greece hızla kolunu geriye doğru çıkartıp Keven’in beline bir döner tekme yapıştırdı. Keven darbenin etkisiyle 5 metre öteye fırladığında Greece yavaşça bacağını indirdi.

Rüzgar, kahverengi pelerinini arkasında dalgalandırırken, sol elinden kan ellerine damlıyor yerde düşüp karnını tutan Scartın üzerinde dikilirken acımasız ve gaddar görünüyordu. Bakışlarını Scart’tan çevirip yıkılmış heykele doğru baktığında Robin ile Chuitchik’in savaşına kaydı. İki adam birbirlerine acımasızca saldırıyordu. Chuitchik, Kılıcını havaya kaldırdı, Altın kılıçtan fırlayan kırmızı bir enerji dalgası, Robin’e doğru ilerledi, Robin hızla kenara doğru kaçarak bu saldırıyı savuşturdu. Ardından elini kendi kılıcının üzerine koyarak bir şeyler mırıldandı, birçok beyaz kılıç Chuitchik’in üzerine yağmur gibi yağdı.

Greece, onlardan tarafa bakmayı bırakıp, arkasını döndüğünde gözleri Gindeon ile keşişti, çocuk kılıcını çekmiş ona doğru bakıyordu. Menekşe mavisi gözlerinde korku vardı, ama yüzü kararlı bir ifadeye bürünmüştü. Kaşlarını daha da çatıp haykırarak Ölülerin Bekçisine saldırdığında kendince onurlu bir şey yaptığını düşünüyordu.

Ama ölümün onurlusu olmazdı.

Greece kılıcın savrulma mesafesinden rahatça eğilerek kaçıp, havaya sıçrayıp kılıcın küt tarafına sertçe vurdu. Kılıç çocuğun elinden kurtulup uzaklardaki harap olmuş yıkıntıların arasına düştüğünde hızını kesmeden ikinci bir tekmeyle çocuğun boynunu kırmak için bacağını savurmuştu ki, üzerine gelen bir alev topunu çok geç fark etti.

Alev topu onu birkaç metre ileriye savurdu, bu sırada Keven, ağzı yüzü kan revan içindeyken ayağa kalkmıştı, kızıl kılıcı alevler içindeydi. Greece üstü başı tüterek ayağa kalktığında, Keven’in ateşi yansıtan yeşil gözlerine bakarken bir an Silvan’ın kendisini görür gibi oldu. Yine de bu genç Sendarlı onun gücünün yanına bile yaklaşamazdı.

“Dayanıklıymışsın çocuk.” diye homurdandı, Greece “ O tekme senin birkaç kaburganı kırmış olmalıydı.”

“O çocuk, benim sorumluluğumda.” dedi Keven kılıcını elinde yavaş yavaş döndürmeye başlarken, “Kaç kemiğimi kırsan da ona elini sürmene izin vermeyeceğim.”

Greece bu cevabı duyunca sadece gülümsedi. İnsanlar kendi yapamayacakları şeyleri söylemeyi ne kadar da çok seviyorlardı...


Devam Edecek...
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

- 16. Özel Bölüm Varislerin Uyanışı İkinci Kısım –


Brave Falcon, üzerine gelen siyah sargılardan hızlı hareketlerle sıyrıldı. Sargılardan birine yakalanması demek onun için ölüm demekti. Ölülerin Mumyası, bedeninin her tarafından çıkan sargılarıyla Kara Şahin’i kovalıyordu. Buz gibi gözüken mavi gözleri dışında hayat belirtisi görünmeyen simsiyah sargılarla sarılı Priest, Zamanında, Choros Chuitchik’in ürettiği bir yaratıktı, ama bilinçli bir varlık olması onu diğer mumyalardan farklı kılıyordu. Ölülerin Bekçisi ile uğraşmak için gayet güçlü bir rakipti, fakat Falcon büyü kullanmayan Ölülerin Bekçisinden ziyade, yüzyıllardır büyü ilimiyle uğraşmış onunla yoğrulmuştu, o yüzden bu yaratığı yenmenin tek bir yolu olduğunu biliyordu.

Havaya sıçradığında Ölülerin Mumyasına açtığı yaranın kapandığını görünce hiç şaşırmadı. Uzun ceketinin sol cebinden, ufak bir mızrak ucu çıkardı. Mızrak ucunu fırlattıktan sonra “Elianae su en de for agile” diye mırıldanıp ellerini açtığında mızrağın sopası ve ucu tamamen aleve dönüştüğünde Falcon gülümsedi. Herkes mumyaların alevden korktuklarını bilirdi.

O yüzden, Priest’in üzerine gelen alevli mızrağı elinin tersiyle sola vurmasını hiç beklemiyordu, Beklemediği için yere indiğinde Priest’in sargılarından birine çok kolay yakaladı. Kara sargı, sol bacağına sarıldığı anda Falcon’un nefesi kesildi. Bu sargı insanın yaşam gücünü alıyor, vücudunu ölülüğün soğukluğuyla dolduruyordu. Birkaç sargıya daha yakalanıp, dizlerinin üzerine çöktüğünde gözleriyle Robin’e baktı.

Oysa Robin’de zor durumdaydı.

“Bu derecedeki büyü gücüne alışmam zaman alıyor Robin Harwart.” Dedi Chuitchik, Robin’e doğru bakarken, Robin’in sol kolu omzuna kadar kan içindeydi ve vücudunun sol tarafındaki kıyafetleri parçalanmıştı. “Özellikle de seninle dövüştüğüm için büyü gücünü oldukça yükseltmem gerekiyordu. İşte şimdi, seni öldürmeye hazırım Robin Harwart.”
Robin gevşekçe duran sol koluna doğru baktı, Omzundan akan kanlar yol yol ilerleyerek yere damlarken güçte olsa parmaklarını oynatabiliyordu. Sağ elinde tutuğu kılıcının tersini kanlı koluna sürdü.

“Vas dien Ga.” diye fısıldadıktan sonra kılıcıyla havaya bir daire çizdi,

Aynı daire, kızıl rünlerle, Chuitchik’in göğsünde belirdi. Bunu gören Astgarların Hükümdarının gözü şokla açıldı. “Sen nasıl… Nasıl kan büyüsü biliyorsun?”

Robin buna cevap vermek yerine acıyla hırladı, bir an içinde saçının sol tarafı beyazlamıştı, sol gözü çelik mavisinden kırmızıya dönüşmüş, yüzünün sol tarafı kırışmıştı. Dişlerini sıkarak, kılıcını geriye doğru çekti, başını önüne eğdi.

“Seninle uğraşmam çok uzun sürdü.” dedi Robin, başını kaldırdı yüzündeki acı gitmiş, saçı hariç yüzü ve gözü normale dönmüştü. Chuitchik’in göğsünde beliren kızıl rünlü daireye bakarken, bakışlarını arkasında duran beyaz önlüklü tepesinde saç kalmamış adama çevrildi.

“Cirth.” Diye fısıldadı, sadece.

Astgarların en ünlü bilim adamı olan Cirth Scealboat cüppesinin içinden büyük bir pelerin çıkartıp, Chuitchik’in üzerine fırlattı, kızıl renkteki bu pelerin yer yer yırtılmış parçalanmış kısımları göze çarpıyordu. Robin, zeki profesörün saptırma büyüsü yaptığını hemen anlayarak harekete geçti. Kılıcını tek eliyle savurarak. Kılıcından beyaz bir ışık çıkmasını sağladı, Beyaz ışın Chuitchik’e ilerlerken, bir karaltı ışın ile Chuitchik arasına girdi.

Büyük bir patlama etrafı toz içinde bıraktı. Robin kas katı tavrıyla patlamanın rüzgarına karşı koydu. Sol tarafı parçalanmış pelerini havada savrulurken, rüzgar parlak siyah saçlarını uçuruyordu. Öfkeyle kılıcının kabzasını sıktı, gözleri yerde yatan Falcon’a ilişti. Sonra karşısındaki vücudunun sol tarafı parçalanmış olan Priest’e kenetlendi.
Duman yavaş yavaş dağılıyor, ölülerin mumyasının karanlık sülieti ortaya çıkıyordu. Ölülerin Mumyasının sol tarafı parçalansa da sargılar yavaş yavaş birleşiyor. Tekrar bir bütün haline gelirken hiçbir şey olmamış gibi öylece duruyordu. Hemen arkasında ise Chuitchik göğsünü tutuyordu ama kızıl bakışları hala Robin’in üzerindeydi. Üzerine örtülen pelerin parçalanmıştı. Arkasındaki Profesör şaşkın görünüyordu.

“Saptırıcı Pelerini tamamen parçalayan bir büyü.” dedi, şaşkınlıkla, “Üstelik buna rağmen yüzde onluk bir hasar bile verebildi, bu gerçekten inanılmaz.”

Chuitchik, elin göğsünden çekti kalbinin hizasında rünlerin olduğu bölgede daire şeklinde bir kesik göze çarpıyordu. Kızıl gözlerinde derin bir garezle Robin’e baktı. Robin Harwart saldırısında başarısız olmasına rağmen kılıcını indirmiş, dimdik durmaktaydı. Sol eline aldığı kılıcının ucundan kendi kanı damlıyordu. Çelik mavisi gözleri Priest’i Cirth’i ve Chuitchik’i delip geçiyor her şeyin ötesindeki harabelere bakıyor bunu yaparken de nerdeyse hiç kıpırdamıyordu. Kıyafetlerinin yarısı parçalanmıştı, kolu kan içindeydi alnından kan sızıyordu, kıyafetlerinden dumanlar tütüyordu yine de kılıcını yavaş yavaş kaldırırken en ufak bir duraksama en ufak bir acı belirtisi göstermeden rakiplerine bakıyordu.

“Saygı duyulası bir rakip, aydınlığa hapsolup karanlıkta yaşayan...” Dedi Priest, derinden gelen sesiyle, kara sargılarıyla tüm vücudunu sararken elinde karanlıktan bir silüet halinde gözüken bir kılıç belirdi.

Robin’in çelik mavisi gözleri, bir an için Pirest’e kilitlendi, daha sonra yerde yatmasına rağmen şapkası kafasından düşmemiş olan Falcon’a doğru çevirdi bakışlarını. “Ayağa kalk Brave, yardımına ihtiyacım var.”

Priest ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki, Falcon kıpırdandı. Başını kaldırıp yavaş yavaş ayağa kalkarken, yüzü acıyla çarpılmış gibiydi. “Bu sözü senden duyacağımı hiç düşünmezdim.” Dedi Robin’in yanına doğru yürürken.

“PRİEST!!!” diye kükredi Chuitchik. “Nasıl bu adamı ölmeden bırakırsın? Önüme çıkanları yok edin demedim mi size? DEMEDİM Mİ?”

“ Ama efendim – “

Chuitchik avucuna bir işaret çizdi ve elini sertçe sıktı. Bunun üzerine Pirest, acıyla haykırmaya başladı, korkunç görünen Ölülerin Mumyası bir anda yerde sürünen acınası bir yaratığa dönüşmüştü. Elleriyle başını tutuyor acıyla kükrüyordu.

“Kan anlaşması.” dedi Robin, tükürürcesine.

“Öldürmek için iyi bir fırsat gibi gözüküyor.” dedi Falcon kılıcını kaldırırken, bir an Robin’e baktı. “Bana verdiğin Gülün böyle etkisi olduğunu bilmiyordum. Acı verici bir şekilde gücüm enerjim yerine geldi.”

“Diğerini sakla.” dedi Robin sert bir şekilde. “Sana yol gösterecek.”

Falcon tam soru soracaktı ki, gazapla dolmuş olan Chuitchik önlerinde belirdi altın kılıcı savurdu, Falcon ile Robin geriye doğru fırlarken, sağ omuzlarının üstü uzun bir şekilde kesildi. Altın kılıcın, savunma dinlemeyen kesişini durdurmamışlardı. Robin ile Falcon geriye çekildiklerinde, yan durup sırt sırta verdiler, kılıçlarını paralel bir şekilde Chuitchik’e doğrultmuşlardı.

Chuitchik bunun kaşlarını çattıysa, altın kılıcı kaldırıp havada çevirmeye başladı. Her çevirişinde havada bir dalgalanma oluşuyor büyü yoğunluğu giderek artıyordu. Kılıç her tur attığında keskin kenarları yavaş yavaş bulanıklaşmaya başlarken. Chuitchik’in kolu bir an için bile titremiyor, ne arkasında ona şok ile bakan Cirth Scealboat’ı ne de yerde acıyla kıvranan Priest’i umursamıyordu. Onun umursadığı şey karşısındaki iki adamı yok etmekti. Ne pahasına olursa olsun.

Robin Harwart ve Brave Falcon, biri beyaz biri siyah biri kahraman biri değil, Biri cesur diğeri korkak. Biri ışık diğeri karanlık, biri Dünyanın Umudu diğeri Kara Şahin. Birbirlerinin zıttı birbirlerinin destekçisi geçmişten kalan son iki adam. Bir siyah bir beyaz olan kılıçlarını, onun üzerine doğrultulmuşlardı. Chuitchik elinde altın kılıç varken bile, Büyü güçlerine güvenip halkına ailesine yaşamlarına eziyet çektiren bu soğuk adamlardan, bu iki Sendarlıdan, yine de kahretsin yine de çekiniyordu. Yine yenilmekten, ona bakan buz gibi iki çift gözden, yükselen büyü auralarından üzerlerinde zaferle dikilmelerinden. Bu kadar gücü elde etmişken bile hala içini şüphe kemiriyordu, Çünkü ne kadar intikam arzusuyla yanıyor olursa olsun aptal değildi. Karşısındaki adamlar, Sendarın Kılıç Ustası geleneğinin son temsilcileriydi…

Gülümsedi, dişlerini ortaya çıkarırcasına büyünün yoğunluğu karşısında titremeden geri adım atmadan, rakiplerinden ölesiye nefret ederek. O iki adamı, yeryüzünden silmek için. Bir kez daha gülümsedi ardından haykırdı.

“Asgarian ves Lambart.”

Robin ile Falcon ciddi bir yüzle Chuitchik’i izlediler. Falcon şapkasını gözlerinin önüne çekti, “Robin.” dedi yavaşça “Silvan’ın yaptığını yapacak.”

“Biliyorum.” dedi Robin çelik mavisi gözleri çakmak çakmaktı, kılıcını bilek hareketiyle aşağıya çevirdi. “Brave.”
Brave kafasını sallayarak, kılıcını yukarıya doğru çevirdi. Ne yapacaklarını daha Chuitchik büyüyü haykırmadan anlamışlardı….


Ölülerin Bekçisi, Keven’in yüzüne bitirici tekmeyi savuracakken büyük çaplı bir patlama yüzünden on metre öteye fırladı. Hızlı refleksleri yüzünden iki ayağının üzerine düşen Greece, kaşlarını çatarak patlamanın olduğu bölgeye baktı hala bilekliği yok edememişti.

O sırada toz bulutunun arasından sıyrılan alevli bir kılıç kafasına doğru ilerledi. Greece sola doğru eğilerek, darbeyi savuşturmak için harekete geçtiğinde o yönden kelen kavisli bir kılıcı fark etti. İki kılıç bir makas halinde onun gövdesine doğru ilerlerken, Greece homurdanarak omzundaki kayışta asılı duran kemik saplı hançerini çekti.
Ona doğru gelen iki kılıcın alevli olanını, hançeriyle diğerini ise üç parmağıyla yakalayarak durdu. Bunu yaparken bacakları bir santim bile kımıldamamış kollarını çaprazlamıştı. Yüzünde soğuk bir sırıtıştan başka bir ifade yoktu. Kılıcı tutan parmaklarının arasından kan damlarken kukuletasının altındaki gözleri kısılmıştı.

Scart Corpean kılıcını hızla geriye doğru çekti. Sol tarafındaki bandajdan kan sızmasına, ve karnındaki kan sızan yarasına rağmen hala ayaktaydı, Uzun aşağıya doğru inen kızıl bıyıklarını sağ eliyle düzelttikten sonra. “En azından kanı akıyormuş.” dedi.

Dumanların arasından kan ile yol yol olmuş yüzü görünen Keven, kaşlarını çatmıştı. “ Çok güçlü, sıcaklığı arttırmalıyım, son patlama olmasaydı nerdeyse ölüyordum.”

“Dayanıklı veletlersiniz.” dedi Greece dişlerini sıkarak, hançerini gösterdi. “Fakat bunu görmeniz sizin için hiç de hayırlı olmadı.

Scart Corpean derin bir nefes aldı, Kılıcını havaya kaldırıp ters açıyla iki eliyle birden tuttu, Birden vücudundan, kırmızı bir aura yükseldi. Kızıl saçları havada dalgalanırken uzun bıyıkları yanaklarının yanında uçuşuyordu. “ Gücü Hisset ve onu bedeninle yönlendir.” dedi sertçe.

Keven ise, konuşmadan havaya sıçradı iki eliyle kılıcını tepesinde alevli bir pervane gibi savururken yeşil gözleri parlıyordu. Greece havadan gelen ateş dalgasına karşın geriye doğru sıçradığında havadayken üzerine inanılmaz bir hızla gelen Astgar şövalyesini fark etti. Gözlerini kısarak. Parmaklarını bir anda yumruğa dönüştürdü. Yumruğun etrafındaki hava birden titreşmeye başladığında Ölülerin Bekçisi, onu üzerine gelen Scart Corpean’ın kılıcına savurdu.
Küçük bir patlama sesiyle Scart Corpean’ın kılıcı parçalara ayrıldı, ve onu geriye harabelere doğru uçurdu. Fakat o sırada elinde alevli kılıcıyla Keven, arkasında belirmişti. “Dieasvoel” diye kükredi genç Sendarlı, Greece hızla arkasını döndüğünde ancak ona doğru saplanan ateşli kılıcı boştaki eliyle ancak tutabilmişti. Fakat kılıç sol omzuna saplanmış, alevler nerdeyse bütün göğsünü yakmıştı.

Keven gülümseyerek kılıcını çekmeye davrandığında, kılıcını bir santim bile kıpırdatamadı. Greece kılıcı öyle bir güçle yerinde tutuyordu ki Keven bir an için kılıcı bırakıp bırakmamayı bir an için düşündü. Fakat o atasının mirasıydı, kılıcı büyü gücüyle alevlendirdi. Greece bir santim kıpırdamadan sol elindeki hançeri orta parmağıyla yan şekilde döndürüp bir yumruk gibi Keven’in karnına geçirdi. Hızla dönen hançer Keven’in karın zırhını parçaladı, bir jilet gibi karnında kesikler açtı. Keven acıyla haykırarak geriye doğru fırladı, kılıcını bırakmak zorunda kaldı.

Greece omzuna saplı kılıcı tutup çıkardı yavaşça yere bıraktı, Silvan’ın kılıcı büyük tangırtıyla yere düştü. Ardından kahverengi pelerinini omzundan tuttuğu gibi çıkardı. Üzerindeki kahverengi deri zırhın kolları açıktaydı. Ölülerin Bekçisinin kaslı kollarındaki mavi rünler gri sis içinde parlıyordu. Omzundan kollarına ve göğsüne akan kanları umursamıyordu bile, Gri saydam gözleri ve taştan yüz ifadesiyle kaşlarını çatmış duygusuz gözüken Ölülerin Bekçisi sinirlenmişti.

Scart Corpean alnından sızan kanı eliyle durdurmaya çalışırken, gözleri Ölülerin Bekçisine kitlendi, öfkeyle kaşları çatıldı. “ HARLİNN!! Çabuk buraya gel. Zehrine ihtiyacımız var, önce bekçiyi temizlemeliyiz.”

Oscorp Harlin gülümseyerek, kavisli bir palanın darbesinden sıyrıldı ve alttan hançeri Kheldar’a doğru savurdu. Bacağını yana atarak bu darbeyi savuşturan Kheldar ise diğer ilindeki palasını saplama hareketiyle rakibine savururken öteki palasını da çapraz bir biçimde geriye doğru bir hamle yaptı.

Palaların hareketini, sol elindeki kılıç ve sağ elinde hançer ile büyük bir çınlama sesiyle durduran Oscorp Harlin, gözlerini Scart Corpean’ın olduğu tarafa çevirdi, sonra rakibine doğru baktı. “ Ne diyorsun?”

Kheldar’ın gözleri kısıldı, hala kılıçlarını rakibine doğru bastırıyordu. “Güçlü bir rakip, dövüşmesi eğlenceli fakat riskli, üstelik sırtım sana dönükken. ”

Kendi etrafında dönerek kılıçların baskısından kurtulan, Harlin gözleriyle yerden güç bela kalkmay çalışan Keven’i işaret edip kılıcını Kheldar’ın kafasına savurdu. “Seninki de zor durumda ama, hem ben meslektaşlarıma arkadan saldırmam.”

Kheldar darbeyi kılıcıyla durdurdu, hemen ardından bileğini çevirdi kol yeninin ardından küçük bir ok Harlin’e doğru fırladı. “Buna inanmamı mı bekliyorsun?” dedi gülümseyerek.

Hızla gelen oku hançeriyle güç bele durduran, Harlin gerilerken sırıtıyordu. “Bu, iyiydi.” Dedi hançerden sekip uzağa fırlayan oka bakarken, gözleri kısıldı. “Cevabın bu demek?”

“Bu bir uyarıydı.” dedi Kheldar, Greece’in olduğu yöne doğru dönerek “Önce şu kendini beğenmiş Bekçinin işini bitirelim, daha sonra kozumuzu paylaşırız.”

Oscorp Harlin gülerek Ölülerin Bekçisine doğru hızla koşmaya başladı, hemen yanındaki Kheldar hemen yanında ilerliyordu. Ölülerin Bekçisi üzerine doğru koşan iki adama doğru baktı, dudakları ince bir gülümsemeyle kıvrılmıştı siyah kaşları çatılmış, gri gözleri iyice kısılmıştı.

Kheldar kendi etrafında dönerek, ters tuttuğu kalın palalarını Ölülerin Bekçisine savurdu. Greece, darbenin bir tanesini rahatça hançeriyle durdururken diğerini kendisi yana doğru atıp, etkileyici bir hamle yaparak rakibin arkasına geçerek savuşturdu.

Hançeri arkasından saplamak için savurduğunda Kheldar kılıcını sırtına enlemesine koyarak Greece’in darbesini durdurdu. O sırada Harlin Zincirle bağlı zehirli hançerini hızla Greece’e doğru fırlattı, Greece kaşlarını çattıktan sonra seri bir hareketle hançeri tutan zinciri yakalayıp Harlin’i kendine doğru çekerken inanılmaz bir hızla boştaki yumruğunu önceki hançer darbesiyle gerileyen Kheldar’ın boynuna savurdu. Bu iki adam içinde ölümcül bir andı, Greece’in aniden yükselen hızına ayak uyduramamışlardı. Ama o sırada araya bir adam girerek, sol diziyle Oscorp Harlin’in ilerleyişini sol koluyla da Greece’in yumruğunu durdurdu.

Parçalanmış lime lime kukuletasının arasında görülen kahverengi gözleri Ölülerin Bekçisine kilitlendi. “Geçen uzun zamanda intikam dövüşünü elinden aldığım için üzgünüm Wallark. Çünkü bugün burada kimse ölmeyecek. ”

“Brave çift katmanlı yap şu bariyeri.” Diye haykırdı üzerine gelen kalın bir yıldırımı gümüş kılıcının içinde tutmaya çalışan Robin.

“ Deniyorum.” dedi Falcon Şapkası uçmuş, kıyafetleri parçalanmıştı, saçları darmadağınık ve terden sırılsıklamdı, “ Ama çok güçlü arkalardaki tepelerden birini havaya uçurdu böyle giderse harabe diye bir şey kalmayacak.”

“Bekçinin de amacı bu değil miydi?” diye hırladı Robin ağzından kan sızıyordu güç bela üzerine gelen sarı kalın yıldırımı kılıcı vasıtasıyla şehrin uzak kısmına doğru yönlendirdi. Şehrin kuzey ucu tamamıyla büyük bir patlamayla havaya uçtu.

Chuitchik dumanlar arasından altın kılıçla birlikte çıktı. Kırmızı gözleri parlarken alnında ter damlacıkları birikmişti. Hemen yanında kendini küçük bir kalkan içine almış olan Cirth Scealboat geliyordu.

“Falcon’u oyala Cirth, yaptığı büyü kalkanları Robin Harwart’a zaman kazandırıyor.” Dedi Astgar Kralı Altın kılıcı yere saplarken diğer elini havaya kaldırdı. “ Onu uzaklaştır.”

Cirth Scealboat, gülümseyerek iki elini de havaya kaldırdı. Bir anda etraf uçuşan kağıtlarla doldu, havada süzen kağıtlar bir an içinde sertleşip hızlı bir biçimde Falcon’a doğru uçtular. Brave Falcon kılıcını ters çevirip birkaç kelime mırıldandığında önünde yavaş yavaş beliren büyük siyah bir büyü kalkanı oluştu.

Ama kağıtlar kalkanı umursamadan içinden geçerek, Falcon’a doğru uçtuklarında Falcon’un şaşkınlıkla gözleri açıldı.

“Bakiiouta” diye mırıldandı, Cirth Scealboat geniş bir sırıtmayla ve aynı anda Falcon’un etrafında ki yüzlerce kağıt büyük bir patlamayla havaya uçtu.

“Brave!!!” diye haykırdı Robin, öfkeyle kaşlarını çatarken kılıcı dimdik bir biçimde Chuitchik’e doğrultup. Bir ayağını geriye attı. “Kılıç Ustası Teknik 4, Derin Acı; Akdura.” Dedikten sonra şimşek gibi bir hızla Chuitchik’e doğru fırladı.
Chuitchik gülümseyerek, kılıcını kaldırmıştı ki bir el onun kolunu tuttuğu gibi yere yapıştırdı. Chuitchik bu darbenin gelişini hissedememişti bile, Robin ise saplama hareketini son anda dayak hamlesiyle değiştirip kılıcını Chuitchik’i tutan adama doğru savurduğunda adam hızla sıçrayarak. Darbeden kaçtı, ve elini durmaları için kaldırdı.

“Bu kadarı yeter sanırım.” Dedi hırpani görünen kukuletasının altından. “Burada kimsenin ölmemesi gerektiğini hepinize söylemem gerekecek sanırım.”

Robin, kılıcını kaldırıp adamı süzdü çelik mavisi gözleri iyice kısılmıştı. “Seni tanıyorum.”

Chuitchik öfkeden deliye dönmüştü, ama hem Robin’in saldırdığı hem de kendisini durduran bu adamın neyin nesi olduğunu öğrenmek için dişlerini sıkarak karşısındaki adama doğru baktı, sonra Robin’İn temkinli duran haline baktı. En sonunda da gözleri Cirth’e kenetlendi.

“Kim bu Cirth?”

Cirth hemen efendisinin yanında belirip metal aksamlı garip bir alet çıkararak, Chuitchik’in kolundaki giysiden bir parça aldı ve o garip aletin içine soktu, “Biraz beklememiz gerekecek efendim.” Dedi sakin bir sesle.

“Kımıldamamanı söylemiştim ” dedi adam birden kenara çekildi, birden Ölülerin bekçisi belirerek yumruğu havaya savurdu. Adam hızlı bir biçimde döner tekme attı ölülerin bekçisine. Bekçi bu tekmeyi bir koluyla rahat durdursa da geriye doğru sendeledi.

“O darbenin diğerleri gibi seni de bayıltamayacağını bilmeliydim.” Dedi adam sakince, etrafındakilere baktı. “Senin bayılmaman böyle bir durumda iyi olabilir açıkcası.”

“Kimsin sen?” dedi Greece öfkeyle yumruklarını sıkmıştı.

“%30 elf %70 insan, Niedelos Yarım elf kabilesi mensubu yoğun ölçekteki yaşamı gentetik enerjileriyle uzatılmış 934 yaşında Vücudunun %95 i kas, elf kanı olduğu için büyüye yatkınlığı mevcut. Fakat bir adı en azından benim kayıtlarımda yok.” dedi Cirth bu soruya cevaben.

“Adı Urier Mierdan Niedelos.” dedi Robin, sert bir sesle. “Eski bir Asukalı, o Ölülerin Bekçisi, Valcarda Rafuj üyesi, Kardiff Kardo’nun tetikçisi, Kurdun Sahibi, Kralın koruması, senin devre arkadaşın.”

Chuitchik manasızca kafa salladı, Greece ise hiç hareket etmeden öylece durur gibiydi. Adı söylenilen adamsa üzerindeki kukuletalı pelerini çıkarıp attı. Beyaz saçı ön tarafındaki kelleşmeye nazaran arka tarafından uzatılmıştı yüzünde pek çok yara izi olmasına karşın kahverengi gözleri ışıl ışıldı, yüzünü ve uzun çenesini kaplayan beyaz bir sakal bırakmıştı.

“Uzun zaman oldu Robin Harwart beni hatırlamana şaşırdım doğrusu.” dedi Urier, Kıyafetlerinin çoğu parçalanmış olan Robin’e doğru dönerek. “Teklifim hala geçerli, Justisar için hala yapabileceklerin var.”

Robin Harwart çelik mavisi gözleriyle Urier’i süzdü. “ Dedikleriniz doğru, bu dünyada sadece bir tane Tanrı var ama ne yazık ki siz onun elçileri değilsiniz. Justisar’da kendi düzeninizi kurmak isteyen bir avuç gizli adamsınız. İnsanların ve halkların öleceği bir değişimin sonucunda yine elde kalan aynı şeyler olacak. Büyük bir Savaş, büyük yıkım bir hiç için henüz Justisar buna hazır değil.”

“Ne diyorsun Robin Harwart.” Diye hırladı Chuitchik. “ Neyin yıkımı, neyin tanrısı kim bu adam?”

“ Git Buradan Chuitchik.” dedi Robin sertçe, “ Altın Kılıcın sende kalması bile bu adamın eline geçmesinden daha güvenli, Justisar için bir Astgar – Sendar savaşı çok önemli değildir. Ama bu güç eline geçerse Justisarda bitmek bilmez bir tanrılar savaşı başlayacak.”

“Zekice, Robin Harwart aslında onların tanrı olmadıklarını bildiğin halde olacak olan savaşa bu adı vermen pek doğru değil.” dedi Urier gözlerini kısmıştı. “ Bu kadar şey öğrenebileceğini hiç düşünmemiştim, Fakat bazı konularda yanılıyorsun V.R’nin iradesi gerçekliğin ve doğruluğun iradesidir. O yüzden – “

Urier’in sözleri kalın kahkahalarla kesildi, Uzun zamandır hiç ortya çıkmamış olan kahkahalar boş ıssız, harabelerde yankılandı. Ölülerin Bekçisi öfkeyle kaşlarını çatmış gökyüzüne bakarak gülüyordu. “ Seni ahmak! Yüzyıllarca hayatta kaldın, buranın ne hale geldiğini gördün yaşadın ve hala V.R’ye mi hizmet ettin? Bak etrafına buranın sorumlusu BİZDİK URİER! Bileklik yapıldığında o bilekliği kralın ellerine biz verdik. Ellerimizle bir canavar yarattık, ve Sendarlılar da bunun karşısında bir canavar yarattılar.” dedi Chuitchik’in elindeki kılıcı göstererek. “ Ve işte sonuç BU!!!!” dedi harabeyi göstererek.

“Ve bu gidişle de, sadece burasıyla kalmayacak.” dedi Robin Harwart. “ Ama erken ortaya çıktın, hepimiz hala yaşıyoruz. Bileklik ve altın kılıcı ele geçirmene izin vereceğimizi mi sanıyorsun.”

“Bilekliği ele geçirdim bile.” dedi Urier geldiğinden beri ilk kez gülümseyerek. “ Gindeon, Kheldar gelin buraya.”
Sislerin arasından iki adam yavaş adımlarla Urier’in arkasına doğru ilerlediler. Kheldar ile Gindeon’un yüzünde ciddi bir ifadeyle kılıçlarını çekmiş Urier’in emirlerini beklemekteydiler.

Robin, güçlükle yutkundu, nerdeyse kılıcını yere düşürüyordu. “Bu nasıl –“

“ Sende Cirth.” Dedi Urier soğukkanlılıkla. “Kimin kimin tarafında olduğu belli olmalı artık.”

Cirth Scealboat sinsice gülümseyerek parmaklarının arasından bir pelerin çıkartıp etrafına sardı bir an kaybolup sonra Urier’in arkasında belirdi.

Chuitchik, öfkeyle hırladı. “İhanet demek… Bana bir de üstelik…”

“Görüyorum ki Kardiff Kardo’dan çok şey öğrenmişsin Urier,” dedi Greece sakince “ Düşmanının en güvendiği zaafı bul onu lehine çevir psikolojik üstünlüğü sağla. Onların önce güvendikleri kişileri kaybettir sonra onlara güven ver istediğini yaptırt. Ama burası benim harabem, ölüler benim emrimde ve ben dengeyi bozan bu iki unsuru da yok edeceğim. Karşımda durursan sen de öleceksin Urier.”

“Seni uzun zaman önce öldürmeliydim Urier.” dedi Robin Harwart, Greece’in yanına doğru gelirken Beyaz kılıcı yanında parlıyordu.”

“Robin Harwart ile aynı fikirde olacağım hiç aklıma gelmezdi.” Dedi Chuitchik kızıl gözleri için için öfkeyle yanarken Greece’in sol yanına geçti. “ Senin ölme zamanın gelmiş yaşlı adam, Hiç kimse Astgar Kralını bu şekilde küçük düşüremez. ”

Bir sütunun gölgesinin altından çıkan Brave Falcon, hızlı bir hareketle Greece'in arkasına geçti, üstü başı kan içinde saçları dağınıkta olsa gözleri Bilekliği taşıyan Gindeon’un üzerindeydi. “Sana demiştim Robin, çocuğun kolunu çoktan kesmeli onu bir çukura atmalıydık. Onur bu dünyada hiçbir işe yaramaz, şimdi hepsini öldürmek zorundayız.

“Bu gün burada kimse ölmeyecek.” Dedi Urier kesin bir sesle…..



Devam edecek........
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

- 16. Özel Bölüm Varislerin Uyanışı Üçüncü Kısım –



“Bugün kimse ölmeyecek.” dedi Urier kesin bir sesle kalın beyaz kaşları çatılmıştı, karşısındakilere dönerek. “Bugün Justisar yeni bir dönüm noktasına giriyor. Artık tek bir adamın değiştireceği büyük kehanetler, büyük güçlere sahip adamların savaşı olmayacak. Çünkü bu savaşı yaratanların yok olma süreci çoktan başladı, tanrı adlettiklerinizin ve onların savaşını sürdürmenizin bir önemi kalmadı.

Anlayın artık, sizler bizler bir oyuncaktık hep. Kaderimizi kendimiz tayin edemeden yönlendirildik, asla Astgar ile Sendar savaşı olmadı, asıl savaş ilkdoğan dediğiniz Endimiyon ile Cho arasındaydı, Tanrı dediğiniz Myricd ile Ch’nin arasındaydı. Bu uğurda oynanan piyonlardan başka bir şey değildiniz.”

“Saçmalık.” dedi Chuitchik nerdeyse parçalanmış kaftanını bir kenara fırlattı. “Halkların elbet bir kurucusu, yöneteni olacak. Benim atalarım hükmün ötesine gitti doğuyu keşfetti Trolleri emrine amade yaptı Ejderhalara hükmetti. Hepsini halkımız beraber başardı, ama toplum yöneten elbet biri olacaktı. ilk binayı yapan biri milletimizi toplayan biri, Yani bu İlkdoğanımızdı. Efendi Cho’a böyle saygısızlık etmen affedilmez hele önümde ezilmek için duruyorsan.”

“Kendine çok güveniyorsun velet.” dedi Urier, ama bunu söylerken gülümsemiyordu. “İntikam, kafanın bütün boşluklarını doldurmuş, gördüğün cinayet bütün benliklerini sarmış varsa yoksa buna ve milletine sarılmışsın. Seni çok aşan bir elinde tutman beni kolaylıkla yeneceğini göstermez. Üstelik bunu hesaplamadığımı mı zannediyorsun.”

“Doğru söylüyor Chuitchik.” dedi Robin ciddi bir sesle. “Cirth Scealboat en başından beri onun adamıymış. Sana bir şey zerk etmiş olabilir, Altın kılıcı kullanma.”

“Sana mı soracağım Robin Harwart.” diye kükredi Chuitchik. “Aklındakileri okuyamıyor muyum zannediyorsun. İkimizde buraya ne amaçla geldiğini biliyoruz sana bu şansı tepside mi sunayım.”

“Kesin tartışmayı.” dedi Greece, “Kavga etmeyin onun amacıda bu zaten. Artık karışmayın sadece bana engel olursunuz. Urier benimle birlikte anti büyü timinde görev yaptı. Bilekliğin nasıl yapıldığını biliyor, o yüzden alaktran tozu ve sendar kılıçlarına aşina, büyü giriş çıkış noktalarını da, o yüzden hiçbir büyücü ona karşı kazanamaz.”

“ Ben hiçbir büyücüden daha fazlasıyım.” dedi Robin Harwart ve bunu der demez etrafındaki büyü aurası mavi bir şekil alamaya ve tüm vücudunu sarmaya başladı. “Onun elimden bir kez kaçırdım bu kez son olacak.”

“ Wallark, beni hatırlıyorsun, keşke bu hatırlama daha sıcak bir şekilde olsaydı. “ dedi Urier elini başına götürürken. “ Keşke hatırladıkların sadece savaş yöntemlerim olmasaydı, eski bir kız arkadaşına sarkan tiplarden yediğimiz dayakla yorgun düşmüş dostun olarak hatırlasaydın. Ya sen Robin Harwart, deliliğin içinde kendi kendine sayıklarken, Silvan’nın cesedinin başında ağlarken içindeki lanetle nasıl başa çıkacağını söylemem mi öldürmek istemenin nedeni? Yoksa amaçlarımı öğrendiğinde bunu yapmaya korkman mı? Bu kadar gücü karşına almaktan yorulman mı?”

Greece dişlerini sıkıp hiçbir şey söylemezken Robin Harwart’ın gözleri öfkeyle açıldı. “ Nedeni seninde onlardan farksız olmandı. Sana inanmıştım, Tanrıcılık oynayan Elrohir ve ilk doğanlarından farklı olduğunu düşünmüştüm. Fakat senin derdin bu kurban sistemini değiştirmek değil sadece ismi değiştirmek olduğunu anlamam kısa sürmemişti. Tanrılar yok, zaten Tanrı diye bir şey yok, hiçbir zamanda olmadı. Biz özgür halklar daha bir çiçeği yaratmaktan acizken onlarca tanrı yarattık. Ben hiçbir zaman korkmadım, hiçbir şeyden çekinmedim. Ama her zaman güç peşinde koşan insanların amaçları uğrunda hayatları hiçe saymasından bıktım. Şimdi bu lanet yerde bunların hepsi sona erecek.”

Bunları diyen Robin Harwart boşta kalan kanlar içindeki elini kaldırdı. Birden sisler içinde alaevle parlayan bir kılıç hızla Robin Harwart’ın eline doğru fırladı. Silvan’ın kılıcı Robin’in elinde muazaam bir alevle parladı. Bir elinde beyaz kılıç bir elinde ise parlayan alevden kılıç olan Robin Kılıçları çaprazladı. Vücut aurası hızla yükseldi, Mavi gözleri saydamsı gri bir göze dönüştü, Greece'in bire bir aynısı olan gözlerine.

“Lanet olsun.” diye küfretti Chuitchik altın kılıcı elinde çevirmeye devam ederken o da aurasını arttırıyordu. “Bu adamın yapacakları hiç bitmiyor.”

“Robin kendini öldüreceksin.” diye haykırdı Falcon “ Çift Sendar kılıcını Mardukan’dan bu yana kimse kullanmadı, senin gücün bile buna yetmez.”

“Önemli değil.” dedi Robin Harwart, “Bu herif Justisar için büyük bir tehdit amacına ulaşırsa Justisar da o kadar çok kişi ölecek ki ölüleri gömmeye bile ihtiyaç duymayacaklar. Kılıç ve Bileklik bizde kalmalı.”

“Aptallar.” dedi Greece, diz çöküp ellerini yere koydu. “ Bir malzeme ne kadar büyük tehdit taşıyorsa taşısın onu yok etmedikçe o tehdit asla sona ermez. Altın Kılıç ile bileklik yok edilmeli. Yapacağım son şey olsa bile bunun olmasını sağlayacağım.”

Greece ellerini yere koyduğu andan itibaren, topraktan uğultular hızla gökyüzüne doğru yükselmeye başladı, “Buraya bunun için gelmeniz için sizi ikna etmem gerekti.” Diye mırıldandı Greece, birden bire yer altından kemikli eller gri toprağı parçalamaya başladı. Parçalanmış cesetler yavaş yavaş birleşiyordu Evlerin arasından her boyda ve türde ölüler etrafta toplanmaya başlamıştı.

Ardından Greece’in hemen ellerinin altında kirli altın sarısı bir gövde belirerek hızla gök yüzüne çıktı, Kocaman 4 metrelik dev gibi taştan ölü bir suret Greece’i omzuna alarak yükseldi. Dev gibi yaratık etrafa baktıktan sonra uzaktaki dört köşeden aynı görünümlü yaratıklar fırlayarak küçük grubun etrafını sardı.

Brave Falcon korkuyla geriledi “Bunlar Mirharch’ın golemleri….”

Robin Harwart kıpırtısız bir biçimde ölülerin bekçisine baktı, Chuitchik ise umursamaz görünüyor, Altın kılıcı çevirmeye devam ediyordu.

Öte yandan Urier ilk kez öfkelenmişti. “Bu kadar ileriye gideceğini düşünmezdim Wallark tamamen insanlıktan çıkmışsın. Nasıl insanlarımızı kendi amaçların için kullanırsın!”

Golemin üzerinden tepeden bakan Greece’in sesi buz gibiydi. “Ben o gün öldüm, Urier. Gökyüzünden ateş yağarken, İnsanlar küle dönüşürken. Ben her gün öldüm Urier, üzerine gelen külden kast katı kesilmiş insanlarımın önünden her zaman geçerken. Ben her an öldüm, Urier kimse yokken dinleyeceğin tek şey onların fısıltısıyken. Sen bunu bilemezsin.”

“Her şeyi biliyorum Wallark.” dedi Urier başını önüne eğdi. “Bunun için üzgünüm.”

Greece kaşlarını çattı. “ Ne – “ dedikten sonra aniden boynunu tuttu. Kast katı bir şekilde yere yığıldı. Onun yere düşmesiyle beraber aynı ahenkle bütün ölülerde yere düştüler. Urier bir iki adım ilerledikten sonra şaşkınlıkla etrafına bakan Chuitchik ile Falcon’a doğru baktı.

“ Beni yenemezsiniz.” dedi Urier başını sağa sola sallarken beyaz saçları havada uçuşuyordu. “Ne kadar güçlü olduğunuzun nelere sahip olduğunuzun bir önemi yok. Hepinizin zayıf noktaları var, er ya da geç o noktalarınızı açıkta bırakacaksınız. Şimdi, Altın kılıcı bırakın ve gidin sizin ölmenizi istemiyorum.”

Robin’in keskin gözleri Brave’e çevrildi Falcon başını salladıktan sonra, Robin Silvan’ın kılıcını havada çevirerek büyük bir ateş topu yolladı Urier ve grubuna. Urier hızla havaya sıçrayıp bu basit saldırıyı savuşturduğu anda arkasından acı bir çığlık yükseldi.

Urier Kheldar ve Cirth arkasına baktığında Gindeon’un alevler arasında kaldığını fark ettiler. Yerin altından fırlayan dikenler, Gindeon’un ayağının altından ilerleyerek onu olduğu yere hapsetmiş ateş topundan kaçamamasını sağlamıştı. Falcon’un ayaklarının dibinde gül kıpkırmızı bir şekilde parlarken. Chuitchik kahkahalarla gülerek hızla alevler içindeki bilekliği taşıyıcısına doğru altın kılıcıyla beraber uçtu.

Robin hızlı bir şekilde Urier’in üzerine atılırken. Chuitchik’in yolunu Kheldar kesti. Bacağına savrulan kılıçlardan kaçmak için yolunu değiştiren Astgar kralı. O sırada Bilekliğin taşıyıcısını alevlerin içinden sürükleyerek çıkaran. Cirth Scealboat’ı göremedi.

Profesör Scealboat, cebinden çıkan parşömeni Gindeon’un üzerine attığında alevler söndü, ama inleyen çocuğun hasarı çok büyüktü. Elbiselerin çoğu tenine yapışmış sağ tarafı nerdeyse erimişti İlk müdehala edilmezse öleceği çok açık olmasına karşın ona karşı deri büyüten iksirini kullanıp ilk müdahaleyi yaparsa vücudunda pek iz kalmayacağından emindi.

Ceketinin iç cebinden deri büyüten iksirini çıkartırken sırtında bir acı hissetti, ardından göğsüne doğru baktığında. Oradan çıkan ince kara bir kılıç olduğunu gördü. “Nasıl ?” diye bildi ağzının kenarından kan sızarken.

Kılıcı yavaş yavaş çeviren Falcon, Profesörün omzu üstünden Gindeon’a baktı. “Onu kurtarabileceğini düşünüp salt koruma büyülerine güvenmen büyük hataydı. Dahi olabilirsin fakat ben oldukça eski büyüler kullanan bir Sendarlıyım, çift katmanlı sezici büyüler ve koruyucu büyüler benim üzerimde işe yaramaz Profesör.”

Profesör hiçbir şey söyleyemeden, başı yana düştü. Çünkü Brave Falcon her zamanki gibi tam hedefi tutturmuş rakibinin kalbini bulmuştu. Kılıcını çekip profesörün cesedini köşeye fırlattıktan sonra, Gindeon’un üzerine eğildi. “Şimdi, yarım kalmış olan işi bitirebiliriz.” dedi kılıcını kaldırırken.

Chuitchik, Kheldar’ın ona savurduğu iki kılıcı altın kılıcın kendisi ile kesti. Kılıçlar yere tangırtı ile düşüp Kheldarın elinde sadece kabzalar kalmışken, Chuitchik rakibinin kafasını diğer eliyle tuttuğu gibi yanındaki yıkılmak üzere olan duvara gömdü. Kheldar alnından sızan kanla bilinçsizce yere yığılırken, Urier ile Robin’in dövüştüğü tarafa doğru baktı ama umursamadı onu işi bileklikleydi.

Urier üzerine gelen büyülü kılıçlardan çevik hareketlerle sıyrıldı. Kemerinden çıkardığı hançerle etrafında dönerek, Robin’e saldırdı. Robin Silvan’ın kılıcını havaya fırlattı, alevler içindeki kılıç havada dönerken, kendi kılıcıyla Urier’in saldırısını karşıladı. Kılıç ve hançerin çarpıştığı an etrafa kıvılcımlar ve şimşek parçaları uçuştu.

Boşta kalan elinde mavi bir aura belirdi, ardından elini pençe gibi rakibinin karnına soktu. Urier kaşlarını çatmasına rağmen pek tepki vermemişti. Çünkü Robin’in sadece parmakları karnının içine girebilmişti.

“Bu teknik ile çok kişinin kalbini söktün Robin Harwart.” dedi Urier o sırada yere Silvan’ın kılıcı yere düşerek bir kenara yuvarlandı. Urier kılıca göz atarak. “ Fakat artık, sizin zamanınız bitti, güçleriniz artık eskisi gibi değil.” Dedikten sonra hançerini bıraktı, yumruklarını sertçe çıktı avucunda biriken enerji o kadar yoğundu ki Robin bu darbenin etkisiyle öleceğinden emindi.

O sırada tepelerinde kocaman kılıçlı bir adam belirdi, Urier küfrederek geriye çekildiğinde Kılıç yere öyle bir vurdu ki toprak bir deniz gibi dalgalandı. Etraftaki yıkılmayan binaların çoğu büyük bir gürültüyle yerle bir oldu. Robin geriye doğru fırladı, toz toprak içinde yuvarlanıp bir kayaya çarparak durabildi. Urier ise nerdeyse hiçbir şey olamamış gibi kenara çekildiği yerde sakince duruyordu.

Toz toprağın üzerinden atan Chot Chuitchik, yavaşça diz çöktüğü yerden ayağa kalktı, öfkeyle Urier’e baktı. “Robin Harwart’ı benden başka kimse öldüremez. Hele senin gibi biri mi hiç sanmıyorum?”

Urier, tam cevap verecekti ki, önüne kesilmiş bir kol düştü. İki paçavraya ayrılmıştı, tam bilekten ve omuz hizasından kesilmişti. Urier bunu atana doğru baktığında, dumanların arasında yürüyen Brave Falcon’u gördü bir elinde bileklik diğer elinde ise yırtık pırtık olmuş olan şapkası vardı. “Bir daha adamlarına daha iyi koruma ver Asukalı.” Dedi şapkasını başına takarken, “Biz verdiğimizi geri almayı biliriz ama korkma öldürmedim eğer buradan sağ çıkabilirseniz sağ kolları olmayan hoş bir tarikat olursunuz.”

“Tabi sağ çıkabileceğini düşünüyorsan.” dedi Robin, kanayan kaşını hala üzerinde kumaş olan koluna silerken. Sonra keskin mavi gözleri Chuitchik’e baktı. “Önce Urier.”

Chuitchik onaylarcasına başını salladı. “Önce Urier.”

Urier elini yüzüne götürdü, yüzünde ne öfke ne umutsuzluk, ne de kendini kaybetmişlik vardı yüzünde olan sadece büyük bir hayal kırıklığıydı. “Gerçek nedir?” dedi karşısındaki üç adama sakince, “Görebildiğimiz şeyler mi duyabildiğimiz şeyler mi yoksa inandığımız mı? Yaşadığımız Justisar gerçek mi? Adaklar adadığınız tanrılar, onların uğruna öldürdüğünüz birçok insanlar. Büyünün olduğu bir dünyada kimin gerçek kimin sahte tanrı olduğunu kim bilebilir.”

Falcon bir an için duraksadı, bakışları Urier üzerindeydi. Robin sesini çıkarmıyordu bir heykel kadar tepkisizdi.

Chuitchik ise alaycı bir şekilde güldü. “Ölü bir adamın son zırvalamaları.” dedi sadece.

“Ben ölümden korkmuyorum Astgar Kralı, ölümü birçok kez gördüm. Pek çok türlüsünü yaşadım yaşattım. Benim
sözlerim sadece bazı şeylerin farkında olmanızı sağlamak. Bir zamanlar şu an taptığınız tanrılar dışında birçok tanrı daha olduğunu biliyor musunuz? Hiç biriniz Hükümsüz adını duydunuz mu?”

“Ben duydum.” dedi Robin, ciddiyetle. “ İnandığın şu tanrın onlardan biri değil mi? Değitirmek istediğin düzen değil kişiler sadece.”

“Hayır Robin.” dedi Urier. “Benim tanrım, gerçek onların da tanrısı çünkü onlar bir ırktan başka bir şey değiller, Myrcid, Kedfith,Aikroth, Choros hiç biri tanrı değil maharetli krallar ve büyücü efendileri sadece. Benim hizmet ettiğim Üstad sadece ona inanıyor, kendisini tanrı ilan etmiyor gerçek tanrıya ibadet ediyor. Sizin şu an yaptıklarınız onların oyuncaklığı, eğlencesi. Onlar gaddar acımasız, o yüzden burayı yok ettiler.”

“Ve bu sefer Justisar’ı da yok ederler.” dedi Robin, “Geride hiç kimse kalmaz büyük bir yıkım başlar, onlara savaş açmak duyduğum en aptalca şey.”

“Tanrılar Justisarın işlerine bulaşmamalı ve bulaştırılmamalı.” dedi Chuitchik ciddi bir sesle duydukları onu sarsmış olsa da pek belli etmiyordu. “Gerçekte tanrı olmadıkları benim için bir mana ifade etmiyor, ben gücü elde edene saygı duyarım. Böyle bir bilgi Justisarı felakete götürür, Ne Astgarya ne Sendar kalır ortada, o yüzden bazen cehalet mutluluktur.”

Falcon pek bir şey demedi ama hala avcunda bilekliği tutuyordu.

“Korkuyorsunuz, hep korktunuz.” dedi Urier üç adama doğru acınası gözlerle baktı. “ Birilerini ölmeli ki diğerleri düzgün yaşasın, bazı şeyler kaybedilmeli ki geride kalanlar doğru bir düzene sahip olsun. O yüzden ben hiç ölümden korkmadım, Öldürmekten de korkmadım. Siz hiç, birinin ölümünü seyrettiniz mi? Seyretmişsinizdir Ben de seyrettim Siz hiç birini öldürdünüz mü? Öldürmüşsünüzdür, ben de öldürdüm Ya masumları, onları gözünüzü kırpmadan acımadan gırtlaklarını kestiniz mi? Belki aranızda bunu yapan vardır, bende yaptım. Ya Siz, yaşadığınız, büyüdüğünüz bir şehrin insanlarının aynı anda gözlerinizin önünde kavrulmasını, sevdiklerinizin kollarında acı içinde ölmesini izlediniz mi? Bunu aranızdan sadece bir kişi izledi, sadece bir kişinin izlediğini sandınız ama yanıldınız ben de izledim. Peki, siz kendi ölümünüzü göze alarak sevdiklerinizin ölümünü göze alarak, ölümleri görmezden gelerek, , kendinden vazgeçerek, sevdiklerini kurban ederek, Justisar’ın yıkımını göze alarak, gerçeğin ortaya çıkması için çabaladınız mı? Hayır, bunu göze alamadınız yapamadınız, ama ben yaptım, Hükümsüzleri kafeslerinden çıkardım…

Bir anda buz gibi bir hava esti harabelerde, Falcon Chuitchik ve Robin birbirlerine baktılar. Robin’in alnında ter damlacıkları birikmişti. “Ne yaptın sen?” diyebildi.

“Şimdi o eski tanrı gücündeki adamları serbest bıraktığını mı söylüyor bu?” dedi Chuitchik şaşkınlıkla.

“Neden, eğer öldüreceksen neden serbest bıraktın onları?” dedi Falcon bağırarak, “Amacın öldürmekse hapisken de öldürebilirdin.”

“Hayır, amacım hükümsüzleri öldürmek evet, ama sadece hükümsüzleri değil.” dedi Urier keskin bir sesle “ Bizim amacımız hükümsüzlerle beraber sizin tanrılarınızda öldürmek. Eğer hükümsüzleri mühürlü yerlerinde öldürseydik, diğer tanrılar asla ortaya çıkmazdı.”

“Lanet olsun,” dedi Robin Harwart sonra Urier’e döndü kükreyerek , “DELİ MİSİNİZ? BİNLERCE İNSAN ÖLECEK BELKİ MİLYONLARCA SONUCUNDA NE OLACAK HA?”

“Gerçeğe ulaşanlar gerçek bir medeniyet kuracak, Sahte tanrılara inanmayan bir medeniyet, insanların özel ritüellerle tapınmadıkları, çocuklarını kanla vaftiz edilmediği, savaşların tanrılar adı altında olmayacağı düzgün bir yer olacak.”

“ Milyonlarca insan ölecek ama ?” dedi Falcon şaşkınlık içerisinde.

“Bize her zaman denge derslerinde Kedfith’in şu öğretisi öğretilirdi, Birileri ölmeli ki diğerleri yaşasın, Baş tanrı ünvanında olan o adama katıldığım tek nokta bu.” dedi Urier. “Birçok insan ölecek, milyonlarca, ama dünya sapkın inançlardan temizlenecek. Bu yüzden Hükümsüzleri burada çıkardım büyü yoğunluklarınız bunu başardı.”
Robin’in kaşları kalktı, “Yani hükümsüzler hala burada, tabi sonsuzluk zincirini açtılarsa bile kurtulmaları zaman alır. Chuitchik, Brave hala bir şey yapabiliriz.”

“Ne yapacağız?” dedi. Chuitchik.

“Üçümüz kılıçlarımızın son büyü raddesinde birbirimize vurursak, bu anti büyü tepkimesine yol açacak ve tüm büyülü eşyalar yaratıklar silahlar yok olacak.” dedi Robin,

“Nerden biliyorsun böyle bir şeyi?” dedi Chuitchik kaşlarını kaldırmamıştı.

“Ben kılıcımı kendim yaptım.” dedi Kılıcı Cameloth’u kaldırırken. “ Alaktran tozu hem çok güçlü bir büyü maddesi hemde aşırı büyü kullanıldığında ters tepen anti büyü maddesine dönüşebiliyor. Kılıçlara büyü gücü veren toz uygun ayarlamalarla yapılmazsa bir anti büyü tepkimesine girebilecek.”

“Ama bu bizi öldürür.” dedi Falcon, “İntihardan farksız büyülü nesnelere gücü veren biziz sonuçta.”

“Öldürecek.” Dedi Robin, Chuitchik’e baktı. “Ne diyorsun Chuitchik bunu yapacak mısın?”

“Buna izin vereceğimi mi sanıyorsunuz?” dedi Urier, hızla üzerlerine sıçradığında. Havada bir kalkana çarptı. Brave Falcon kılıcı ters tutmuştu ve kılıcının etrafına yayılan geniş bir kalkan üç adamı da korumaktaydı.

Chuitchik, gülümsedi “Denilenler doğru gibi görünüyor. Halkım yok olacaksa, yöneteceğim bir krallık olmayacaksa ve benimle birlikte sende öleceksen bu fedakarlığı yapacağım.”

“ Öleceğimden emin olabilirsin.” dedi Robin, gülümseyerek. “Brave Kılıcına bütün gücü aktar. Chuitchik sende.”
Chuitchik, konsantre olarak altın kılıcına bütün büyü gücünü aktardı, Robin’de bütün aurasını ortaya çıkararak kılıcına yönlendirdi. Falcon bir an duraksadıktan sonra kara kılıcı parlamaya başladı. Üç tane en güçlü kılıç büyücüsü Kılıçlarını hızla birbirlerine savurdular. Urier öfkeyle haykırırken kılıçlar çarpıştı, ama içlerinden biri bu çarpışmada yoktu.
Çarpışmanın şiddeti, bir toz bulutu halinde ilk önce yükseldi. Ardından gelen şok dalgası, Urier’i uzaklara savurdu, Altın kılıç havada paramparçaya ayrıldı, o ayrılıjnca ikinci bir şok dalgası etrafta yatan ölüleri son kez kavurdu, Mirharchın sarayı büyük gürültüyle yıkıldı bütün binalar molozlara döndü.

Chuitchik acıyla haykırdı, sol gözü patladı kan yüzünden sızarken diğer gözüyle Robin’e baktı. Robin’in sol kolu tuhaf bir açıyla kıvrılmıştı. Saçlarının tümü beyazlamıştı yüzüne doğru şerit şerit kanlar ilerlerken “Ölüyor.” diye düşündü Chuitchik, dudakları yarılmadan önce gülümsedi. Saçlarının beyazlamasına bakarak, “Şimdi bana ne kadar da benziyor, baba en sonunda onu öldürdüm tüm gücümü harcasam bile.”

Robin’in hala elinden bırakmadığı gümüş kılıcı orta yerinden çatlamıştı, Bacaklarının ters açıyla kıvrıldığını hissetti, eğer arkadaşlarını öldürmek istemiyorsa ölmeden önce biraz daha dayanmalıydı, Belinin kırıldığını hissetti, ama büyünün yoğunluğu onu ayakta tutuyordu. Chuitchik’İn parçalanmakta olan yüzüne baktı Adam hala gülümsüyordu, ya Brave diye düşündü güç bela başını sola doğru döndürdüğünde Brave Falcon’un orada olmadığını gördü.

“Olamaz.” diye düşündü bir an. Brave kılıcını kullanmadıysa hiçbir hükümsüzü ve sonsuz zincirleri yok edemezlerdi. Belki ölüler yok olurdu fakat bileklik bile yok olmaya bilirdi. Vücudu büyü yoğunluğunun etkisiyle çarpılırken “Lanet olsun sana Brave.” diye düşündü.

Brave Falcon, yakınlardaki bir tepeden bütün yıkım anını izliyordu. Sol elinde altın bileklik vardı, sağ eliyle şapkasını tutuyordu. Sol gözünden bir damla yaş süzülüyordu, “Üzgünüm Robin, ama Justisar için kendimi feda edemem, Çünkü Justisar bana acıdan başka bir şey vermedi.” Dedi boğuk bir sesle ve arkasını dönerek oradan uzaklaştı.
Güç darbesi en sonunda bittiğinde ortalık nerdeyse dümdüz olmuştu, artık harabe değil bir vadinin üzerindeydiler. Etraftan sis kalkmıştı, güneş ileriki tepelerin ardından batıyordu. Chuitchik ve Robin patlamanın merkezine bir çuval gibi düştüler.

İlk onların başına gelen Urier oldu, öfkeyle altın kılıcın parçalarına baksa da, derin bir iç çekmeden başka bir şey yapmadı. “Anlaşılan planları tam olmadı, iyi misin şimdi Kheldar?” dedi arkasını dönerek.

Kheldar sırtına aldığı Gindeon’dan arta kalanlarla Urier’in hemen arkasındaydı. Alnından kan sızmasına rağmen şikayet etmiyordu. “Kötü sayılmam.” dedi sadece.

Urier Robin ve Chuitchik’e doğru bakarak, “Acınası bir durum, Falcon’un bu hareketi işi pek çok açıdan farklı hala getirdi. Cirth’e de mühür koydum, cesedi lazım olacak. Şimdi gitmeliyiz, giderken Greece’i de alalım.”

Kheldar, kafasını peki manasında salladıktan sonra, hızla uzaklaştılar. Onları izleyen Keven, Kheldar’ın bu ihanetine küfretti. Bütün kemikleri ağrıyordu. Scart’ın bedenini yakınına çekmişti, Şövalyeyi tokatlarla uyandıramadı, Tam iç çekerken O sırada sırtında bir hançer hissetti.

“Amacın ne Keven Feındt?” dedi Kanlar içindeki Oscorp Harlin.

“Farklı olaylar dönüyor Harlin.” dedi Keven öfkeyle “Beni bırak da neler olduğunu öğrenelim.”

Harlin hançerini geri çekti, ve Scart’a doğru döndü. Keven koşa koşa Robin’in yanına gitti, bedeni ağrıyordu ama Ustasının yaşamına kıyasla bu önemli değildi. Hızla çukura doğru indi, Chuitchik’in yüzünün yarısı parçalanmış halde olduğunu gördü. Robin’e döndüğünde bütün vücudu tuhaf bir açıyla kıvrılmış göğsü göçmüştü.

Keven göz yaşlarını tutamadı ve Ustasının yanına diz çöktü. “Neden usta?” dedi acıyla “Neden böyle oldu?”

“Çünkü kandırıldık.” dedi yavaşça Robin, tek gözünü açmıştı. Zor bela konuşuyordu. Nefesi hırıltılıydı “Keven vaktim yok, beni iyi dinle. Burada sağ kalanların ölmemesi gerekiyor sakın ölme.”

Keven Ustasının sağlam kalmış olan elini tuttu, ama Robin tepki veremiyordu, ama görünen tek gözü Keven’in üzerindeydi. “Asla birlikte bulunmayın, Kheldar Gindeon onlar ihanet ettiler.”

“Biliyorum.” dedi Keven soğukkanlılıkla.

“Sakın peşlerine düşme. Sen kılıcımı al, kırılmadı onu Robert’e götür ve oğlum…” dedi Robin gözlerinde yaş birikti. “Benden bahsetme, basit çiftçiydi de benim durumum Walger’ı tehlikeye sokabilir ve onu koru o artık senin öğrencin.”

Keven gözyaşları yanağından akarken hıçkırdı. “ Tamam Usta, Söz veriyorum, Kılıcın adına, Ki-il adına onu koruyacağım.”

O sırada yukarıdan bir çığlık yükseldi, Scart Corpean aşağıya doğru koştu, direkt Chuitchik’in bedenini kucakladı, Uzun boylu ciddi şövalye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Harlin ise hemen yanında bitmişti, süikastçinin bile gözleri dolu doluydu.

Robin son gücüyle başını kaldırdı. Harlin ile Scart’a baktı “Kralınız, sizi ve halkınızı korumak Justisar’ı korumak için öldü, bir an için bile gözünü kırpmadı, Bazı Sendarlılar ‘da onun kadar cesur olabilselerdi, bugün Justisar’da tehlike kalmayacaktı. Son bir şey daha buradakilerden hiç kimse ölmemeli, Ne Kheldar ne de Ölülerin Bekçisi.”

“Ya Brave Falcon.” dedi Scart öfkeyle gözünü tutarken, “Onu yine koruyacak mısın Şim – “

“Onu gördüğünüz yerde öldürün.” dedi Robin son nefesinde, “O artık yaşamayı hak etmiyor.”

Ve Robin Harwart’ın başı yana düştü, Keven nabzını kontrol etti ölmüştü. Göz yaşları yanağından akarken diğerlerine baktı. Scart Corpean Robin Harwart’a doğru bakıyordu. “Söz veriyorum.” Dedi sakince “Yapacağım son şey olsa bile Brave Falcon’u öldüreceğim.”

Harlin, ağlayan Keven’e bakarken “ Bir kuzgun gönderdim, buraya en yakın karakoldan araba gönderecekler İstersen sende bizimle gel Keven Feındt, seni ve naaşı Sendar’a götürürüz.”

Keven kafasını evet manasında sallarken, çukurdan dışarı çıktı, gözü dedesinin kılıcına ilişti, bir zamanlar bu kılıcı Robin ona vermişti, “Güç bunun içinde onu kontrol etmeye hazır mısın, yoksa ona kapılıp kendini yakacak mısın?” demişti kılıcı eline aldı Güneş batarken gözlerinden akan son damla rüzgarın etkisiyle savruldu. Justisar’da bir çağ kapanmıştı bunu hissediyordu.


Nickoy Waldemer kapının çalma sesiyle başını kaldırdı. Mürekkebin üzerine biraz kum serptikten sonra, ayağa kalkarken Brave Falcon'un neler yaptığını düşündü, yazısı nerdeyse bitmişti bu öyküde eksik kalan tek taraf, Ölülerin Bekçisi ile Urier arasında olmuş olan muhtemel görüşmeydi bunu hiç bir kayıtta bulamamıştı. Ölülerin Bekçisi öldüğüne göre bunun cevabını asla alamayacak gibi gözüküyordu. Kapıyı açtığında karşısında Ziagull'u bulduğunda şaşırdı.

Uzun boylu esmer adam baş selamından sonra, "Önemli haberler geldi, Nickoy." dedi sesi berrak ama sertti. " Sensei Hansel Maid sıradan bir dövüş ustasına yenilmiş, görünüşe göre Dövüş ustası çok farklı hareketlerde bulunmuş. Bu konuda ne yapalım?

Nickoy gözlerini kıstı, "Kolu yok muymuş bu gizemli adamın ?"

"Hayır, normal bir adammış ama yüzünü gizliyormuş," dedi Ziagull "Ne yapalım şimdi?"

"Ben hallederim şu adamın nasıl kumaştan yapıldığını çözerim. dedi Nickoy ama , bu haberin Falcon'a iletilmesini istemiyordu. "Lord Falcon nerede?

"Kral Şuarasında." dedi Ziagull "Onunla görüşemediğim için sana - "

"Anladım. Falcon gelince beni bul." dedi Nickoy ardından kapıyı kapattı. Sensei'yi yenebilecek hele çıplak elle yenebilecek iki kişi vardı. Urier ile Greece, bu adamın kolu olmadığına göre. Greece Falcon'un zannettiği gibi ölmemiş olabilirdi, ve o meşhur hikayenin eksik parçasını böylelikle tamamlayabilirdi.

Nickoy Waldemer hızla pelerinini giydi kaybedecek zamanı yoktu.

Çünkü tüm gerçek avcunun içindeydi. Yakında hepsini öğrenme şansını bulacaktı....
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

- 17. Bölüm Korkusuz Akıl

Are ya da ordusu tarafından bilinen adıyla Kara Gölge, siyah aygırıyla Korian şehri kapılarından içeriye girdi, Giydiği uzun kukuletalı pelerin yüzünü tamamen kapatıyordu. Uzun Pelerini, siyah aygırının sırtını tamamen kapatmıştı fakat Are’nin bunun dışında üstü çıplaktı, Siyah pelerinin arasından kaslı vücudu tamamen saldırılara açık gibi görünüyordu, ama etrafındaki halk saygıyla önünde eğilmişti, Ared’li paralı askerlerin çoğunlukta olduğu Korian şehrini ele geçirmesi zor olmamıştı.

Çünkü Scart Corpean tam bir beceriksizdi, Chuitchik zamanında bu şehir oldukça sıkı korunur, Astgar Şövalyeleri bu şehirde cirit atardı. Fakat Lord Flacon Stihis şehri lordu olduğundan beri Scart’ın aklında sadece Stihis vardı bütün şövalyelerini oraya taşımış bütün iç ve dış korumalarını o şehre vermişti. Onun Lord Falcon’u öldürme takıntısı Are’nin işine oldukça yarıyordu. Şimdi Korian’ı da alarak Astgar Krallığının yarısını ele geçirmişti.

Şehre pek zarar vermeden ele geçirmesi, paralı askerlerin taraf değiştirmesi sonucunda olmuştu, çoğunlukla aslen kendi halkı olan Aredler, büyük bir orduyu gördüklerinde kendilerine çok para vermeyen üstelik de soysuz bir krala daha fazla sadakat göstermemişlerdi. Ared halkı asla tam bağımsız olamamış, Galvor ile Astgar arasındaki Korian Ormanlarında yaşayan savaşçı bir halktı. Are çok çok uzun zaman önce Trollerle yaptığı Sırtlık Savaşlarında onları buraya getirmişti, üç yüz kişiden fazla değildiler şimdi ise beş yüz bin kişilik Ared nüfusunun ormanlarda yaşadığı biliniyordu. Üstelik sürekli savaşmalarına rağmen bu oran hiç azalmıyordu.

Bir an için onu hapsetmeye çalışan büyücüyü düşündü, ona yüzünü açsan şehir sana hemen teslim olur demişti haklıydı. Aredleri peşine takması yüzünü açtığında bir saniye bile sürmezdi fakat Hükümsüzlerin henüz dikkatini çekmek istemiyordu. Her şeyin zamanı var dedi kendi kendine.

Atıyla şehir meydanına geldiğinde ona bakan kalabalığı selamlayıp atından indi. Şehir meydanına büyük bir çadır kurulmuştu. Are, hiçbir zaman taş ve odunlar içerisindeki binalarda kalmaktan hoşlanmazdı. O yüzden kırmızı çadırı genişti ve üç bölümden oluşuyordu. Birisi taht odası gibi gözüken ama insanlara asla tepeden bakmadığı bir görüşme bölümüydü. Diğeri ise uyuyup ihtiyaçlarını giderdiği bölümdü sonuncusu ise savaş konseyinin yapıldığı harita ve masalarla kaplı olan bölümdü.

Atından iner inmez yanında sadık yardımcısı, aslen Toz Bozkırlarından olan, Barok belirdi. Barok uzun boyluydu, sarı saçlı kahverengi gözlüydü. Kendisine çok benziyordu, zaten kısa bir araştırma yapınca Barok’un torununun torunlarından olduğunu öğrenmesi uzun sürmemişti. Bütün Aredler ve Özgür barbarların babası sayılırdı hem gerçek hem de mecazi anlamda ilk çağlarda yatmadığı barbar kadın kalmamıştı ve tohumlarını ziyan etmeyi hiç sevmezdi.

“Efendim, Aredler hapishane garnizonunu öldürmüş, esirlerin çoğunu size getirmişler.” Dedi Barok yüzünden hoşnutsuzluk akıyordu. Nedense Toz Bozkırları halkı ile Aredler arasında bu tip kavgalar olmaktaydı, Astgaryayı ele geçirince ilk bu işi halledeceğim dedi kendi kendine.

“Tamam, sivilleri Katledenleri, tecavüzcüleri öldürün. Küçük Hırsızları serbest bırakın büyüklerin sağ ellerini kesip serbest bırakın. Savaş esirlerini, diplomatik esirleri bana getirin. Çadırımda onları bekleyeceğim.” dedi Are, yüzü görünmese de sesi sertti. O Bozkırların Efendisiydi, hapishane kavramından hiç hazzetmezdi, Ona göre orası gereksiz bir taş yığınıydı. Çadırından içeri geçerken, hizmetkarlarından birine eliyle işaret etti ve hayvan derilerinden yapılmış olan koltuğuna oturdu.

Hizmetkarı büyük bir bardağın içinde, özel içkisini getirdi. Ballı sütten yapılma alkollü bir içkiydi bu, Latta denilen bu içki özellikle at sütünden yapıldı, Özellikle Bozkır göçebelerinin içkisiydi, kendi halkının içkisi. Kendi içkisine nane de koydururdu ve özellikle sıcak içmeyi severdi, Soğuk Bozkırların tadını iyi alabilmek için.

Çadırın tentesi açıldığında içeri Barok ile beraber kızıl sakalları çeşitli şekillerde örülmüş, kahverengi gözleriyle etrafı süzen Plaka parçalarıyla kendine özel yapılmış bir zırh giyen adam da girdi. Barok ile aynı boydalardı fakat adamın göbeği onu bir fıçı gibi gösteriyordu. Daha kilolu olduğu için daha kaslıydı, Sırtında büyük halkının teber dediği, ama Astgarların Bisotto dedikleri Kılıç ağızlı bir mızrak taşıyordu. Yay olarak ise zırh delici çift makaralı kurma yay Mızrağının hemen altında sırtında asılıydı. Ağır zırhlı Galvorlularla savaşmak için yayları kullanmayı bırakmışlar diye düşündü.

“ Esirler dışarıda Kara Gölge.” dedi adam sert bir aksanla konuşuyordu. “ Senin tarafını seçtik ama ödeme planını öğrenelim yoksa ona göre davranırız.”

“Adın ne ?” dedi Are sert bir sesle, sesi bir anda öyle otoriter çıkmıştı ki Aredli adam şaşkınlıkla ismini söyleyiverdi.

“Arindim.”

“Dinle beni Arindim,” dedi Are “ Ben uçsuz doğu topraklarını fethettim, orada Astgarların kızıl madenlerini ele geçirdim, Zolknur’da cinlere hükmettim. Trollerle anlaşma yaptım ki bunlar benim için hiçbir şey. Öncelikle ben senin efendinim eğer bu topraklarda yaşamak istiyorsan önce ülkene sonra bana saygı duyacaksın.”

“Bizim ülkemiz yok.” Dedi Arindim hala inatçılığını koruyordu.

“Barış geldiğinde ülkeniz olacak, altınlarınızda, Siz paralı askerlerden daha fazlasısınız. Sizin buraya geliş amacınızı biliyorum. Atanız size ne emretti.?”

“Trollere karşı batıyı koru, Astgarlara karşı Galvorluları koru, Galvorlulara karşı Astgarlıları koru, Siz Bozkırdan ormana koruyucular olarak göçtünüz, Sınır boylarında Savaşı engelleyicisiniz. Siz benim korucularımsınız varislerimsiniz isimleriniz Ormanda kalanlar Ared, Bataklıkta kalanlar Baal, hükmüm sizin üzerinizde olsun.”
Are gülümsedi sözlerinin hala ezberletildiğini görmek güzeldi. “ Emirlerinize uyun, Kara Gölge size Sırtlığı ve Ormanı verecek, Astgarya ve Galvor arasına tampon bir ülke olmanız gerekli amacınız bu, o yüzden orman halkını benim yanıma çağıracaksın.”

“Söylediklerinde ciddisin.” dedi Arindim şaşkında ama emin olamıyordu. “Kralımız ile görüşmelisiniz bu durumda.”

“Görüşeceğim.” Dedi Are elinin bir işaretiyle para taşıyan hizmetkarlardan birini çağırdı. Büyük bir kese kızıl altını alıp adama doğru fırlattı. “Parayı dağıt, adamların bugün eğlensinler, yarın için yapılacak işlerimiz var.”
Arindim şaşkınlıktan kocaman sikkeyi zor tutabilmişti “Efendim, söylediklerinizi derhal yapacağım” dedi ve hızlı adımlarla dışarı çıktı.

“Barok işe yarayacak kaç tane esir var?” diye sordu Are içerken boğazına hoş bir sıcaklık yayıldı, “İşe yarayanları getir sadece yorgunum bugün. Diğerleri silah tutuyorsa elleri askere al tutmuyorsa da sal gitsin. Gitsinler ki her yerde Kara gölgenin adaletini görsünler.”

“Bunu daha önce düşünmüştüm efendim, fakat içlerinden sadece bir tanesi işe yarayacak gibi.” Dedi Barok ciddi bir sesle “ Kendisinin sendarlı olduğundan şüpheleniyoruz.”

Are koltuğunda doğrularak Barok’a ciddiyetle baktı. Sendar yok edildiğinden beri Sendarlı görmek gittikçe zorlaşıyordu. Brave Falcon bütün kalan Sendarlıları kendi çatısı altında toplamıştı Namarie sülalesinin fertlerini ve Boneball sülalesinin fertleriyle beraber hepsi onun elindeydi. Zamanı gelince tekrar Sendar’ı kurmayı düşünüyordu ama haberleride duymuştu. Falcon onun makamına saygısızlık etmişti düsturunu bozmuştu. Yumruklarını iyice sıktı,

“Getirin.” dedi buz gibi bir sesle.

İki uzun boylu, İsyan Askeri kollarından tuttukları adamı içeriye taşıdılar. Taşıdıkları adam orta boyluydu, ince bir bedeni ama sert sıkı kasları vardı. Siyah saçları önüne düşmüştü ve oldukça uzundu. Vücudunda işkence izleri rahatlıkla seçilebiliyordu. Başını yavaşça kaldırdığında adamın yeşil gözlerinde bir kıvılcım ile Areye baktı.

Are adamın vücudundaki ince ama görebilen gözler için fark edilebilir aurayı sezdi. O asla büyülerden hoşlanmazdı,
Konuşulan birkaç kelime icraata geçmedikçe onun için önemsizdi, Yapılan icraatler karakteri belirlerdi. Konuşulan kelimelerle saldırı yapmak aciz bir karaktersizlikten başka bir şey değildi ve doğallıktan nasibini almamıştı. Bu yüzden Endimiyon’dan ve onun Sendarlı çocuklarından pek hoşlanmazdı.

Sendarlı adam kafasını iyice kaldırıp Are’nin görünmeyen kukuetasının altına baktı. Yüzünde ufak bir tebessüm belirdiğini fark etti Are, kaşlarını çattı fakat yinede aklındakini sordu “Adın ne Sendarlı ?”

“ Robben Harwart” dedi adam bakışları korkusuzdu, siyah parlak saçları arasında parlayan koyu yeşil gözleri gülümsüyordu. “Bu kadar uzun zaman sonra ortaya çıkacağını düşünmemiştim Bozkırların Efendisi.”

Barok şaşkınlıkla esire bakarken Are hızla ayağa kalktı, “Çıkın dışarı esirle yalnız konuşacağım.” Diye kükredi sert bir sesle. Barok şaşkınca baksada askerleri alıp dışarı çıktı. Are ayakta duran adama baktı, Robben demişti adını bir bakışta onun gerçek kimliğini anlamıştı. Yanına doğru gidip “Sen kimsin ki bana böyle sesleniyorsun ?” diye fısıldadı.

“Bazı küçük numaralarını saklayamayacağın bir adam.” dedi Robben ciddi bir sesle, “Bu şehri gizli bir kimlikle ettiğine göre korktuğun bir şeyler var ilkdoğan ama bu beni ilgilendirmiyor mademki artık barabrların elindeyim Sendar ile bağlantıya geçip esir değişiminde bulunabilirsiniz.”

Are, duraksadı. Bilmiyordu Sendar’ın yıkıldığını bilmiyordu. Demek ki en az altı yıldır ıssız bir zindanda cürümeye terk edilmişti. “ Justisar’da benim ortaya çıkmamı gerektirecek kadar önemli şeyler oldu evlat. Sendar yok edildi.”

Robben şaşkınlıkla gözlerini açtı, yüzü büsbütün kaskatı bir biçimdeydi, “Ciddi misin?” diyebildi sadece.

“Evet.”

“Nasıl, Kim?” dedi Robben ani bir öfkeyle dışarı doğru yöneldi ama Are onu omzundan tuttuğu gibi yere bastırdı.

Arenin muazzam gücüyle diz çöken Robben derin bir nefes aldıktan sonra “Robert, Walger, Keven onlara ne oldu?”

“Sağ kalan yok.” dedi Are ciddiyetle “ Orayı yıkan güç çok büyük bir gücün ufak bir parçası, artık niye geri döndüğümü biliyorsun.”

“Hükümsüzler.” diye tısladı Robben, “Myrcid Aşkına!! Nasıl tahmin edemedim, Keven bana bunu söylemişti, korunmak için bazı şeylere gereksinim duyuyordu, ama… ama artık bir önemi yok hepsi öldüyse, kimsenin yapacak bi şey yok.”

“Çok şey biliyorsun genç sendarlı.” dedi Are elini çenesine götürürken “Ve bir Harwart’sın kardeşim beni Harwart’lar konusunda uyarmıştı, kanınızda çok büyü taşıyorsunuz.”

“ Kardeşin mi?” dedi Robben alaycı bir gülümseme belirdi. “Sandığınız gibi her soyun çocukları eşit güçte olmuyor, Bozkır Efendisi. Üç buçuk yıldır burada dünyadan izole şekilde esir tutulmama rağmen, girdiğin bu kılıkla etrafındaki Aredler ve Grosier’lerle bir Astgar isyanı yaptığından eminim, Ya Astgaryayı hükümsüzler ele geçirdi ki bu zayıf bir ihtimal çünkü o zaman bu kadar kolay ele geçiremezdin üzerinde bir çizik bile yok. Bu yüzden Hükümsüzlere hissettirmeden, neler olduğunu öğrenmek ve araştırmak için gizli bir isyancı modelindesin. Scart Corpean meşru kral değil, o yüzden bir gölge iken bile arkana insanları toplaman zor olmamıştır. Hükümsüzler sana dikkat etmeyecek fakat sen Korian ve gerideki bütün şehirleri ele geçirerek bütün gizli çalışmaları, ve gizli deneylerle büyük bir ordu kuracaksın, yanılmıyorsam Troller de destek verecek değil mi ?”

Are’nin şaşkınlıkla gözleri açıldı, “Sen bu kadarını da nereden biliyorsun ?”

“Bazılarımızın gücü sadece büyüler değil Bozkırın Efendisi.” dedi Robben yeşil gözleri kısılmıştı, “Bizi sevmediğini biliyorum, seni sadece fsanelerden duymama rağmen halkını iyi tanıyorum. Sana yalvaracak değilim, ama halkım yok olduysa Hükümsüzleri yok etmek için sana yardım edebilirim. Abim bu konuda bize bazı ip uçları bırakmıştı biz de bunun hakkında bazı planlar yapmıştık.”

“Biz mi ?” dedi Are “Biz derken kimi kast ediyorsun Robin Harwart’ı mı yoksa diğer abini mi ?”

“Hayır,” dedi Robben. “Robert bu konulardan hiçbir zaman anlamadı. Abim ise hükümsüzler ortaya çıktığı anda harabelerde ölmüştü, ama bu konuda bazı araştırmaları vardı. Ben Keven’in Babası Üstad Kordorch ile Hükümsüzleri alt etmek için iyi bir plan hazırlamıştık, O yüzden Korian’a gelmiştim.”

“Neydi ki bu plan ?” dedi Are, sendarlılardan hoşlanmazdı ama bu çocuk oldukça zeki görünüyordu.

“Beni serbest bırak sana söyleyeyim.” dedi Robben ellerindeki zincirleri kaldırarak. “Söyleyeceğim planı ancak benle uygulayabilirsin, sen bir kral olmaya oynuyorsan bir vezirede ihtiyaç duyacaksın. Ayrıca, bütün sendarlılar ölse bile yaşayacak olan Brave Falcon’a asla güvenme. İkinizde Kralın düşmesini isteseniz bile onun planını sadece kendini yüceletmektir. Üstelik elinde gerçek Astgar velihattı var, çocuğu kendi çocuğunun koruması olarak büyüttü. İlk fırsatta seni satacak çocuğu kral yapacaktır. Fakat itiraf etmeliyim ki Korian’ı ele geçirmek tüm sevkiyat noktasını durdurmak içindi harika bir seçim ama benim acilen bilgiye ihtiyacım var Bozkır Efendisi, beni serbest bırak iki hafta içinde Asgar senin olur. Ondan sonra Hükümsüzler hakkında yapacaklarımıza karar verebiliriz.”

Are eliyle zincirleri hızla kopardı, koparırken de Sendarlı’ya sertçe baktı “Unutma çocuk, yerini bileceksin bu hayatta şahlar ve piyonlar vardır. Buradaki Şah ise benim bunu sakın unutma.”

Robben Harwart,yavaşça ellerini ovuşturarak gülümsedi. “Yanılıyorsun Bozkır Efendisi, Hayatta şahlar piyonlar ve vezirler vardır. O kimin hangi rolde olduğunu unutmayacağımdan emin olabilirsin."
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Cevapla

“Sanat Köşesi” sayfasına dön